Gündem

Murat Belge: Bu hükümetten beklentim kalmadı

Taraf yazarı Prof. Murat Belge, AKP'nin askeri geriletmesini devrim olarak nitelendirdi.

04 Temmuz 2011 03:00

T24- Taraf yazarı Prof. Murat Belge, AKP'nin askeri geriletmesini devrim olarak nitelendirdi. Ancak, bu mücadelenin "Türkiye demokrasisinden çok, AKP iktidarı için kazanımları oldu"ğunu belirten Belge, bu hükümetten beklentisi kalmadığını söyledi.

Belge'yle şöyleşen yazar Ezgi Başaran'ın Radikal'de yayımlanan  Temmuz (4 Temmuz 2011) haberi şöyle: 

 



12 Haziran gecesi, sonuçlar belli olduktan sonraki ruh halinizi anlatır mısınız?

13 Haziran’da uyandığımda hayatımdan memnundum. Seçim sonuçları zaten tahminlerime yakındı. Demek ki yanılmamıştım, içim rahattı. Hem de seçilenler ve seçilme oranlarıyla ilgili çok şikâyet edeceğim ortam yoktu ortada.

Öyle mi?

Kendi perspektifime göre evet. Fakat 70’ine yakın bir Türk olarak memnuniyetimin uzun süremeyeceğini de biliyordum. Yani bayağı uzun zamandır Türk olduğum için “Benim istediğim şeyler bu ülkede olmaz” diye de peşin hükmüm vardı. Zaten 3 gün sonra haklı çıktım. Baktım BDP ve AKP dövüşmekteler. Ve şu anda tehlikeli bir bıçak sırtında dolaştığımızı görüyorum.

Bu sizde usanç mı yaratıyor?

Hem de nasıl. Burada hiçbir şey olmaz ruh haline giriyorum. 40 sene önce nasıldı hayat diye baktığımda; hep aynı monoton sorunlar içinde döndüğümüzü görüyorum. Sorunlar aynı, sorunlara reaksiyon biçimleri aynı, insanların birbirini suçlama şekilleri aynı…

Ama sizin yazılarınızdan çıkardığım his, son 8 yıl AK Parti hükümetinin büyük değişimlere imza attığı yönündeydi…

Var tabii değişim.

Hayatımıza mı yansımıyor, nedir?

Yansıyor, mesela şimdiye kadar bir darbe olması gerekiyordu, olmadı. Ama zaten başından beri üzerinde itişip kakıştığımız sorunlar diş doldurur cinsten değil. 20 sene X sorunuyla uğraşmak gerekmezdi. Zaman kaybeden bir toplumuz biz.

X ne mesela, askeri vesayet ise diş doldurur bir sorun değil mi?

X asker sorunu değil. Asker sorunu A. Yani alfabenin başı.
 
Peki asker sorununu çözdük mü?

Daha çözemedik. AKP iktidarıyla önemli değişiklikler geldi ama asker sorunu hayatımıza sinmiş. Şu anda askerle uğraşan, askeri gerileten AKP de onun kurduğu iklimde serpildiği için bir aşamaya geldiğinde askeri iklimin meyvelerini yemeye başlıyor.

Biraz açar mısınız?

Mesela bu iklimden nasıl etkilendiğini görmek için AKP’nin Kürt veya Ermeni sorununa bakışını ele almanız yeter.

Her sorunun kaynağı asker mi?

Evet. Askerin yaratmamış olduğu bir sorunumuz yok. Kendi kendimize sorun yaratmaya fırsat bulamamış bir halkız.


AKP kazandı


AK Parti bu en temel sorun olarak gördüğünüz askerle mücadelesinde ne kadar samimi sizce?

Son seçim kampanyasında AKP cenahından ve Başbakan Erdoğan’dan duyduklarım çerçevesinde çıkardığımı söyleyeyim: Bu söylediğin mücadelenin sonucunda Türkiye demokrasisinden çok, AKP iktidarı için kazanımlar oldu.

Yine de demokrasiye de fayda sağlamıştır...

Elbette askeri vesayet kurumlarının geriletilmesi son tahlilde demokrasiye yaradı ama bunun sınırı AKP’nin rahatça iktidar olabileceği ve rahatça iktidar edebileceği bir ortamın yaratılmasına kadardı.

Hangi söylemlerden çıkardınız bunu?

Tek tek bir şey söyleyemem, toplam izlenim bu. Kürtler, Ermeniler hakkında söylediklerini bir araya getirdiğimde temelinde oldukça muhafazakâr Müslüman bakışı olan, hatta herhangi bir Müslüman aile babasının memleket meseleleri hakkında konuştuğunda söyleyebileceği, “İnsanlar içmemeli, devlet tedbir almalı” filan gibi şeyleri içinde barındıran bir portre çıkıyor. Ama bu yüzden onları suçlayamam. Muhafazakâr olma hakları var. Türkiye öyle tuhaf ki, birinin muhafazakâr olması için önce devrim yapması gerekiyordu. Ki onlar da onu yaptı.

Ne devrimi yaptılar?

Askeri geriletme meselesi bayağı devrim. Muvazzaf orgeneral, savcı tarafından sorgulanıyor ve tutuklanıyorsa…

Savcı bunu iktidar desteği olmadan yapamaz mı diyorsunuz?

İktidar ne kadar destekliyor bilmiyorum ama tüm bunlar sonuç olarak iktidarda bu parti olduğu için oluyor. Herhalde CHP’nin iktidarında böyle birşey düşünülemezdi.

Başbakan olaylara Müslüman bir aile babası olarak yaklaşıyorsa, ondan büyük demokratik adımlar beklemek baştan haksızlık olmuş öyleyse…

Ben baştan da başka bir şey beklememiştim. Benim için önemli olan bu hükümet ya da AKP değil, onlara oy veren, sırtında taşıyan, kendisini “Ben Müslümanım” diye tanımlayan kitlenin tutumu. Bu hükümetin “Tamam artık ben yapacağımı yaptım, muhafazakâr olma hakkım var” dediği noktada, o kitlenin artık onun yanında durmayacağını düşünüyorum.

Demokrasinin sigortası o kitle mi size göre?

Aldı-verdi meselesi olarak söylemiyorum ama ben bir komünist olarak “Ya bu kız başına bez bağladı diye nasıl almazsınız üniversiteye” diye bağırdımsa, o kızlardan da 50 bin tane varsa, onların bir 30 bin filan benim başıma bir şey geldiğinde “Bu iyi bir adamdı, niye böyle davranıyorsunuz” diyeceğine dair ümidim var.

Hopa’da biber gazından Metin Lokumcu ölüyorsa, öğrenciler parasız eğitim pankartı açtı diye hapse düşüyorsa, tutuklu gazeteci sayısı her gün artıyorsa ve bunlar seçim sonuçlarına hiç yansımadıysa… Bana da o ümitten aşılayabilir misiniz?

Seni muhtemelen rahatlatamam.

Yani kitlelerin kararlarını özgürlükler değil de, hastanede parasız tedavi görebilmek belirlemiyor mu?

Marksizmden geçtiysek, biliyorsun ki ekonomik temel üstyapıyı belirler. Yani biri bedavaya ameliyat oluyorsa, bazı özgürlükler de olmayıversin diyebilir. Hakikaten de toplumlar böyle işler. Ama ülkedeki polis despotizmi hep vardı. Yalnız Hopa’daki gariban adamın bu kadar heyecanlanacağı bir durum yoktu. Biraz da yapay olarak pompalanan, ucu Ergenekon’a uzanan bir gerginlikti.


Hopa olayı


Emekli öğretmen Metin Lokumcu’yu Ergenekon’a mı bağladınız?

Kendisini değil ama onun bir çevresi var, çevresinin çevresi var. Toplumda her şey böyle olur. O kişiyle sınırlı değil. Bir bakana yumurta atan öğrencileri düşün… Niçin darbeler iyidir diyen Süheyl Batum’a atmıyorlar?

Siz de mi Başbakan gibi öğrenci protestolarının arkasında başka birşey arıyorsunuz?

Öyle düşünüyorum evet. Çünkü Tan gençliğinden itibaren böyle bir gelenek var. Eğitimle yapıyoruz bunu. Türkiye’de faşizm aileden değil eğitimden gelir. 68’den beri ben bu hareketlerin içinden geldiğim için biliyorum.

Parasız eğitim pankartı açan öğrenciler hâlâ hapiste…

Akla hayale gelecek birşey değil tabii bu. Ben sonuna kadar tartışabilirim, “Senin parasız eğitimden kastın ne” diye ama konu bu değil elbette. Pankart açtı ya da kafasında bu düşünce var diye biri hapse atılabilir mi?

Bunlar moralinizi bozmuyor mu?

Bozuyor. Zaten ben bu hükümetten pek bir şey beklemiyorum artık.

Ama daha sivil anayasa yapılacak?

Dediğim çerçevede yapılacak. Yani kendilerinin iktidar olması neyi gerektiriyorsa onunla yetinecekler. Başbakan’ın milliyetçi söylemiyle ilgili, “MHP’yi barajın altında tutmak için böyle konuşuyor” diyenler oldu. Olabilir ama bence Başbakan kendisinin aklından geçirmediği bir şeyi politika için söyleyecek biri değil. Dolayısıyla bütün sözlerini hep kafasının bir yerinde olan ama şimdi dile getirdiği şeyler olarak algıladım ve bende bitti. Yani seçimde bütün bu geçmişten ötürü yine AKP’ye oy verecek bir kafadaydım. Ama seçim sabahı uyandığımda AKP’ye oy veremeyeceğimi hissettim. Ve oy kullanmadım.

AKP’den başka alternatif yok muydu kafanızda?

“Yetmez ama evetçiler ölen adamların ölümünden sorumludur” diyen Sırrı’ya, arkadaşım olduğu halde oy verecek halim kalmamıştı.

Peki yeni anayasayla ilgili Kürt sorununun çözülmesi, devletin sırtımızdan düşmesi gibi beklentileriniz yok mu?

Öyle bir zihniyet görmüyorum işte, derdim o. Yine çok kısmi, yine nalıncı keseri kendine yontan bir anayasa olacağı kanısındayım. Eğer hepten bu anayasa yapımı rafa kalkmazsa tabii.


Kürtler düğmeleri ilikli siyaset yapmalı


Size göre muhalifin tanımı nedir?

Türkiye’de muhalif bir türlü olunamaz çünkü muhalefet için akıl, fikir, eğitim lazım. Ama eğitim de bizi mutlaka Kemalizm’e bağlar. Kemalizm meselesi bugün gelinen noktada çok anakronik oldu. Hep anakronikti ama Soğuk Savaş ortamında bazı anakronik şeyler birinin işine geliyordu ve ona destek veriliyordu. Sovyetler Birliği “Kim Il-Sung’u desteklemek lazım” dediğinde, ABD de “Bizim Kemalist çocuklar iyidir” diyordu. Ama şartlar değiştiğinde elbise sandığımız anakronizmimizin çıplaklık olduğu anlaşıldı. Bunun en kıymetli sonucu da ABD’nin “Darbe yapmayın, yaparsanız da bizden yardım beklemeyin” demesi oldu. Onun için yapamıyorlar. AKP bu anakronik sistemin kendine yarayacak kadarını çözdü.

AK Parti’nin yeni bir müesses nizam ve statüko kurduğu eleştirisine katılıyor musunuz?

Şimdiye kadar biz bir ucunda ordunun olduğu düzenle mücadele ettik. Bundan böyle bir siyasi parti var. Hegemonya veya diktatörlük kurmaya çalışabileceği, muhtemelen çalışacağı bir düzen bu da. Ama sonuç olarak bu bir siyasi parti, silahlı kuvvetler değil.

BDP ne yapıyor?

Baskının sadece el değiştirmesi gibi olmuyor mu bu? Ama demek ki değişebiliyor. Değiştireceğim diye bir irade gösterdiğin zaman olabiliyor. 60’taki darbeden sonra ilk yapılan seçimde Yeni Türkiye Partisi ve Adalet Partisi’nin oyları darbeye karşı verilmiştir. 12 Mart’tan sonra Ecevit’e, 80’den sonra Özal’a verilen oylar da öyle. Yani bu toplum darbe sevmiyor. Ve buna direnç göstermek için elitler arasında bula bula bir AKP’yi bulmuş. Başka da yok. Bir de belki BDP var ama ben onların da ne yaptığını anlamış değilim.

BDP’nin Meclis’i boykot etmesini mi söylüyorsunuz?

Boykot bir stratejinin parçası. O stratejinin kendisiyle barışık değilim. Bugün AKP’ye göre biçimlenen Kürt politikasını doğru bulmuyorum. Öcalan muhatap olarak devlet görmeye alışık ve hükümeti ciddiye almıyor. Onlar da Öcalan’ı adam yerine koymuyor. Türkiye’de, ne devlette, ne askerde, ne de hükümetlerde “Kürt sorununun çözüm adımlarını Öcalan’dan başlatalım” diye bir anlayış yok. O yüzden bu hükümet de bütün o yaptığı değişimlere rağmen sonuçta Erbakan’ın hareketinden kopmuş bir parti gibi davranıyor. “Kürtlerle PKK’yı ayıralım, Kürtler bizim kardeşimiz, onları Müslümanlık’la hallederiz” fikrinde. Kürtlerin de çoğu onurlu adamlar, böyle bir şey istemiyorlar.

Boykot da o onurlu duruşun bir parçası değil mi?

Tamam ama siyaset yapıyoruz. Türkiye gibi engebeli arazide sen bir Kürt olarak siyaset yapıyorsan dostunu düşmanını seçmek zorundasın. Türkler her zamanki laubalilikleriyle, hatta pijamalarıyla siyaset yapabilirler.

Ama Kürtler bütün düğmeleri ilikli, disiplin içinde doğru kararlar vermek zorundadır. Bunu katiyen yapmıyorlar. Sonuçta iş Apo’da kilitleniyor. O da karşısında Genelkurmay Başkanı’nı görmek istiyor. Zaten devletin ezmek istediği bir hükümetle bir anlaşmaya varılacağına inanmıyor çünkü.