Gündem

Murat Sabuncu'nun savunmasının tam metni: Cumhuriyet'in tarihi yananlarla, yakılanlarla dolu!..

"Pek argo konuşmayı sevmem, ama bize emir verecek kişi henüz doğmadı"

03 Kasım 2017 18:46

"Terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına ve anayasal düzene karşı suç işlemek" iddiasıyla bir yılı aşkın süredir tutuklu bulunan Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu, üç gün önce (31 Ekim 2017) dördüncü kez hâkim karşısına çıktı. Sabuncu, "savunma"sında  "Türkiye’de gazetecilik mesleğine başlayanlar özellikle Cumhuriyet'te çalışanlar yanmayı göze alarak işlerini yaparlar. Bizim gazetenin tarihi 'yananlarla', 'yakılanlarla' dolu" ifadesini kullandı.

Davanın dördüncü duruşmasında Murat Sabuncu, Cumhuriyet Vakfı İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, muhabir Ahmet Şık ve muhasebe çalışanı Emre İper'in tutukluluğunun devamına karar veren mahkeme heyeti, bir sonraki duruşmanın 25-26 Aralık'ta görülmesine hükmetmişti. 

Murat Sabuncu'nun savunmasının tam metni şöyle:

 

 

"Türkiye tarihinde ilk kez bir gazeteden bu kadar fazla sayıda yönetici bir yazara yapılan bir operasyondu bu"

"Bugün 31 Ekim 2017. Özgürlüğümüzü kaybedişimizin üzerinden tam 1 yıl geçti. 365 gün önce bugün diğer 16 Cumhuriyet ve yöneticisi gibi. Türkiye tarihinde ilk kez bir gazeteden bu kadar fazla sayıda yönetici bir yazara yapılan bir operasyondu bu. Geçen yıl bu saatlerde Terörle Mücadele Şubesi’nin bodrumundaki nezarethanelerindeydik. İktidarın propaganda aygıtları meslek hayatları 28 ile 60 yıl arasında değişen bu gazeteciler için iftira kampanyalarına çoktan başlamıştı. Başta FETÖ ülkede orada terörle anılan tür örgütlere yardım iftira atılıyordu üzerimize. Daha üç gün geçmeden ilk skandalı patlak verdi. Bize FETÖ’ye yardım iftirasıyla soruşturma başlatan savcı FETÖ üyesi olmaktan ve faaliyet göstermekten ağırlaştırılmış müebbet talebiyle yargılanıyordu. Dönemin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ durumu “talihsizlik” olarak nitelendiriyor ama savcı dosyadan alınmıyordu. Nitekim iddianameye ek 30 klasörü incelediğimizde gördük ki savcı Murat İnam iddianame bitene kadar dosya için çalışıyor ancak hazırlanan iddianamenin altına imzasını atamıyordu ya da attırılmıyordu. Böyle bir savcının hazırladığı iddianame de tabi ki kendi durumu gibi oluyordu. Uzatmadan kısa bir özet geçeyim."

 "Soruşturmayı başlatan savcı FETÖ'den müebbetle yargılanıyor"

DAVANIN SAVCISI: Cumhuriyet Davası soruşturmasını başlatan, bizleri tutuklatan iddianamenin yazımında başrol oynayan savcı Murat İnam.FETÖ’den ağırlaştırılmış müebbetle yargılanan bir isim.

"Davanın bilirkişisi de özel seçildi"

DAVANIN BİLİRKİŞİSİ: Savcının bilirkişisi de özel olmalıydı tabi. Adliye bilirkişi listelerinde adı olmayan bir isim bulundu. İsmi Ünal Aldemir. Kendisi Cumhuriyetin dört yıllık manşetlerini inceleyerek (tahmin edersiniz ki bu inceleme kelimesi burada farklı kullanıldı) aralarından cımbızlığı çoğu hakkında daha önce basın savcılarınca soruşturma bile açılmamış manşetlerden bizi ülkedeki tüm terör örgütlerine yardımla itham etti. Peki kimdi bu bilirkişi ? Hayatında hiç gazetecilik yapmamış, bilgisayar mühendisliği mezunu bir isim yaşı da hayli genç. Benim meslek hayatım kadar. Ya da Orhan Erinç’in meslek hayatı yarısı kadar. Herhalde iktidar yanlısı olduğunu vurgulamama gerek yok. Ki bunu ilk duruşmada twettelerinden kanıtlamıştık,

"Tanıklardan biri tek başına bir grup gücünde. Türkiye'nin en çok okunan yazarı"

DAVANIN TANIKLARI : Gruplara ayırmak lazım.

 Birinci grup : Fetullah Gülen’in adamları. Ömürlerinin büyük kısmını 25-30 yılını onun emrinde geçirip bugün dava konusu olan pek çok oluşumun kurucusu, yöneticisi, hatta sözcüsü. Hüseyin Gülerce’den Latif Erdoğan’a isimler. Mahkeme Başkanı olarak siz bile onları dinlemeye gerek görmediniz. Zira ifadeleri de “tahmin” ve ona bağlı iftiralar üzerine kurgulanmıştı.

 İkinci grup: Cumhuriyet’te uzun yıllar beraber çalıştığımız arkadaşlar. Zaten iddianameye de bize atılı iftiralar ile ilgili sözleri yansımamıştı. 11 Eylül’de ki davada da sizlerde dinlendiniz, sorguladınız. Hemen hepsi savcı ile uzun süre konuştuklarını, bunların kısaltılarak bir kısmının anlamından saptığını söyleyip lehimize tanıklık yaptılar.

Üçüncü bir grup var. Aslında o tek bir kişi ama tek başına bir grup gücünde. Türkiye’nin en çok okunan yazarı. Öyle önemli ve güvenilir bir tanık ki Gülen’den ödül almış, sonra iade etmiş ,iade ettikten sonra Gülen lehine yazı yazmış. Avukatımız Tora Pekin iadeden sonra yazdığı o yazıyı hatırlattığında “patronunun isteğiyle- emriyle” yazdığını da itiraf etti. Burada küçük bir parantez açayım. Biz bugün niye tutukluyuz, bugün toplam 17 kişi niye yargılanlıyoruz biliyor musunuz? Çünkü biz hiç kimseden emir almayız. Pek argo konuşmayı sevmem. Ama şunu net söyleyebilirim. Cumhuriyet çalışanına emir verecek kişi henüz doğmadı. Bugüne mahsus bir şey mi bu? Tabii ki hayır Bu gazetenin genlerinde var bu. Demokrasi dışına çıkılan her dönem Cumhuriyet’e yani bağımsız sese, gazeteciliğe tahammül edemeyenler bu gazetenin yazar ve yöneticilerini işkenceyle, hapisle, gazeteyi kapatarak , ekonomik olarak boğmaya çalışarak susturmaya çalışmış. 1971 muhturasından sonra da 1980 faşist darbesinden sonra da Ergenekon sürecinde de ve şimdi de... Ama Cumhuriyetçiler hiç yılmamış, yılmadı,yılmayacak."

"Üst taraf FETÖ’cülük alt taraf Atatürkçülük"

"Gelelim üzerinde konuşacağım son tanığa Alev Coşkun’a... Onun gazeteyle ilgili “ağlatan görüntüye”. İki tarihten bahsediyor ikisi hakkında da konuşacağım bugün. Önce Gülen haberi.

"(23 Mayıs 2015 tarihli gazetenin slaytı). 3 yıl önce alevlenen eski koalisyon ortakları. FETÖ - AKP savaşında Fetullah Gülen’in Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın damadını ima ederek “Berat Albayrak da burayı ziyaret etti biliyor, fakirhaneme malikane dediler” haberi. Yerini beğenmiyor Alev Coşkun burada olur mu diyor? Gazetenin tarihinde birinci sayfada hiç böyle haberlerin yer almadığını iddia etti. Avukatımız Tora Pekin Alev Coşkun vakıf üyesiyken iken birinci sayfada yer alan Gülen haberlerini gösterdi ama Coşkun onunla da tatmin olmadı “birinci sayfada ama aşağıda” dedi. Bir tarifesi var Coşkun’un gazete haberi üstte verirse bu habercilik değil altta birisi habercilik. Üst taraf FETÖ’cülük alt taraf Atatürkçülük. Alt tarafı hezeyan deyip geçersiniz ama bu yüzden yararlanıyoruz."

Yazı dizisinde neler yazıyordu?

 Şimdi gelelim Coşkun’un ikinci manşetine.(Slayt 24 Mayıs 2015 manşeti) Sürmanşette Gülen ile Erdoğan fotoğrafı yan yana. Nasıl olur bu? Aslında ben de tam bunu sormak istiyorum. Nasıl olur bu? Nasıl olurda biz sadece fotoğraflara haberin yerine bakarak bir gazeteyi yargılamaya kalkarız ?Nasıl olurda sizin gibi basın davalarında tecrübe sahibi bir mahkeme başkanı “fotoğraf ve haberin yerine bağlı kaldınız ama hiç içerikten bahsetmediniz. İçerik eleştiri?” sorusunu bu isme yöneltmedi? Bakın bu haber Türkiye’nin en önemli sosyologlarından Prof.Dr. Tayfun Atay’ın “Parti, Tarikat Cemaat” dizisinden alıntı. Ve cemaatleri “holdingleşmekle” eleştiren bilimsel bir metni temsil ediyor.

 Şöyle diyor Atay görüştüğü isimlerden birisinde nakille dizide :

 Bugün tarikatlar holdinge açılan kapılardan dolayı tükenmekte.

 Her cemaatin kendi kitlesine kilitlenmesinden hareketle bir tür cemaat fanatizmi ortaya çıktığını, işin özünde müşteri kaybetmeme telaşı olduğunu söylüyor. Yani mürit artık müşteri...

 Yine bir kaynaktan nakille şunu aktarıyor:

 Bir dönemin KİT’lerini hatırlarsınız. Kamu İktisadi Teşekkülleri. şimdi CİT’ler var. Cemaat İktisadi Teşekkülleri.

 Dizide Tayfun Atay AKP ile Gülen’cilerin ayrılan yollarına da bakıyor hem bilimsel hem siyasi açıdan. Mavi Marmara olayı arkasından Gülen’in “İsrail’e danışılsaydı keşke” cümlesi üzerinden oluşan ayrışmaya dikkat çekiyor. Şöyle diyor analizinde:

 Bir tarafta küresel sistemin ekonomi- politik isterleriyle uyarlı hareket etme yolunda hala hassas ve dikkatli bir cemaat var. Öte yanda aynı sistemin kendini açtığı imkanı değerlendirip iktidar olmuş ama kültürel genetiğinin derinliklerindeki milli görüş tortularıyla davranmaktan zaman zaman kendini alamayan AKP:

 Dizide Türkiye siyasetinde zaman zaman etkili olmuş diğer tarikat ve cemaatlerden de bahis var.

Yani işin özeti : Eğer Alev Coşkun sadece fotoğraflara bakmayıp için okusaydı bilimsel içerikli bir makale okumuş olacaktı. Küfürle değil yazıyla da bugün FETÖ diye anılan grubun nasıl eleştirildiğini görecekti. Bu diziyi okusaydı esas ağlaması gerekenin Cumhuriyet’in haberciliği değil kendisinin iftiralarla eski gazetesini ihbar ettiği makamların bu yapıyı nasıl büyütüp ülkeyi kaosa sürüklediği olacaktı.

"Şuan ben 3 yıllık hapis cezası almış kadar yattım"

 Sayın Başkan sizin ilgili birkaç noktanın da altını çizmek istiyorum.

 24 Temmuz ile 28 Temmuz arasındaki ilk beş günlük duruşmaların ardından ara kararın hemen öncesinde bir konuşma yaptınız. Dediniz ki bir bölümünde “bu yıl bitmeden davayı bitirmek istiyorum.” O gün kendi kendime dedim ki “başkan aralık ayında yapmayı hedeflediği son duruşmaya kadar yani beş ay daha içimizden bir kaç kişiyi tutuklu yargılayacağını söylüyor”. Bu konuşmanın üstünden 2 duruşma 3 ay geçti. Tahminim doğru çıktı. Aralık ayında ya da 2018’in ilk aylarında bitebilecek bu davada sonuna kadar tutuklu kalacağız. 7 kişiyi 9 ay, 1 kişiyi 11 ay, 2 kişiyi şimdilik 12 ay tutuklu yargılandığınız bir davada bizlere ceza da vereceksiniz. Mesela benimki en az 3 yıl olmalı. Çünkü şuan ben 3 yıllık hapis cezası almış kadar yattım.

 11 eylüldeki duruşma. Avukatlarımızdan Fikret İlkiz savunmasının bir yerinde Sisifos’tan bahsetti. Siz bunun üzerine İkarus örneği verdiniz. O zaman sizinle ilgili iki şey düşündüm. Birincisi ne güzel sayın başkan da benim gibi mitoloji seviyor. Muhtemelen Azra Erhat’ın mitoloji sözlüğünü okumuştur. İkincisi sayın başkan bize “yanacaksınız” diyor. Malum İkarus balmumundan yeleği ve kanatlarıyla uyarılara rağmen güneşe yaklaşıp kanatları eriyince düşüp ölmüştü. Bakın size bir şey söyleyeyim. Türkiye’de gazetecilik mesleğine başlayanlar özellikle Cumhuriyet Gazetesi’ nde çalışanlar yanmayı göze alarak işlerini yaparlar. Bizim gazetenin tarihi “yananlarla”, “yakılanlarla” doludur. Şuan bu isimlerin hepsi saygıyla anılmaktadır. Eğer yakıcı olan güç ise iktidar ise ve gazeteciyi yakacaklar diye işini yapmaktan vazgeçerse esas budur yıkıcı olan. Ben işimi yaptım, çıkarsam yine işimi yani korkusuzca gazeteciliği yapacağım. O yüzden sayın başkan yatırın yatıra bildiniz kadar yakın yapabildiğiniz kadar.

"Bugün Gülen’e en ağır küfürleri edenler o gün FETÖ’cülerle birlikte gazetecilikten değil diye tempo tutuyorlar"

25 Eylüldeki duruşma. 28 Şubat darbe süreci. Milliyet gazetesinde çalışıyorum. Genç bir gazeteciyim. 29 yaşındayım. Yaptığım bir haber yüzünden DGM’de yargılanıyorum. Yargılanmamı isteyen dönemin yetkili Paşası Çevik Bir. O gün avukatım Köksal Bayraktar. Darbecilerin 1000 yıl sürecek dediği sert günler. Tutuksuz yargılanıyorum. Avukatın Köksal Bayraktar. Beşiktaş’taki mahkeme salonunda çok sert sözlerle beni ve gazeteciliği savunuyor. Aradan 12 yıl geçiyor. Köksal Bayraktar bu kez Oda TV davasında gazetecilerin avukatı. Arkadaşlarımız bugün hala kullanılan patenti kaçak Savcı Zekeriya Öz’ün patentine sahip olduğu “gazetecilikten yargılanmıyorlar” iftirasıyla tutuklular. Bugün Gülen’e en ağır küfürleri edenler o gün FETÖ’cülerle birlikte gazetecilikten değil diye tempo tutuyorlar. O günler iktidarla Gülen’in koalisyon günleri. Çok az bir gazeteci grubu FETÖ kumpasını anlatmaya çalışıyoruz. İşte o günlerde pek çok duruşmaya giriyor Köksal Bayraktar sert ve net bir dille yapılanın sadece gazetecilik olduğunu anlatıyor. Aradan altı yıl daha geçiyor. Yine mahkeme salonları. Bu kez ben de tutukluyum. Köksal Bayraktar benim avukatım değil ama zaman zaman hepimiz adına da savunma yapıyor. Yalnız benim ilk kez rastladığım bir durum oluyor. Daha önceki davalarda rastlamadığım bir durum. 50 yılını hukuka vermiş bir avukata sert bir dille müdahale ediyorsunuz onun referans gösterdiği hukuki metni bile almıyorsunuz. O zaman kendi kendime diyorum ki: Meslektaşına tahammülü olmayan bir başkana biz ne anlatabiliriz ki ?

O yüzden fazla uzatmayacağım. Şöyle bitireyim... 

Bu konuda son söyleyeceğim şu. T 24’te Doğan Akın hatırlatmış. Tarih 10 Şubat 1987. (Buraya gazetenin birinci sayfası). Konu o dönem yerli Humeyni diye anılan ve Almanya’da yaşayan Cemalettin Kaplan. Cumhuriyet’in manşetine çıkan dosyanın başlığı işte Cemalettin Hoca. İmza Coşkun’un tarikat haberleri birinci sayfaya girmezdi diye suçladığı Cumhuriyet yönetimini yolundan ayrılmakla suçladığı Uğur Mumcu’nun.

Sonuç konuşması

Birazdan ara karar açıklanacak. Tutukluluğun devamına diyeceksiniz. Kapının hemen yanındaki odada kelepçe takılacak bizlere. Asansörle eksi 7. kata indirileceğiz. Araçlara binip 1 yıldır ağırlaştırılmış tutukluluk koşullarında kaldığımız ki ilk 9 ayı ağır tecrit koşullarıydı Silivri hapishanesine götürüleceğiz. Hava kararmış de olsa başlarımızı camlara yaslayıp İstanbul silüetini hafızamıza kaydetmeye çalışacağız. Sonra Cezaevine varış : Kelepçelerin sökülmesi üst araması gece yarısına doğru hücremizde olacağız. Ben bir alışkanlık edindim. Ara kararın açıklandığı üç duruşmadır dönüşünde ilk yaptığım şey Sokrates’in savunmasının son kısmını okumak. Demir parmaklıklı pencerenin yanındaki yatağıma geçiyorum oradan tellerle kapatılmış gökyüzüne bakıyorum. Düşünce ve ifade özgürlüğünü kullandığı için tutuklanan gazetecileri, hak savunucularını, milletvekillerini düşünüyorum. Ezberledim ama yinede kitaptan bir daha okuyorum. 

Şöyle diyor Sokrates savunmasının sonunda : 

Artık ayrılma vakti geldi çattı. Ben ölmeye, sizler de yaşamlarınızı sürdürmeye gidiyorsunuz... Hangisinin daha iyi olduğunu tarih yazacak...

Aynısını tekrarlıyorum size; 

Artık ayrılma vakti geldi çattı. Ben ölmeye, sizler de yaşamlarınızı sürdürmeye gidiyorsunuz... Hangisinin daha iyi olduğunu tarih yazacak...