Mor ve Ötesi grubunun solisti Harun Tekin, Birgün gazetesinde 2 yıldır yayımlanan köşe yazılarına son verdiğini açıkladı. “Tek kelimeyle anlatmak zor, 'bu kadar kötülükle biz baş edemeyiz' ile 'aklımızı korumak için biraz susmak gerek' cümleleri dönüyordu kafamda” diyen Tekin, “Tabii ki ‘sözün bittiği yer’ değildi, ama sözlerin çok üzgün olduğu bir yerdi bu” sözleriyle okuyucularına veda etti.
“Kimilerine göre naif, kimilerine göre romantik, kimilerine göre fazla köşeli, kimilerine göre kibirli, kimilerine göre uysal yazılar yazdım” diyen Tekin, “Şimdi en azından bir ara vermek gerek. Ne kadar süreceğini, nasıl sona ereceğini şu an bilmediğim bir ara. Sürç-ü lisan ettimse, affola” ifadelerini kullandı.
Harun Tekin’in Birgün gazetesinde "Veda" başlığıyla yayımlanan (29 Eylül 2015) yazısı şöyle:
Yaklaşık iki yıl önce BirGün’de düzenli olarak yazmaya başladım. O sırada Ece Temelkuran’ın ve şahane bir genç ‘çapulcu’ grubunun emekleriyle gazetede bazı ciddi yenilikler olmaktaydı. Bunların bir kısmı ‘Veda’ başlığıyla duyurulmuş, genel olarak da olumlu tepkiler almıştı. Ece bir gün benden Memet Ali (Alabora) ile ilgili bir yazı istemiş, o yazıdan bir süre sonra da gazetede düzenli yazmamı teklif etmişti. Büyük bir mutluluk ve tedirginlikle kabul etmiştim.
Mutluydum, çünkü hem (o sırada hemen sonrasında bulunduğumuz) Gezi direnişi sırasında, hem de bütün hikâyesi boyunca BirGün’ün artıları eksilerinden çok fazla olan bir mecra olduğunu, küçük de olsa bir katkı sunabileceğimi düşünmüştüm. Tedirgindim, çünkü haftada bir 4000 vuruşu geçmeden derdini anlatan ve kendini tekrar etmeyen yazılar yazmak bana hiç de kolay görünmüyordu.
İlk haftalarda bocaladım, cümleler uzun, konular geniş, üslup tuhaftı. Sonra en azından derdini anlatma konusunda bir miktar ilerleyebildiysem ne mutlu.
Yaklaşık 1,5 sene boyunca neredeyse hiç aksatmadım yazıları. Üç seçim, bir devasa yolsuzluk skandalı, ikişer tane kutlanamayan 1 Mayıs ve 1 Haziran ve daha neler neler geçti. Bu arada umutla umutsuzluk, barışla çatışma arasında salınıp durduk hep beraber. Sonra 7 Haziran’da uzun süre sonra bir oh çekti çoğumuz, ama erkenmiş. Ne kadar erken olduğunu Suruç’ta anladık.
Benzer bir hisse Reyhanlı katliamı sonrası kapılmıştım. Tek kelimeyle anlatmak zor, “bu kadar kötülükle biz baş edemeyiz” ile “aklımızı korumak için biraz susmak gerek” cümleleri dönüyordu kafamda. Suruç’taki patlamayla birlikte yine öyle oldu. Tabii ki ‘sözün bittiği yer’ değildi, ama sözlerin çok üzgün olduğu bir yerdi bu.
Artık yazılarımı aksatmaya başlamıştım, hem yukarıda bahsettiğim histen, hem de kendini tekrarlama kaygısından. Birkaç haftadır da artık bir ara vermenin doğru olacağını düşünüyordum ve sanırım artık o noktaya geldik.
Tamamen gönüllülük esasına dayanan ilişkimizde BirGün çalışanları ve yöneticilerinden hiçbir zaman yazılarıma ya da bana yönelik ‘kusurlu bir hareket’ görmedim, sağ olsunlar, hepsinin emeklerine sağlık. Diğer yandan Akın Olgun’un gazeteden ayrılış biçiminin bu gazeteye hiç yakışmadığını da bu vesileyle paylaşmam gerek. Başka bir iki eleştirimi de ilgililerle paylaşacağım, burası ne yeri ne de zamanı.
Bir gün bu ülkede bir medya müzesi kurulursa, bu gazetenin oradaki en saygın yerlerden birine sahip olacağına inancım tam. En başta düşünülen neydi, hangi politik çatışmalar ya da tercihler neyle sonuçlandı, kim gazetenin hangi durumundan memnun ya da değil, bilemem, ama özellikle Gezi sonrası dönemde Barış İnce’nin ‘eşbaşkanlığında’ yürütülen sürecin dünya medya tarihi açısından da incelemeye değer olduğuna inanıyorum.
Kimilerine göre naif, kimilerine göre romantik, kimilerine göre fazla köşeli, kimilerine göre kibirli, kimilerine göre uysal yazılar yazdım. Büyük ihtimalle bütün bu yorumlarda da gerçeklik payı vardır. Elimden geldiğince, birbirimize, ‘doğal dinleyicilerimize’ değil de, bir şekilde umulmadık biçimde karşısına çıkacağımız ‘ötekilere’ dokunma ihtimali olan şeyler yazmaya çalıştım. Umudu ayakta tutmaya çalıştım. Yalnız olmadığımızı hatırlatan ‘Gezi’yi unutmamaya çalıştım. Başka bir dünyanın ve başka bir Türkiye’nin mümkün olduğunu çeşitli yollarla ifade etmeye çalıştım. Bu arada ezberden konuşmamaya gayret ettim, ne kadar başarabildiğim okuyucuların takdiridir.
Şarkıcı, rockçı, müzisyen ya da şarkı yazarı, ne derseniz deyin, o kimliğin doğasına ters düşen bir yanı vardı aslında bu sürecin. Az konuşmak ya da hiç konuşmamak çok daha ‘büyülü’ bir hava yaratıyordu çünkü ‘genel dinleyici’ nezdinde. Tam doğru zamanda edilen bir cümle ya da yapılan bir iş de çok anlamlı sonuçlar yaratabiliyordu. Gevezeliğin, durduk yerde düşman edinmenin ne gereği vardı? Umurumda olmadı açıkçası. Elimden geleni yapmaya çalıştım. Devlet dersinde öldürülen bütün çocuklara, hiç değilse bu kadarını borçluyduk.
Şimdi en azından bir ara vermek gerek. Ne kadar süreceğini, nasıl sona ereceğini şu an bilmediğim bir ara. Sürç-ü lisan ettimse, affola. Herhangi bir yazımın herhangi bir satırını övgü ya da eleştiriye değer bulan tüm BirGün okuyucularına ve bu gazetenin yayın hayatına devam etmesinde emeği olan herkese çok teşekkür ederim. Benim için eşsiz bir deneyimdi.
Çok daha güzel günlerde yeniden buluşmak umuduyla, hoşça kalın...
Yazıya ulaşmak için tıklayın.