Türk Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Muharrem Yılmaz, "Gezi Parkı olayları ile ilgili olarak da tabi hızlı bir açıklama yapma ihtiyacı oldu. Bence çok da hızlı değildik. Daha da hızlı olsaydık keşke, olayların buraya gelmesini önleyebilecek kadar etkili olabilseydik" dedi.
Cizre'deki Çözüm Sürecine Yatırım turunun ardından konuşan Yılmaz, Gezi Parkına yapılan polis müdahalesinden kaçan insanların sığındığı Divan Oteli'ne ilişkin olarak, "Bizim kültürümüzde kapınıza geleni muhtaçsa, sıkıntısı varsa, ihtiyacı varsa geri çevirmek yoktur. Ben yaralı bir insanın otelin kapısına geldiği zaman, o otel yöneticilerinin kapıyı kapatıp onu geri çevireceğini düşünmüyorum" dedi.
Muharrem Yılmaz'ın Mlliyet gazetesi Ekonomi Müdürü Şükrü Andaç ve iş dünyası muhabiri Eylem Türk’e verdiği söyleşi'nin bir kısmı şöyle:
Gezi Parkı olayları sırasında TÜSİAD olarak ‘olağanüstü aşırı güç kullanılıyor’ diyerek ilk açıklama yapan kuruluşlardan birisi oldunuz? Cumartesi günü öğlen saatleriydi ve polis henüz Taksim’den çekilmemişti. O süreç nasıl yaşandı?
Gezi Parkı olayları ile ilgili olarak da tabi hızlı bir açıklama yapma ihtiyacı oldu. Bence çok da hızlı değildik. Daha da hızlı olsaydık keşke, olayların buraya gelmesini önleyebilecek kadar etkili olabilseydik. Türkiye’nin ekonomide sağladığı itibarı demokraside de sağlayabilmesi için yeni bir fırsata dönüştürülebilmesi imkânı var diye o gün konuştuk. Maalesef bu fırsatı değerlendiremedik.
Dünya kamuoyu olayları nasıl algıladı?
Zannediyorum dünya kamuoyunda da bu gelişme Türkiye için bir artı olarak kaydedilmiştir. Ne mutlu ki Türkiye’de de demokrasinin mayası tutmuş, insanlar demokrasiyi içselleştirdikleri için bu taleplerinde de samimiyetle ve ısrarla hareket ediyorlar. Bu işin Türkiye için kazançlı tarafı. Şimdi yavaş yavaş bu mayası tutan demokrasinin daha ileri aşamalarına gelmesi lazım.
Devlet-birey ilişkilerinde bireyi merkeze alan Anayasa hazırlayabilsek bu Türkiye’nin dünyaya önemli bir mesajı olur. Demokrasi alanındaki gelişmeler dünyanın güzel bir örneği olacaktır. Çevremizde bizi dikkatle izleyen ülkeler var. Ayrıca AB vizyonumuzu da çok canlı tutmamız lazım.
Başbakan’ın yaptığı konuşmalarda TÜSİAD’ın bazı kurucularını hedef alan ifadeler kullanması yönünde ne düşünüyorsunuz?
Siyasetin dili maalesef biraz keskin. Bizim kültürümüzde kapınıza geleni muhtaçsa, sıkıntısı varsa, ihtiyacı varsa geri çevirmek yoktur. Ben yaralı bir insanın otelin kapısına geldiği zaman, o otel yöneticilerinin kapıyı kapatıp onu geri çevireceğini düşünmüyorum.
Nitekim biz 500 bin kişiyi kabul ettik. (Suriye’den kaçanlar)... Kendi ülkelerinde mağdur oldukları için, sıkıntıları olduğu için muhtaç olarak kapımıza geldikleri için. Bu hiç sorgulanmadı ülkede. 500 bin kişiyi ‘sen suçlu musun’ diye sorgulama imkânı var mı? İşte otelin kapısına gelenlere de arkadaş sen kimsin terörist misin, suçlu musun diye sorgulamak mümkün mü? Böyle bir şey beklememek lazım. Suriye’den gelenlere nasıl davrandıysak, evimizin, otelimizin kapısına dayanan muhtaç insanı da geri çeviremeyiz.
Başbakan ile yaptığınız son görüşmede bu konu gündeme geldi mi?
Siyasetin söyleminin daha uzlaşmacı olması beklentimizi toplumu ayrıştıran bir üslubun sakıncalarını, hele hele bu ülkenin lokomotifi olmasını beklediğimiz ve bugüne kadar gururla söz ettiğimiz iş insanlarımızın böyle hedef gösterilmesinin sakıncalarını dile getirdim. İnsani refleks olarak değerlendirilmesi gerektiğini anlattım.
Nasıl karşıladı?
Birbirimizi karşılıklı dinledik.
Görüşme talebi sizden mi geldi?
Bu tür gelişmeler ve iş dünyasına yönelik özellikle faiz lobisi gibi söylemler ortaya çıktıkça, dinlemek istedim. Yürütmenin başı olarak, devletin bütün bilgi kaynakları Başbakan’ın uhdesinde, kullanımında. Bizim bilmediğimiz bir şey varsa müdahil olmamız gereken bir husus varsa bunları anlamak ve öğrenmek için randevu istedim. Karşılıklı birbirimizi dinleyip anlama imkânımız oldu. Diyalog her zaman yararlıdır.
Görüşmenizden sonra da yine benzer söylemler devam ediyor...
Hep beraber üzülüyoruz. Herkes üzülüyor. Türkiye’de kimsenin istemediği, memnun olmadığı bir hava estiğini düşünüyorum. Başbakan da memnun değil ama hiç kimse de memnun değil bu gelişmelerden.
Tam da bu noktada gösteriler ‘Türkiye’yi zayıflatmak için bir provokasyon olarak algılanmıyor mu’ hükümet tarafından?
Gezi Parkı’nda çevre duyarlılığıyla başlayan ve katılımcı demokrasi taleplerinin dile getirildiği süreçte mutlaka provokasyondan medet uman, bu tip gösterilerde bulunmaya çalışanlar oldu. Ama esası gözden kaçırmamak lazım. Onlar bence polisiye vakalar.
Onların ayıklanması, esas özü etkilemesine esas görüntüyü gölgelemesine izin vermemek lazım.
‘Erken seçim havası var, Anayasa artık imkânsız’
Son gelişmelere bakıldığında yeni Anayasa treni kaçıyor diyebilir miyiz?
Tren kaçmaz, gecikiyor. Keşke anayasa uzlaşma komisyonunun kurulduğu uzlaşma anlayışıyla müzakereler de devam etseydi. Anayasa uzlaşma komisyonunun çalışmalarının çok arzu ettim bizi kucaklaştıracak bir anayasanın umudunu taşıdığımı, Uzlaşma Komisyonunun kuruluş biçiminden itibaren çok takdir ettiğimizi ve bunun böyle devam edip uzlaşmanın sağlanması yönünde adımlar atılması beklentimizi çok ısrarla söyledim.
Her geçen gün biz o uzlaşma havasından uzaklaştığımız için umudumu belki koruyamıyorum. O uzlaşma havasından uzaklaşması o umudu koruyabilirdim. Ama gecikme olma ihtimali maalesef görünüyor. Türkiye biraz erken bir seçim havasına da girdi. Bu bir havada bir anayasa tartışmasını devam ettirilmesi de imkansız hale geldi gibi görünüyor. Biraz bunları maalesef diye nitelendiriyorum.
‘Güç kullanılırken şefkatli olunmalı’
TÜSİAD ‘olağanüstü aşırı güç’ kullanımı konusunda uyarı yapmıştı, süreç sonunda ‘kahraman polise’ döndü. Bunu nasıl görüyorsunuz?
Meşru güç kullanımı sadece ve sadece devletin hakkı. Bizim devletimizden beklediğimiz şefkat. Devletin gücü kullanırken şefkatli davranması gerekir. Devletin gücü devredenlerin emanetine hassasiyet göstermesi gerekir.
Sizce bu emanete hassasiyet gösterildi mi?
Gördüklerim bu düşüncelerime paralel gelişmedi. Maalesef hem şiddeti kullanarak provokasyon yapmaya çalışanlara imkân yaratıldı hem de onların üzerine gönderilen güç ayrım yapılmadan kullanıldı. Halbuki görevi ayıklamaktı. Bu, hepimizin vicdanını bir kere daha yordu ve üzdü.
‘Birlikte yaşama irademiz var’
Cizre ziyaretiniz çözüm sürecine ilişkin görüşlerinizi ne yönde etkiledi?
Şırnak’ta, Cizre’de yaşayanların çözümle ilgili beklentilerini gördük. Sürecin geri dönülemez bir noktaya geldiğini düşünüyorum. Gezi olaylarında yükselen demokrasi taleplerinin ve bireyin öne çıkarılmasını bekleyen taleplerin aslında çözüm sürecine en çok yardım edecek unsur olduğunu düşünüyorum.
Biz ekonomide, refahta sağlanacak gelişmelerin demokrasiye yardım edeceğini söylediğimiz gibi ekonomideki gelişmelerin de ancak demokrasinin gelişmesiyle sürdürülebilir olduğunu ifade ediyoruz. TÜSİAD olarak çözüme yatırım için gittik.
TÜSİAD bu konuda sorumluluk almaya hazır mı?
Aslında biz bu mesajı ilan etmek için Cizre toplantısını yaptık. Amacına da ulaştı. Çözüm sürecine paralel olarak ekonomik faaliyetlerin de hızla gelişeceğini görüyorum. Bölge ekonomisinin yıllık yüzde 15 büyüyeceğini ve genel Türkiye ekonomisine yüzde 1.5 ilave katkıda bulunacağını öngörüyoruz. Bu çok muhteşem bir şey. Çok büyük yatırım fırsatı olduğunu gösteriyor. 6. bölge için getirilen teşvik politikasının da yatırımları cazip hale getirdiğini düşünüyorum. Ben hızla sonuç alınacağına inanıyorum. TÜSİAD, bölgeye yönelik olarak ‘Yatırım Danışma Konseyi’ kuracak. Bu yolla bölgeye ilişkin referans vermek istiyoruz. Diğer taraftan bir yatırım ofisi gibi çalışarak yatırımcılara bilgi ve destek sağlamayı amaçlıyoruz. Esas ama güven vermek.
Peki Güneydoğu artık güvenli mi?
Ben hep birlikte bir arada yaşama irademizi görüyorum ve ona güveniyorum. Esas güvenlik bu. Bu nedenle çözüm süreciyle ilgili umudum ve beklentim çok yüksek.
‘Faiz lobisi bankalar ise en büyük zararı onlar gördü’
Faiz lobisi son dönemde büyük tartışma konusu. Sizce kime, neye atıf yapılıyor?
İlk günlerde faiz lobisi tanımını anlamadığımı ifade etmiştim. Esasen Başbakan’dan görüşme talep etmemin özünde bu söylemin yükselmesi vardı. Türkiye kaynaklı bir şeye işaret etmiyor sanki. Türkiye’de faiz lobisi diye nitelendirilebilecek kurum yok. Çünkü yüksek faizden en çok zararı bizim finans kurumlarımız gördü. Bence bu tanım dünyada başka bir odak için kullanılıyor. Türkiye için kullanırsak bir hata yapmış oluruz. Türkiye’nin bağımsız denetleme ve düzenleme kurumları görev yapmıyormuş gibi bir sonuç çıkar. Bu kurumlar gerektiğinde dünyanın en ağır cezalarını uyguladılar. Yabancı yatırımcılar da Türkiye ekonomisine dışarıdan bakarken bu kurumların sağladığı güveni de dikkate alıyor. Bu nedenle faiz lobisi söylemi Türkiye’deki finans sektörüne yönelikse büyük bir haksızlık olur. Çünkü en büyük zararı onlar gördüler. Diğer taraftan kendimiz kurduğumuz kurumlara da haksızlık olur.
Başbakan Erdoğan ile görüşmenizde bu tanım netleşmedi mi?
Ben bu analizimi kendisiyle paylaştım.