Yazar Murat Menteş yeni kitabı ‘Antika Titanik’i Hürriyet'ten Ayşe Arman'a anlattı. Dublörün Dilemması, Korkma Ben Varım, Ruhi Mücerret romanlarının yazarı Menteş, 100 bin basılan felsefi polisiye romanında, siyasetin olmadığını ancak bir tavır bulunduğunu söyledi. Ayrımcılık, dışlama ve baskıların ortadan kalkmasından yanayım diyen yazar, "Bir toplulukta ikilikler, karşıtlıklar, kem gözler varken gerçek bir ilerlemeden söz edemeyiz. Kutuplaşma varsa, geriye gidiyoruz demektir" dedi.
"50 seneye kadar ölüme çare bulunur"
Zaman ve bilimden dem vuran yazar, "Biz de tabiri bağışlayın, ‘keriz gibi’, ölen son nesil olacağız" diyerek "Doğal yollarla asla ölmeyen ‘Turritopsis nutricula’ adlı denizanası gibi hep sağlıklı yaşayabiliriz. 50 seneye kadar ölüme çare bulunur muhtemelen. Öyle görünüyor!" vurgusu yaptı.
Hürriyet'e yeni romanı ‘Antika Titanik’i anlatan Menteş'in açıklamalarından dikkati çeken kısımlar şöyle:
"Romandaki olayları takip ederken başı dönüyor insanın. O kadar hızlı değişiyor ki her şey. Ama bir taraftan da inanılmaz bir keyifle okunuyor. Bize ne anlatmaya çalışıyorsun? ‘Antika Titanik’ Türkiye mi dünya mı?
- “Titanik’i Tanrı bile batıramaz!” denmiş. Kibrin sembolü olarak görülmüş. Zamanla, felaketin, çöküşün sembolüne dönüştü. Bana göre Titanik, hayatımızda bir şeylerin yarım kalışını temsil ediyor. İşleri toparlayamadan ölüyoruz. Aşklar yarım kalıyor, işler yarım kalıyor. Planlarımız gerçekleşmeden gidiyoruz. Torunlarımızı doyasıya sevemeden... Söylemek istediklerimizi söyleyemeden. Cümleler yarım kalıyor. Titanik, limana varamıyor. Yolculuk yarım kalıyor. 2065 yılında, Facebook hesabı olan ölülerin sayısı, dirileri geçecek. Facebook bir nevi mezarlık defterine dönecek. Bunu biliyoruz. Fakat ölüm bir problem, yaşam başka bir problem.
Romanda genç kalma konusu var. Hepimiz ölümsüzlüğün mü peşindeyiz? Gençliğe bir tapınma mı var?
- 5 bin yıl önce, Gılgamış Destanı’nda da kral ölümsüzlüğü arıyordu. Hayatta kalma içgüdüsü, en güçlü içgüdümüz. Ölümden köşe bucak kaçıyoruz. Şehitlik arzusu bile, sonsuz hayata erme inancıyla kayıtlı! Modern bilimin gündeminde, insan bilincini dijital ortama aktarmak var. Ölene yeni bir beden verecekler. Hücre yenileme yolunda epey ilerledik. Doğal yollarla asla ölmeyen ‘Turritopsis nutricula’ adlı denizanası gibi hep sağlıklı yaşayabiliriz. 50 seneye kadar ölüme çare bulunur muhtemelen. Biz de tabiri bağışlayın, ‘keriz gibi’, ölen son nesil olacağız (Gülüyor). Öyle görünüyor!
Peki sen ne diyorsun?
- Günümüz dünyası tümüyle gençlerin, hatta çocukların etrafında dönüyor. Ben çocukken evde babamın sözü geçerdi. Büyüdüm, şimdi çocukların sözü geçiyor. Ama hayat bu! Yaşlanmak, ihtiyarlık, estetik cerrahi veya kozmetiğin yardımıyla çözülemeyecek bir problem artık. Yaşlandıkça kendi evimizde yabancı haline geliyoruz. Çünkü çocuğumuzun o küçük telefon ekranına neden saatlerce baktığını bilmiyoruz. Ayrıca bizim daha büyük bir sorunumuz var.
Neymiş o?
- Gençlerin saygısını ve ilgisini yitirmemiz iyi olmadı! Ama biz de suçluyuz. Otomobillerimizi, çocuklarımızı sevdiğimizden daha çok sevdik. Az kitap okuduk. Başkalarının derdiyle pek ilgilenmedik. Biraz da cimrilik ettik. Şimdi bizi örnek alan çocuklarımız da bizi umursamıyor. Varlığımız ile yokluğumuz arasında büyük bir fark görmüyorlar. Biz buna da şaşırıyoruz. Oysa şaşırmamamız gerekiyor. İdeolojik kimlikleri ve başkalarını ezmeye dayalı başarıyı önemsediğimiz için bu haldeyiz. Kendimiz ettik, kendimiz bulduk. Gülünç duruma düştük.
Pişmanlık, bir aydınlanma çeşididir
İçinde siyaset yok, ama bir tavır var.
- Aynı romanı okumak iki insanın iyi anlaşmasına katkı sağlıyorsa, ne âlâ. Ben ayrımcılıkların, dışlamaların, baskıların ortadan kalkmasından yanayım. Ötekinin mutluluğundan rahatsız olmayalım diyorum. Düşmansız bir hayat yaşayalım. Hem şükretmeyi hem de haksızlığa itiraz etmeyi becerebilelim.
Romanın Türkiye’yi ilgilendiren yönleri yok mu?
- Başkarakteri Refik Risk, bir felsefe profesörü. Biraz uçuk ve komik biri. Ama ‘düşünüyor’. Türkiye’yi ilgilendiren de bu.
Biz artık düşünmüyor muyuz?
- Maalesef felsefeye mesafeliyiz! Bu sebeple tarihimiz, politikamız, ekonomimiz, mimarimiz, ilişkilerimiz, edebiyatımız hep bariz bir sorumsuzluk motifi taşıyor. Doğruyu, iyiyi ve güzeli anlamakta, üretmekte, fark etmekte, yaşatmakta biraz yetersiz kalıyoruz. Mesela bırakın hayatı, romanlarda, filmlerde bile neden hiç ‘dâhi’ yok? “Senin annen bir melekti yavrum” denir Yeşilçam filmlerinde. “Senin annen bir dâhiydi yavrum” cümlesini hiç kimse şakacıktan bile kurmadı. Asıl acıklı olan bu değil mi? Bir toplulukta ikilikler, karşıtlıklar, kem gözler varken gerçek bir ilerlemeden söz edemeyiz. Kutuplaşma varsa, geriye gidiyoruz demektir.
300 yıl sonra tarih kitaplarında bu yıllar nasıl anlatılacak sence?
- “Aynı anda hem erdemli hem de mutlu olmayı beceremiyorlardı” diyecekler. ‘Önemsiz kimseler’ olarak görecekler bizi."
Röportajın tamamı için tıklayın