Gündem

Mümtaz'er Türköne: Yolsuzluk krizinin zembereğinde Hayrettin Karaman'ın rüşvet fetvası var

Mümtaz'er Türköne: Devletten ihale alanların, gönülsüz bile olsalar hayır kurumlarına -metazoru- bağış yapmalarına Hayrettin Karaman cevaz veriyor

16 Ocak 2014 11:40

Zaman gazetesi yazarı Mümtaz'er Türköne, İlahiyat profesörü Hayrettin Karaman'ın devletten ihale alanların yardımda bulunsunlar diye hayır kurumlarına yönlendirilmesine yönelik "kayıtlı ve şeffaf olmaları şartıyla hayır kurumları bundan istifade edebilirler" sözlerini, "Bugün Türkiye’nin içinden geçtiği krizin tam zembereğinde Hayrettin Karaman Hoca’nın söz konusu fetvası duruyor. Fetva amacından saptırılmış, istismar edilmiş olabilir" diyerek eleştirdi.

Türkön'e, "devletten ihale alanların, gönülsüz bile olsalar hayır kurumlarına -metazoru- bağış yapmalarına hocamız cevaz veriyor" diyerek, "ben bu fetvanın, yolsuzluğa ve rüşvete kılıf arayanların önüne çok geniş bir meşruiyet alanı açtığını düşünüyorum" dedi.

Mümtaz'er Türköne'nin Zaman gazetesinde "Hayrettin Hoca, rüşvete fetva vermiş oldu mu?" başlığıyla (16 Ocak 2014) yayımlanan yazısı şöyle:

Mesele gerçekten mühim; öyle ki bugün Türkiye’nin içinden geçtiği krizin tam zembereğinde Hayrettin Karaman Hoca’nın söz konusu fetvası duruyor. Fetva amacından saptırılmış, istismar edilmiş olabilir.

Öyle ise önce Hoca’nın, sonra da fıkıh âlimlerinin bu fetvayı gözden geçirmesi gerekir. Din İşleri Yüksek Kurulu bu kadar mühim bir mevzuya bigane kalmamalı. Hayrettin Karaman’a sorulan sual ve verdiği fetva, 27 Aralık 2013 tarihli Yeni Şafak’ta, kendi köşesinde mevcut. Devletten ihale alanların, gönülsüz bile olsalar hayır kurumlarına -metazoru- bağış yapmalarına hocamız cevaz veriyor. Ben bu fetvanın, yolsuzluğa ve rüşvete kılıf arayanların önüne çok geniş bir meşruiyet alanı açtığını düşünüyorum. İslam hukukçuları şu suallere cevap vermeli: Bir ihalenin veya hakedişin bir hayır kurumuna bağış şartına bağlanması, ödenen parayı rüşvet olmaktan çıkartır mı? Muhtemelen vatandaşlar da cevaba bağlı olarak şu soruyu soracaktır: Devlete mahsus yetkiler (ihale verme gibi) kullanılarak temin edilen bağışlarla (veya rüşvetle) inşa edilen camilerde namaz kılınır mı, eğitim kurumlarında din öğrenilir mi? Kolayca çözülecek gibi görünen bir sorun; ama mesele maalesef bu kadar basit değil. Hayrettin Hoca’nın açtığı kapıdan girince karşımıza devletin ekonomik iktidarının hüküm sürdüğü çok geniş bir alan çıkıyor. Fıkıh âlimi bu alanı tanımadan muhakeme ve mukayese yürütmemeli.

Kamu gücünü istismar ederek çıkar sağlamak sadece rüşvetten ibaret değil. İltimas, irtikap, zimmet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, dolanlı iflas, resmî ihale ve alımlara fesat karıştırma, vergi kaçakçılığı, hayalî ihracat, gümrük kaçakçılığı gibi suçlar, tıpkı rüşvet gibi devlete ait bir yetkiyi suistimal ederek işlenebilir. Amacınız hayır işlemek olunca, suçun niteliği değişir mi? Doğrudan devlet rantının ülke ekonomisinin hemen hemen yarısını kaplayan geniş alanına adım atmış oluyoruz. Devlet rant yaratıyor ve birileri siyaset üzerinden bu ranta kestirme yollar arıyor. Hoca’nın fetvası tam burada her kapıyı açan bir maymuncuğa dönüşüyor. Devlet rantından bağış yapılabilir mi?

Devlet dört aracı kullanarak, egemenlik hakkı gereği rakipsiz bir ekonomik güç kullanır: Para basmak, vergi toplamak, hizmet ve mal alıp satmak, kamuya ait (madenler, su kaynakları gibi)  kaynakları tasarruf etmek. Kocaman finans sektörü, devletin mübadele aracı olarak para basma ayrıcalığı üzerinden işlemektedir. Siyasetin birçok kişi için asıl cazip tarafı, devletin bu ekonomik gücünü kontrol etmek ve böylece özel çıkarlar sağlamaktır. Devlet iktidarını kullanarak, devlet marifetiyle oluşan bir ekonomik değer üzerinden para kazanma çabasına  “rant kollama” adı verilir. Cep telefonu ve elektrik üretim lisanslarından, barajlarda toplanan suyun bize satılmasına kadar çok geniş bir alandır bu. “Rant kollama”nın aşamaları vardır. Ruhsatlar, izinler, teşvikler, gümrük kotaları ile devlet doğrudan bir ekonomik değer yaratır. Yaratılan bu değerler sonra birilerinin cebine gider. Adil ve eşit rekabet yok ise, iktidara yakın olanlar büyük gelirler elde ederler. Birileri düzenli olarak siyasî ilişkiler üzerinden bu rantları ele geçirir. Siyasetçi bu gücü yozlaştırarak, iktidarını perçinleme yolları bulabilir. Üçüncü köprü ve havaalanı ihalesi ile, şayet savcılık bir türlü soruşturmadığı Sabah-ATV satışı arasında bir ilişki kurmuşsa, karşımızda büyük çaplı ve organize bir “rant kollama” ve siyasetin finansmanı sorunu çıkmaktadır.

Doğru olan, kamunun yarattığı rantı vergilendirip hazineye dahil etmek veya eşit rekabet koşulları ile ekonomiye kazandırmaktır. Erdoğan Bayraktar istifa açıklamasında “kent rantı” için neden kanun çıkmadığını sorgularken, bu “kayıp vergi”ye işaret etmişti. Kısaca bağış için her türlü devlet rantından alınan para, milletin cebine girmesi gereken bir paradır. İhaleyi alan müteahhit de zaten bu bağışı maliyetine eklemektedir. Ucu Beytülmal’e dokunduğuna göre bağış parası “rüşvet” faslına girmektedir.

İlgili Haberler