Karar yazarı Mikdat Karaalioğlu, Türkiye'nin tam demokrasiye geçmek için tarihinin en uygun dönemini yaşadığını iddia etti. Karaalioğlu, "Koşulların bu denli uygun olmasının en önemli nedeni de paradoksal bir şekilde AK Parti iktidarlarıyla Türkiye’nin diğer iktidar dönemleriyle kıyasa kabul etmez şekilde artan refahı" ifadesini kullandı. "Muhafazakârların önünde demokratik kurumlaşma adına ciddi bir imtihan bulunuyor" görüşünü yazan Karaalioğlu, "Sayın İmamoğlu’nun belediye başkanlığı süresince sergileyeceğimiz tavır. AK Parti’nin İstanbul Belediye Meclisi’ndeki çoğunluğa sahip olması ve merkezi iktidarı elinde bulundurması İmamoğlu’nun hareket kabiliyetini sınırlayacak. Aslında bu makul sınırlarda gerçekleşmesi durumunda, en azından 31 Mart sonuçları açısından, meşru ve mantıklı bir durum. Neticede bu çoğunluğu seçmen belirledi. Ancak demokratik ve ahlaki sınırlar aşılırsa bu AK Parti açısından siyasi bir intihar olacağı gibi muhafazakâr kesim açısından da telafisi çok güç tarihi bir gerilemeye neden olur. Muhafazakâr kamuoyu yeni dönemde hiç alışık olmadığı, yeri gelince kendi kurumlarına karşı baskı oluşturmak gibi tavırlar sergileyebilecek mi? Muhafazakâr kesim için AK Parti’nin kaderinden daha önemli olan soru bu" diye yazdı.
Karaalioğlu'nun "AK Parti’nin değişimi, muhafazakârların dönüşümü" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Öyle görünüyor ki demokrasi, hukuk, temel hak özgürlükler gibi alanlarda uzun zamandır beklenen adımları AK Parti şimdi atacak. Sayın Erdoğan muhtemelen daha önceki söylem ve tavırları ile çelişir görünen birçok yeniliği uygulamaya sokacak. Seçim sonuçları bunu gösteriyor ve temel meşruiyeti seçmene dayanan Erdoğan’ın bunun dışında bir adım atması çok düşük bir ihtimal.
Ancak AK Parti ve Erdoğan’ı özeleştiriye davet eden özellikle muhafazakâr kesimin gözardı etmemesi gereken bir gerçek var. Muhafazakâr kesimin temsilcisi olan bir partinin demokratlık derecesi, içinden çıktığı ve yaşadığı çevrenin demokrasi kabiliyetiyle direkt alakalı. Son seçimlerde Millet İttifakı’na yüzde 5 oranında kaydığı tahmin edilen muhafazakâr oylar sadece AK Parti’ye değil muhafazakâr kurumlara duyulan bir tepki olarak da okunmalı.
Alınan siyasi kararların sorumlusu elbette siyasilerdir. Ancak AK Parti’nin çoğulcu, demokratik, kapsayıcı ekseninden kaymasının bir nedeni de muhafazakâr camianın kamuoyu baskısı gibi bir kontrol mekanizmasını işletememesidir. İslami cemaat ve gruplarda şahıslara kutsiyet atfedilerek oluşturulan hiyerarşik sadakat, mensubu olduğumuz sosyo-kültürel çevrenin itiraz ve tartışma kültüründe yüz yıllardır kapatamadığı mesafe ve bu zaafiyetleri ranta çevirmesini çok iyi bilen müptezeller, ortaya çıkan siyasi tablonun ortak müsebbibidir. Biri diğerinden daha az ya da fazla sorumlu değildir.
***
Evet, diyelim ki AK Parti arzu edilir düzeyde demokratik bir kurum olmayı başaramamıştır , peki diğer muhafazakâr eğilimli kurumlar bunu başarabilmiş midir? Bu yönüyle Türkiye’nin genel sorunu olan demokratik kurumlaşmada, muhafazakârların da arzu edilir sıçramayı, uygun koşullara rağmen başaramadıkları ortadadır. Kurumlardan kasdedilen, yapılardan ziyade eylem ve tavırlardır. Bu noktada Şevket Pamuk’un Türkiye’nin 200 Yıllık İktisadi Tarihikitabındaki kurumlar tanımından istifade edebiliriz. Kitabın iktisadi gelişmelerde kurumların öneminin anlatıldığı üçüncü bölüm S.38’de kurumlar “Toplum içinde kişler veya farklı gruplar ya da kesimler arasındaki ilişkileri biçimlendiren ve yönlendirilen yazılı ve yazılı olmayan kurallar, örgütlenmeler ve bunların uygulanması“ olarak tanımlanıyor. Zaten Pamuk’un kitabında da Cumhuriyet tarihi boyunca tüm iktidarların kurumlaşmayı sağlamak yerine, yaptıkları reformlarla günün sonunda iktidar çevresindeki insanlara rant sağlayıp, toplumun diğer kesimlerini mağdur ettiği ayrıntılı olarak anlatılıyor.
AK Parti’nin tek adamcı otoriter yapısını eleştirirken, mensubu olduğumuz camiadaki yapıların da aynı mantıkla yürüdüğü gerçeğini kendimize itiraf etmek durumundayız. AK parti hakkında başlamasını umduğumuz öz eleştiri sürecini, içinde bulunduğumuz tüm grup ve kurumlarda başlatamazsak kapsayıcı bir dönüşüm zaten gerçekleşmez.
Her ne kadar zihinlere abartılı bir beka endişesi sokulmuş olsa da, Türkiye tam demokrasiye geçmek için tarihinin en uygun dönemini yaşıyor. Koşulların bu denli uygun olmasının en önemli nedeni de paradoksal bir şekilde AK Parti iktidarlarıyla Türkiye’nin diğer iktidar dönemleriyle kıyasa kabul etmez şekilde artan refahı. Ekonomik göstergelerin kötü olması ve acil tedbirler alınmaması durumunda ciddi bir krizin gelme ihtimali bu gerçeği değiştirmiyor. Pek çok göstergenin yanında Türkiye’de orta sınıf sayısal olarak hiç bu kadar yüksek seviye ulaşmamıştı. Bu tarihi eşiği aşabilmek sadece bir siyasi partinin dönüşüm kabiliyetine de bağımlı değil.
Muhafazakârların önünde demokratik kurumlaşma adına ciddi bir imtihan bulunuyor: Sayın İmamoğlu’nun belediye başkanlığı süresince sergileyeceğimiz tavır. AK Parti’nin İstanbul Belediye Meclisi’ndeki çoğunluğa sahip olması ve merkezi iktidarı elinde bulundurması İmamoğlu’nun hareket kabiliyetini sınırlayacak. Aslında bu makul sınırlarda gerçekleşmesi durumunda, en azından 31 Mart sonuçları açısından, meşru ve mantıklı bir durum. Neticede bu çoğunluğu seçmen belirledi. Ancak demokratik ve ahlaki sınırlar aşılırsa bu AK Parti açısından siyasi bir intihar olacağı gibi muhafazakâr kesim açısından da telafisi çok güç tarihi bir gerilemeye neden olur. Muhafazakâr kamuoyu yeni dönemde hiç alışık olmadığı, yeri gelince kendi kurumlarına karşı baskı oluşturmak gibi tavırlar sergileyebilecek mi? Muhafazakâr kesim için AK Parti’nin kaderinden daha önemli olan soru bu.