Dünya

Moskova'dan Türk ordusu analizi: İçeride kontrol altında, dışarıda güçlü!

Türk Silahlı Kuvvetleri üzerine yapılan ayrıntılı analizde, ordunun ülke içinde adım adım güç kaybetmesi ve AKP'nin iç ve dış politikasına bağlı olarak yeniden konumlandırılması incelendi

30 Nisan 2013 15:25

"Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan başlayarak önemli ayrıcalıklara sahip olan Türk Silahlı Kuvvetleri, son dönemde siyasi gücünü kaybetti ve iktidarın kontrolü altına girdi. Öte yandan Türkiye ordusu, uluslararası alanda giderek otoritesi artan bir güç haline gelmeye başladı."

Rusya’nın etkin ve Kremlin’e yakın sivil toplum kuruluşlarından Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi’nden iki uzmanın, Vladimir Avatkov ve Yuliya Tomilova'nın yorumunda bu fikir öne sürülüyor. Türk Silahlı Kuvvetleri üzerine yapılan ayrıntılı analizde, ordunun ülke içinde adım adım güç kaybetmesi ve AKP'nin iç ve dış politikasına bağlı olarak yeniden konumlandırılması incelendi. Ordunun, Ankara'nın dış politikasında etkin bir araca dönüştüğü vurgulanarak, giderek "komşularla sıfır sorun"dan hırslı ve saldırgan bir çizgiye gelen yeni dış politikada önemli bir öge haline geldiği savunuldu. Analizde Suriye'deki gelişmelerle ve Türkiye-Rusya ilişkileriyle ilgili kaygılar da dile getirildi.

Yorumun yayımlandığı internet sitesi Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi’ne ait. Prezidyumunda Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Basın Sözcüsü, Türkolog Dmitriy Peskov’un yer aldığı Konsey’in Mütevelli Heyeti Başkanlığı’nı eski başbakanlardan Yevgeniy Primakov yürütüyor. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve Sberbank CEO’su German Gref gibi isimler Mütevelli Heyeti’nin üyeleri arasında bulunuyor. Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi’nin kurucu ortakları ise; Rusya Dışişleri Bakanlığı, Rusya Eğitim ve Bilim Bakanlığı, Rusya Bilimler Akademisi, Rusya Sanayici ve İşadamları Birliği ile İnterfax Haber Ajansı.

"21. yüzyılın başında Türk Ordusu’nun yeni görünümü" başlıklı yazının Türkçesi, RusyaAnaliz sitesinde yayımlandı. Yazıda şöyle deniyor:

"21. yüzyılın başında Türkiye, siyasal yaşamını, dış politikadaki birtakım önceliklerini, ülke içindeki siyasal ilişkileri köklü olarak yeniden gözden geçirme yoluna gitti. Orduyu aşama aşama siyasetten uzaklaştırma süreci başladı. Diğer taraftan, hükümetin, Türkiye’nin uluslararası arenada otoritesinin sağlamlaştırılmasını, ordunun modernleştirilmesine ve savaş yeteneğinin artırılmasına bağlayan yaklaşımı dikkat çekicidir.

Bunun için Türkiye yalnızca kendi kaynaklarını kullanmakla kalmıyor, müttefiklerinden de yardım alıyor. Örneğin, Amerikan “Patriot” füzesinin yerleştirilmesi, hem Türkiye’nin hava savunma sistemini güçlendirmesine, hem de aynı zamanda Ortadoğu’daki pozisyonunu sağlamlaştırmasına katkıda bulunmuştur.

Gerek muhalif güçlere gerekse askeriyenin üst kademesine karşı seri yargılamaların başladığı 2008 yılına kadar ordu, ülkede iç politik sürecin ayrıcalıklı düzenleyicisi idi.

2010 yılında yapılan referandum sonucu onaylanan düzenlemeler ordunun siyasal süreçteki rolünü önemli ölçüde sınırladı.

Hukuk alanında “Ülkenin Ulusal Güvenliğine ilişkin Yeni Siyasal Belge” ya da “Kırmızı Kitap”ın 2010 yılında kabul edilmesi AKP için ciddi bir zafer oldu.

İçerde ordunun siyasetten uzaklaştırılması süreci devam ederken, uluslararası arenada Türk Silahlı Kuvvetleri’nin otoritesi artmaktadır. Türkiye, NATO ve BM bünyesindeki barış gücü operasyonlarına daha aktif olarak katılmaya, mücadele olanaklarını ve siyasal iddialarını sergilemeye başlamıştır. BM’in Liberya, Fildişi Sahilleri ve Haiti’deki barış gücü operasyonlarına, NATO’nun Afganistan ve Kosova’daki askeri operasyonlarına davet edilmiştir. Bugün Türkiye, dünyada barış ve istikrarı destekleme operasyonlarına katılmak için en önemli polis gücünü veren 15 ülke arasında yer almaktadır.

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da Arap Baharı’nın başlamasıyla birlikte Türkiye bölgesel lider konumuna gelmek için reel bir olanak ele geçirdi. Mısır ve Libya gibi etkili bölgesel güçler istikrarsızlaştırıldı ve iç ve dış siyasal güçlerin karşılıklı mücadele alanı oldular. İran kuşatma halindeydi ve hala bu durumda.

Arap ülkelerindeki muhalif güçlere desteğini açıklayan Türkiye bu koşullarda bir anda bölgesel “kahraman” oldu. Ancak Türkiye yönetimi bölgede yabancı güçlerin katılımıyla askeri bir çatışmanın başlaması durumunda zafer madalyasının galiplere takılacağını, Kendisinin ise hiçbir şey alamayacağını, üstelik bölgedeki durum üzerinde artık etkili olamayacağını anladı.

Bu nedenle, Ankara dış politika çizgisini değiştirdi ve bölgede yeni gerçekliklerin oluşumu sürecinde kendi silahlı kuvvetlerinin anahtar rolünü dillendirerek askeri potansiyelini sergileme kozunu oynamaya başladı. NATO’nun İzmir’deki askeri üssü, Libya operasyonlarının komuta merkezi ve askeri uçakların bombardıman için uçtuğu alan oldu.

Bugün tüm dikkatler Suriye’ye odaklanmış durumda.

ABD Suriye’deki iç çatışmalara müdahale etmek yoluyla bu ülkede savaşmak için yeterli olanaklara sahip değildir ve bu yönde isteksizdir. Türkiye’nin bölgede bulunması ve Suriye’deki savaşa katılması, NATO’nun bu sorunu başkalarının eliyle çözmesine yardımcı Türk Ordusu, ülkenin, resmi olarak ilan edilmiş olmasa da, fiilen uygulanmakta olan yeni dış politika çizgisinin yürütülmesi için istisnai olarak bir araç konumundadır. Türkiye tıpkı kendi yakın müttefiki ABD gibi askeri güç kozunu oynamakla kendi barışçı devlet imajından gitgide uzaklaşmaktadır.

Türk ordusunun elinde bulunan silahlarının önemli bir bölümü ABD ve İsrail’den ithal edilmiştir. Türkiye’nin bazı silah türlerini tamamen ithal etmesi gerekmektedir. Ancak sırf yabancı teknoloji ithal ederek orduyu modernleştirmek Ankara’nın işine gelmemektedir. 2012 yılı başında Türkiye Savunma Bakanlığı Savunma Sanayi Dairesi askeri sanayi kompleksini geliştirme planı sunmuştur. Bu plan uyarınca 2016 yılına doğru Türkiye büyük bir ulusal savunma sanayisine sahip ilk on ülke arasına girmek niyetindedir.

Ortadoğu ülkeleri ve Rusya için en büyük tehlike, Türkiye’deki iktidar partisinin artmakta olan dış politik hırslarıdır. Davutoğlu’nun “komşularla sıfır sorun” gibi yapıcı ve yenilikçi dış politika çizgisi, “Arap Baharı’nın” başlamasıyla birlikte önemli bir dönüşüme uğradı ve yaratıcılığın yerini saldırganlık aldı. Türkiye’nin dış politikasında anahtar bir değişiklik oldu ve Türkiye yalnızca bölge liderliği talebi olan bir ülkeden, önde gelen bölgesel bir güce dönüştü.

Türkiye’nin NATO yönelimi ve bölge açısından barış getirmekten çok istikrarsızlaştıracak bir politika yürütmesi, Türkiye-Rusya ilişkilerini önemli ölçüde zora sokabilir."

"21. yüzyılın başında Türk Ordusu’nun yeni görünümü" başlıklı yazının tamamını RusyaAnaliz sitesinde okuyabilirsiniz:

 

http://rusyaanaliz.com/21-yuzyilin-basinda-turk-ordusunun-yeni-gorunumu/