15 Temmuz Darbe Girişimi'nin ardından 'FETÖ'nün medya yapılanması davası kapsamında tutuklanan ve 421 gün sonra (24 Ekim 2017) tahliye edilen Murat Aksoy, hapisteyken en çok çocuklarını görmeyi özlediğini belirterek, "Her gece yatmadan önce ve sabah uyandığımda bazen hüzünlü bazen mutlu bakıp, 'Bugünler geçecek' diyordum. Bugünler geçecek ve ileride çocuklarıma 'Bu zor dönemde babanız gazeteciydi' diyecekler. Kızım ve oğlum 'Babamın yazdıkları ortada, onunla gurur duyuyoruz' diyecek. Beni 421 gün ayakta tutan bu duygu oldu" dedi.
OHAL koşulları altındaki hapishane şartlarının daha zor olduğunu belirten Aksoy, "Nasılsın" demenin bile yasak olduğunu söyledi. "Duruşmadan 3-4 gün önce Şahin Alpay’ı gördüm cezaevinde. Sabahları gardiyan eşliğinde dolaştırıyorlar onu. Nasılsın demek bile yasak" diyen Aksyon, "Bizi ayakta tutan bu dayanışma idi. Bu dayanışma hem ailemi ayakta tuttu, en önemlisi beni içeride ayakta tuttu. Cumhuriyet gazetesinin, Evrensel gazetesinin, Aydın Engin’in, Ahmet İnsel’in, Fatih Polat’ın bizden bahsettiği bütün sayfaları sakladım" diye konuştu.
Cumhuriyet'ten Canan Coşkun'a söyleşi veren Aksoy'un yanıtları şöyle:
Atilla Taş ve Gökçe Fırat ile kalmak nasıl bir histi?
Normalde 421 gün. OHAL koşullarında bu süreyi 2, hatta 3 ile çarpmak mümkün. 2 ayda bir gerçekleşen açık görüş, mektup yasağı... Hayatında birbiriyle hiç görüşmemiş, birbirini tanımayan 3 kişiydik. Üçümüz de daha laik yaşam tarzına sahip olduğumuzdan aynı hücreye konulmuş olabiliriz. 3 farklı kişiliği olan insan idik. Bir ev arkadaşlığı gibi değil, zorunlu bir haldi. Düşünsel ve hayata bakış, laiklik ve sekülerlik dışında hiçbir ortak yanımız yok. Gökçe ile siyasi olarak farklı bir yerdeyim. Atilla ile aynı partiden olmanın getirdiği bir yakınlık var ama gene siyasete ve dünyaya bakış anlamında pek çok farklılığımız vardı. Zaman zaman oturup bazı konuları tartıştık ama birbirimizi ikna etmek için değil, bir fikir alışverişi olarak yaptık.
Ne kadar sürede alıştınız birbirinize?
Herhalde 2. aydan sonra. 2. aydan sonra normal bir düzene geçtik. OHAL nedeniyle televizyonumuz ve buzdolabımız 24 gün sonra, ilk gazetemiz 40 gün sonra geldi. İlk ay yalnızca Hürriyet verdiler. Ben hep “herhalde ilk ay çıkarım, ikinci ay çıkarım, üçüncü ay çıkarım” diyordum. Benim açımdan hep umut ve umudun yarattığı belirsizlik vardı. O yüzden ilk 3 ay yarın gidecekmişim gibi yerleşmedim bile. Her an eşyalarımı toparlarım umudundaydım. O yüzden ne düzenli bir okuma yaptım ne düzenli bir yazma yaptım. 3 ayın sonunda bu iş uzayacak yavaş yavaş yerleş moduna geçtim.
Çocuklarınızı cezaevinde ilk ne zaman gördünüz?
60. günde sadece 60 dakika görebildim. Eşim, oğlum, kızım ve iki ağabeyim gelmişti. Onlarla geçirdiğim her dakikayı olabildiği ölçüde hafızama kaydedip içeriye girdiğimde bir sonraki açık görüşe kadar onları hayal ediyordum. Bir süre sonra fotoğraf yasağı kalktı. 10 tane fotoğraf verdiler, onları başucuma koydum. Her gece yatmadan önce ve sabah uyandığımda bazen hüzünlü bazen mutlu bakıp, “Bugünler geçecek” diyordum. Bugünler geçecek ve ileride çocuklarıma “Bu zor dönemde babanız gazeteciydi” diyecekler. Kızım ve oğlum “Babamın yazdıkları ortada, onunla gurur duyuyoruz” diyecek. Beni 421 gün ayakta tutan bu duygu oldu.
Mart ayında tahliye olduğunuz gün tekrar gözaltına alınmıştınız. Son tahliyenizde siz cezaevinden çıkana kadar tanıdıklarınız yürekleri ağzında bekledi.
31 Mart’ta tahliye olduğumuzda eşyaları topladık, yatağımın başucuna kurşun kalemle “Zaten gereksizdi, bitti” yazdım. 17 gün sonra aynı koğuşa girdiğimizde çıktığımız gibiydi koğuş, hiç girilmemişti. Çayın kalan demi küflenmişti. İlk iş o yazıyı silmekti. Belki altına “bitmemiş” yazmam gerekirdi. Son tahliyemizde de yalnızca “bitti” yazdım. Darbeye teşebbüs suçlamasından daha ağır bir suçlama olsaydı bu kez de aynı şeyin olma ihtimali aklıma gelirdi.
Çocuklarınız nasıl tepki verdi sizi gördüklerinde?
Tahliye olmama rağmen söylemedik kızım Duru’ya. Daha önceki tahliyemde çok beklemiş çünkü. Arkadaşında kalıyordu son tahliyemde. Önce telefonla konuştuk, “Babacığım” deyip ağladı. Gecenin bir buçuğunda aldık arkadaşından. Sokakta sarıldık. “Çok özledim seni” dedi. Oğlum Ali Emre ben geldiğimde uyuyordu. Sabah uyandığında garip garip baktı, tanıyamadı. Ortamıza aldık. Annesine sarılıyor, dönüyor bana bakıyordu. Annesine sarılıp uyumaya çalışıyor ama merak edip dönüyordu. Sabah kahvaltıya geçtiğimizde kollarımdan bacaklarımdan öptü. 2 gündür baba demeye başladı. Hemen benimsedi.
Neyi özlediniz dışarıda?
Çocuklarımı özledim. İstediğim şarkıyı istediğim sırayla dinlemeyi özledim. Şehriban’a müzik listesi yolluyordum. Onun dışında yazı yazmayı özledim. İçeride bir roman yazdım. İçinde duygu da var, hapislik de var, hesaplaşma var. Alevilik üzerine bir kitabım var. Bir tane de hapishane duygusu anlatan yazılardan oluşan kitap var.
Sabah kalktığınızda "Neredeyim" dediniz mi?
Tabii, alışamadım. Hapishaneden çıktığım andan itibaren hiçbir şeye alışamadım. Gördüğüm her şey bana yabancı idi. Yollar, ağaçlar, ışıklar. Eve de alışamadım. Televizyonu açmaya çalıştım, başaramadım. Televizyonu açınca çok şaşırdım, o kadar net ve büyük geldi insanlar. Orada küçücük bir ekrandı çünkü. Cezaevinde betondu bizim hayatımız. Şehriban’a (eşi) ayakkabılarımı göndermiştim. ‘Altında toz, toprak yok’ dedi. Çünkü 421 gün boyunca betonda yürüdük. 8 metrelik beton blokların içindeydik. Üçüncü ayda üzerimize dikenli tel gerdiler. Grup Yorum’un bir şarkısı var “Hayat yeşilde, yeşil yosunda, yosunlar boy veriyor kuytuluklarda” diye. Hapishaneye girdiğimde o nakaratı bir kez daha anladım. Çünkü yosun hayat bulabildiği en ufak nemde bitiyor. Murat Sabuncu’nun 7 adımda benim 10-11 adımda aldığım avluda tuvalet giderinin bulunduğu yerde yosun vardı. Mazgalın etrafında yonca bitmişti. Hayata dair tek şey o yosun ve yonca idi.
Tutuklu gazetecilerin duruşmalarını takip edecek misiniz?
Tabii ki. Bundan sonra tutuklu gazetecilerin, akademisyenlerin davalarını takip edeceğim. Çünkü bizi ayakta tutan bu dayanışma idi. Bu dayanışma hem ailemi ayakta tuttu, en önemlisi beni içeride ayakta tuttu. Cumhuriyet gazetesinin, Evrensel gazetesinin, Aydın Engin’in, Ahmet İnsel’in, Fatih Polat’ın bizden bahsettiği bütün sayfaları sakladım. Mesleğimi yapıp yapamayacağımı bilmiyorum. İmkânlarımız ölçüsünde dayanışmanın parçası olacağız. Sivil toplumcular ‘Bir aktivist kazandık’ diyor eşim için. O kadar güçlü durdu ki, yalnızca anne baba değil benim elim ayağım oldu. Hakkını ödemek çok zor.
Orada zor olsa da en mutlu olduğunuz an ne idi?
Kendimi en iyi hissettiğim anlar cuma günleri idi çünkü açık ve kapalı görüş vardı. Koğuşun kapısı 3 mekanizmayla açılıyordu. O kapının her açılışı, dışarıya her adımım bir umuttu. 10 dakika bile koğuştan çıkmak özgürleşmekti. Çünkü sevdiğim birine gidiyordum. 367 gün sonra bilgisayar kullanma hakkı verdiler. Orada ilk defa klavyeye dokundum. Önce sevdim klavyeyi. Dedim ki “hep senin yüzünden.”
En kötü zamanlarınızı sorsak...
İlk tutuklandığımda “itiraz ile 19 Eylül 2016’ya kadar çıkarım” diyordum. Kızım okula başlayacaktı o tarihte. Çıkamadım. O sabah onun uyandığı saatte uyandım ve mektup yazdım kızıma. O mektubu da gönderemedim, yasak olduğunu bilmiyordum, iade de etmediler. Şu anda cezaevinde. Aynı şeyi bu yılın 11 Eylülü’nde de yaşadım. En kötü şeyler kaçırdığım özel günlerdi. 30 Ağustos 2016’da gözaltına alındım. O gün Ali Emre’nin sünneti vardı. 2 gün sonra eşimin doğum günüydü, kaçırdım. 30 Eylül’de benim doğum günümdü, yalnızdım. 24 Aralık’ta kızımın doğum günüydü, kaçırdım. 28 Ekim evlilik yıldönümümüzdü, kaçırdım. Bütün bu günler için görüş günleri öncesinde beyaz tişörtlerime mesajlar yazdım. Açık görüşte gömleğimi açıp okuttum. Yasaktı böyle şeyler.
Nasılsın demek bile yasak
Duruşmadan 3-4 gün önce Şahin Alpay’ı gördüm cezaevinde. Sabahları gardiyan eşliğinde dolaştırıyorlar onu. Nasılsın demek bile yasak. Bir şiir vardı yıllar önce okuduğum. Sözleri sanırım şöyleydi: “Bulutlara da çok kızıyorum. Bizi ve her şeyi gördükleri halde hâlâ bembeyazlar.” Biz de o kadar acı çektik ki... Bu acılardan kısmi olarak kurtuldum. Şu anda aynı acıları yaşayan mesleği gazetecilik olan volta atan insanlar var. Ben şu an rahatça çay içiyorum ama içerideyken çayı ajda bardakta içebilmenin nasıl bir duygu olduğunu hayal ettim. Oradaki mutluluk olsa bile tutuklu bir mutluluktu.