Silivri Cezaevi'nde "Terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına ve anayasal düzene karşı suç işleme" iddiasıyla 427 gündür tutuklu bulunan Cumhuriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu, yazdığı mektubunda en çok lahmacun yemeyi özlediğini söyledi. Sabuncu, lahmacunun kendisi için kalabalık sofralar anlamına geldiğini belirterek, "Bu bir 'içi evde yapılmış lahmacun' yazısıdır. Bu bir 'birlikte yaşam manifestosu' arayışı, arzusu, çığlığıdır..." diye yazdı.
Söz konusu mektup şöyle:
Bu ülkenin haksızlıklara dur demek için illa sıranın kendisine gelmesini beklemeyen, çoğunun adını bilmediğimiz kahramanları var. Avukatlar, insan hakları savunucuları, gazeteciler, akademisyenler... Anneler, bir de. İşte o anneler, eşler, kardeşler, evlatlar... Türk, Kürt, Ermeni, Çerkes, Ezidi... Onlar tutacaklar ellerimizden, oturacağız yine yan yana...
Hapse girdiğimden beri en çok “lahmacun” yemeyi özledim. Yemek seçen, ayıran, imrenen, özenen birisi değilim aslında. Dışarıda da burada da... Özgür günlerde evden çıkarken sorarlardı. Akşama istediğin bir şey var mı?
Hep aynı yanıtı verirdim: Ne varsa evde fark etmez. Burada da getirilen neyse oturup yiyoruz. Ama lahmacun takıntım büyük. Bu istek o kadar popüler oldu ki ziyarete gelen avukat arkadaşlar “Senin için yedik, seni andık” diyorlar. Kendi kendime hep sorup durdum: Neden bu büyük istek? Aradığım yanıt halamın mektubundan çıktı. 13 ay sonra kaldırılan mektup yasağı ile ailemden, okurlardan, arkadaşlardan gelen, bize nefes veren satırlar... Halam mektubun sonunda şöyle yazmış: Oğlum çıktığında çocukluğunda olduğu gibi tüm aile, komşular, arkadaşlar bir araya geliriz, büyük bir sofrada hep beraber “içi evde yapılmış” lahmacun yeriz...
O an netleşti ki kafam. Özlediğim lahmacun değil bir sofranın etrafında ailemle, dostlarımla oturup yemek yiyebilmek, sohbet edebilmek aslında... Ben çocukken hafta sonlarında, bayramlarda gerçeği gün ayırmadan sık sık bir araya gelinirdi..
O günlerde içi evde hazırlanmış lahmacunları ya da tepside yapılmış “yemekleri” fırına götürüp pişirtmek çocukların göreviydi.
Hazırlanması, pişmesi, sofraya gelmesi, yemesi hepsi iyiydi evet. Ama en güzeli “kalabalık sofralardı...” Sonra yıllar geçti... Eksilmeler başladı... Aile, arkadaşlar, mahalle... Önce hayatın gerçeği... Kaybettiklerimiz... Sonra mesleğin getirdiği yoğunluk... Ve belki de en kötüsü özellikle son yıllarda “sofraları ayırdıklarımız”. Ülkenin pek çok köşesinde birbirinden farklı düşünseler de farklı aidiyetlerin, inançların, siyasi görüşlerin insanları olsalar da aynı ortamı, aynı sofrayı paylaşanların sayısının her geçen gün azalması... Ötekileştirmenin, ayrıştırmanın siyaset haline geldiği, kendisi gibi düşünmeyenin hedef yapıldığı bir ülke... Ortak sevincin, ortak üzüntünün, ortak umutların yerinin, başkasının mutsuzluğundan mutlu olan, sevincinden rahatsızlık duyan insanlara dönüşülmesi hali... Komşusu aç yatarken, tok yatmama felsefesi benimseyenlerin ülkesinde herhangi bir soruşturma bile yapılmadan işsiz bırakılan on binlerce kişi, eşi, çocuğu, annesi, babası için “ağaç kökü yesinler” diyebilen zihniyetler... Korkutmanın, sindirmenin, susturmanın yöntemi olarak “sorgulayan, itiraz eden muhalifleri” iftiralarla hapse atmaktan geri durmayan akıllar...
2018’e girerken bütün bunlar beni umutsuzluğa mı sevk ediyor peki? Kesinlikle hayır. Bu ülkede bedelini göze alıp konuşan, yazan, haksızlıklara karşı çıkan insanlar var. Her görüşten, her inançtan... Haksızlıklara dur demek için illa sıranın kendisine, ailesine, yakınlarına gelmesini beklemeyen, çoğunun adını bile bilmediğimiz/ bilmediğiniz kahramanlar var. Avukatlar, insan hakları savunucuları, gazeteciler, akademisyenler... Tabii anneler, bir de... Sadece kendi evladı için değil memleketin tüm evlatları için içi titreyen anneler...
İşte o anneler, eşler, kardeşler, evlatlar... Türk, Kürt, Ermeni, Çerkes, Ezidi... Onlar tutacaklar bizi ellerimizden, kuracaklar sofraları... Oturacağız yine yan yana... Aynı görüşten, aynı inançtan, aynı mahalleden olmasak da... İnsan olmanın, iyi olmanın, hakkı savunmanın, doğrudan yana olmanın en önemli değerler olduğunun yine, yeniden ve sonsuza kadar hatırlandığı, sofralarda güle oynaya geleceği kuracağız... Bu bir “içi evde yapılmış lahmacun” yazısıdır. Bu bir “birlikte yaşam manifestosu” arayışı, arzusu, çığlığıdır...
2018 tüm Cumhuriyetçilere, meslektaşlarıma, düşünce ve ifade özgürlüğünü kullandığı için hapiste olanlara, başta Cumartesi Anneleri, tüm annelere, evlatlara, memlekete barış, huzur, adalet getirsin.