08 Kasım 2014 17:47
MİT, Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen 90’lı yıllarda işlenen faili meçhul cinayetlerle ilgili davaya, dönemin Özel İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı Yavuz Ataç’ın teşkilatta alınan ifadesini yolladı. 90’lı yıllarda MİT raporlarının basına sızması üzerine 24 Şubat 1995’te MİT Müsteşarlığı Teftiş Kurulu tarafından hazırlanan “İnceleme Raporu”nda Ataç'ın ifadesi de yer aldı. Tansu Çiller'in Başbakanlığı döneminde Türkiye'nin de adı karıştı bir darbe girişimine sahne olan Azerbaycan ile Bosna Hersek'e silah gönderildiğini de anlatan Ataç'ın ifadesine göre, Alaattin Çakıcı "MİT'in iyiliği karşısında devletin düşmanlarına ne gerekiyorsa yapmaya hazır olduğunu" söyledi.
Ataç, 15 Şubat 1995 günü saat 10.30’da kurula verdiği ifadede, Alaattin Çakıcı’nın MİT’e nasıl girdiğini anlattı. "Çakıcı ve adamlarına MİT'te eğtim verildiğini" kaydeden Ataç, Çakıcı’nın MİT’e girişinin ardından eski suçları ile ilgili arandığını, bu durumu çözmek için MİT tarafından kendisine vaatlerde bulunulduğunu dile getirdi. MİT'in yararlandığı Çakıcı için bazı kamu görevlilerine "rüşvet" de vermek gerektiğini belirten Ataç, bu durumu şöyle anlattı:
“Dolayısıyla bu insanlara yardımcı olmak zorunda kaldım ben. Zamanın müsteşarına da arz ettim. Teoman Koman Paşa’ya. O da gayet tabii ki ilişkileri sıcak tut, dedi. Hatta birtakım yerlere rüşvet falan verilmesi gerekiyor dedim. Savcıya, cezaevi müdürü, şuna buna yani, o problemleri çözüyoruz biz. Hatta bana şu ifadeyi kullandı; gerekirse rüşvet için parayı filan da parası yoksa biz verelim. Madem faydalı oluyor. Bu şekilde onun da sözlü onayını aldıktan sonra, zamanın Ankara Emniyet Müdürü Mehmet Ağar’dı. Kendisiyle ben görüştüm.”
Çakıcı’yı ifadesine öven Ataç, DEV-SOL ve ardından DHKPC'nin lideri olan Dursun Karataş’ın Çakıcı’nın ailesinde birçok kişinin ölümünden mesul olduğunu, Çakıcı’nın intikam almak için yurt dışına gittiğini söyledi.
Ataç, o dönemde silahlı saldırıya uğrayan Sabah gazetesi yazarı Hıncal Uluç ile Çakıcı arasında yaşananları için de şunları anlattı:
“Basına yansıyan bazı olaylar oldu. Bir kere karısına hakaret ettiler diye galiba Hıncal Uluç’la ilgili bir olay oldu. Zaman zaman da beni telefonla aradı. Beni de olaydan sonra aradı, gerek yok bunlara, silah falan kullanmak. Haa kızdıysan çek adamı , ver odunu yani yiyorsa şeyin. Kır ağzını burnunu, sen bunu nasıl yaparsın diye. Yani silah kullanmak bir şey değil.”
MİT tarafından Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilen Özel İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı Yavuz Ataç’ınifadesi şöyle:
“Dündar Kılıç ile ilgili hiçbir faaliyetimiz yok . Benim şahsen bildiğim benimle ilgili bir şey yok.
Alaattin Çakıcı ile ilgili geçmişten, bu MİT raporu olayından da başlayan bir ilişki var. Bu İstanbul Bölge vasıtasıyla teşkilata takdim edilmiş bir kişidir. O tarihte ben zaten şube müdürüydüm. Mehmet Eymür de başkanımızdı. Rahmetli Hiram Abas da şube müdür yardımcımızdı. O dönem başlayan bir ilişkidir. Bu kararlar benim dışımda verildi. Neticede bana Alaattin Çakıcı ile ilgili bir eğitim ve uygulamada bana K görevi verildi. Tabii eğitim yaptırıldı. Bizim kendi tesislerimizde kendisi ve birkaç tane adamına çiftlikte eğitim yaptırıldı. Bu eğitimde tabii ben de rol aldım. Tabii bazı konularda ben de bu şahısları eğittim. Teknik eğitim yaptırdım. Bu eğitimin akabinde de İstanbul’da işte bir süre hazırlık dönemi geçirdi."
"Ondan sonra yurt dışına bir görevin icrası için çıktık. Hatta Çakıcı benimle birlikte çıktı. Çıkarken de tabii kullandığımız kimlikler farklıydı gerçeğinden. Böyle bir konuda ilk defa benim yanımda yurt dışına çıktığını söylemişti bana, gerçekten de doğruydu. Çünkü adamın karnı ağrıyordu, bacağı titriyordu. Bir yabancı ülkeye giriş kolay bir şey değil. Benim yanımda kimlik kontrolünden geçti. Ondan sonra kendi ekibiyle buluştu. Ondan ayrıldık. Planlanan faaliyet gerçekleşmedi. Dolayısıyla o kişiler görev almış olmakla, oraya intikal etmiş olmakla kaldılar. Yani görev yapılmadı, iptal edildi. O kişilerin bir kısmı geri döndü, bir kısmı orada kaldı."
"Almanya’ydı gittiğimiz yer. Mesela o ekipten birisi, orada bir Alman kadınla tanışmış, hatta evlilik gibi bir durumu da olmuş. Bana sordu evleneyim mi, kalayım mı? İşimize gelebilirdi ileriye yönelik. Kal kardeş, dedim, ilticacı ol, kal. Keyfine bak, dedim. Benden bir yardım istersen ben de yardım ederim sana. Görev açısından işimize geldi. Tabii bu benim söylediğim 1987 Ağustos ayında filan oluyor. Yani ben 1987 yılı Mayıs ayında göreve başladım teşkilatta. Ağustos ayında da böyle bir görev ile yurt dışına gittim döndüm."
"Şimdi tabii Alaattin Çakıcı’nın birtakım olayları vardı. Halen de yargıya intikal etmemiş, polisin aradığı birtakım olayları vardı. Şimdi tabii eleman KO ilişkisi çerçevesinde biz de adamın bazı şeylerini öğrendik. Olayların içerisinde. Sonra bu olayların çözülmesi için kendisine birtakım sözler verildiğini de ben biliyorum. Teşkilat tarafından, isimleri önemli değil ama bu teşkilatın mensupları tarafından, teşkilattan beklentiler var. Bu şahıslar da bana birtakım bilgiler intikal ettiriyordu, onlarla tabii daire başkanı oydu. O emir veriyordu görüşüyorduk."
"Bilgisi tahtında oluyordu. Kendisi de çok ani ayrılmak zorunda kaldı. Ona da şöyle teslim et-etme demek olmaz tabii. O şartları yaşadık hepimiz. Neticede yani biz de devlete teslim olmaktan aciz insanlar değiliz. Aldık, gerekirse sorduk kendisine filan. Şahıslar bize intikal edince tabii bunlar bu defa bir vefa borcu gibi bir şey hissettim ben. Yani bu insanlara, onlara söz verilmiş. Sana söz veren insanlar gitti."
"Ben insanlarla ilgili değil devlete bağlıyım gibi düşünen bir insan. İnsanlar gelir gider. Neticede onlar bu görevi devlet için kabul etmiş insanlar. Evet sabıkalıdır, suçludur muçludur o ayrı. Zaten bizim ihtiyacımız olan o işleri de o tür insanlar yapabilir. Sokaktaki Mehmet efendi bu işi yapamaz."
"Dolayısıyla bu insanlara yardımcı olmak zorunda kaldım ben. Zamanın müsteşarına da arz ettim. Teoman Koman Paşa’ya. O da gayet tabii ki ilişkileri sıcak tut, dedi. Hatta birtakım yerlere rüşvet falan verilmesi gerekiyor, dedim. Savcıya, cezaevi müdürü, şuna buna yani o problemleri çözüyoruz biz. Hatta bana şu ifadeyi kullandı; gerekirse rüşvet için parayı filan da parası yoksa biz verelim. Madem faydalı oluyor."
"Bu şekilde onun da sözlü onayını aldıktan sonra zamanın Ankara Emniyet Müdürü Mehmet Ağar’dı. Kendisiyle ben görüştüm. Daha önce başka vesilelerle tanışmıştık. O bombalanma olaylarında falan. Onlara yardımın falan da olmuştu benim. O sebepten dolayı saygı görüyordum orada. Ayrıca ben polisle çalıştığım için polis, polis özel harekât timlerini eğittiğim için yerim var, irtibatım var, hocalık yapmış bir insana saygı da duyarlar. Bu konuları da bildiğimi bilirler. Bilgime hürmet ederler. Dolayısıyla yaptığım işin de yanlış olmadığı düşüncesiyle bana yardımcı olurlar ve biz bu adamı polise teslim ettik. Ama polis bunu biz yakaladık diye ilan etti. O da kendine prestij kazandı. Yani polise biz teslim ettik."
"Neyse artık adalet bitsin bu iş. Baktım kimi yaralamış, ıvır zıvır adamları yaralamış. Doğru dürüst bir tane adam yok yaraladığı. Neyse o cezaevine girdi filan, oradayken yardımcı olduk. İlgilendik. Neticede çekti, beraat etti, çıktı, serbest kaldı."
"Tabii bu iyiliğin karşılığında da bana bir şekilde görev verin göreve hazırım. Gideyim yurt dışına, işte devletin düşmanlarına yönelik ne gerekiyorsa yapayım, bir şey istemiyorum. Üzerime bayrak örtün benim falan gibi. Böyle devlete hizmet duygularını sürekli ifade eden kişiydi. Bu söylediğim 1989 filan. Bu dönem içinde zaman zaman benimle görüştü."
"Hatta bu evliliği de, bana o derece itibar etti ki evliliği konusunda fikrimi almak istedi. Hatta ben tasvip etmedim yani. Evli bir insan, hanımın gül gibi senin dedim. Biraz bu çocuğu doğru yola çekmeye çalıştım ben. Aslında vatanını, milletini çok seven bir çocuk. İyi kötü bir ismi var. Tanıyanları var. Bırakın benim tanımamı bir sürü bakan var. Bakanlarla böyle bir muhabbeti var. Ayrıca birtakım konularda da onların yardımını alan filan, çok rahat alabilen bir insan. Ondan sonra da evliliği konusunda da ben muhalif olmama rağmen bir namus meselesidir dedim. Bizim bünyemizde işte hemşeriyiz. Karadenizliyiz. Bu kadınla hissi bir münasebetimiz başladı, benim en azından bunu temizlemem lazım, imam nikâhı yaptıracağım, başını örttüreceğim, odada oturtacağım, sokağa çıkmayacak, yani ben bir namus temizliği yapıyorum, dedi. Peki öyle düşünüyorsan öyle olsun, dedim. Ben karışmam zaten de, ağabey diye hürmet etti, fikrimi sordu."
"Benim de söyleyeceğim de budur. Sen Dündar Kılıç’la nedir ilişkin? Bu da (Uğur Kılıç, T24) onun kızıdır. Kendi bileceğin meseledir. Bu arada şunu da söyleyeyim, ben Dündar Kılıç’ı tanımam. Bir kere dahi karşı karşıya gelmedim. Sadece birkaç telefon konuşmamız oldu. Kızıyla ilgili filan. Kızıyla da tanışmıştık tabii. Alaattin vasıtasıyla. Dedi ki bana hatta bana her türlü emrine hazırım. Ellerinden öperim, diye ifadeleri vardır telefonda. Bir gün gelirsem memnun olurum diye. Gitmedim, giderdim belki ama fırsat olmadı. Neticede bu Alaattin Çakıcı zannediyorum yaklaşık 1-1,5 sene önce geldi gitti, geldi gitti. Bunu hep böyle oyaladım hep böyle erteledim. Çünkü bana bir görev verilmiş değildi ki, yurt dışına git şunu yap diye. Dost olduk zaman içinde. Baktım adamın düşüncüleri iyi. En azından vatana millete kazandıracak bir insan. Arada oturur muhabbet ederdik, gelir beni arardı, beni severdi."
"Ama şunu söylerdi. Türkiye’de tek güvendiğim insan sensin, sana bir böbreğimi veririm, derdi. Öyle bir münasebetimiz vardı. Ben şimdi ona söyleyeyim gel, gelir. Gel teslim ol deyim gelir. Yüzde yüz demeyim, ama gelir. Öyle derecede münasebetimiz var."
"Şimdi en son dönemde yaklaşık 1,5 sene evvel beni epey sıkıştırdı, sıkıştırdı. O arada bize görev verilmeye başlandı filan. Ben dedi şey yapmak istiyorum dedi. Benim bildiğim Dursun Karataş bunun babasını öldürmüş. İşte amcasını, amcasının oğlunu öldürtmüş işte bunun emriyle olmuş, kendisini de vurmuşlar."
"Alaattin’i beş yerinden vurmuşlar, kız kardeşini de dükkânında yakmışlar. İstanbul’da Gültepe’de DEV-SOL’da çatışan Dursun Karataş bunun Karadenizli olarak kan davası güttüğü bir adam. Dursun Karataş bugün ne olduğu malum işte. Polis katili filan. Git dedim ne yapacaksan yap o senin kendi bileceğin iş. Benim de işime gelir tabii. Türkiye’nin düşmanı olan bir insan. Böyle bir karar vermiş. Ben teşkilatın beş kuruş parasını vermiyorum. Hiçbir imkânı da ona kullanmıyorum.
"Bana diyor, ben gideceğim. Senden bir şey isterim, dedi. Oğlum var Ali, ona sahip çık. Ölürsem, başıma bir şey gelirse bunu asker yap. Askeri okula sok. Ben hep subay olmak istedim. Vallahi dedim gerekirse veririz sivile yetişsin. Delikanlı çocuk. Bir de dedi, üzerime bayrak ört. Şimdi bu böyle çıktı. Türkiye’de bu adam ne yapıyor? Uyuşturucu kaçakçılığı yapmıyor, kadın ticareti yapmıyor, bu ne yapıyor bu? Oradan buradan para kazanan insanlardan bu da kendi yöntemleriyle para kazanıyor. Çek senet zannetmiyorum."
"Bu dünyada beni de tanıyorlar çünkü bu adam beni methediyor sağda solda. Gelir bana arada. Ağabey bir emrin varsa yapmaya hazırız, diye. Benim tabii o takımla fazla bir ilgim yok, ama münferit insanlar bilir. İşte bu yurt dışına gitti bir iş yapacak, ben de giderken ona müsteşarımızın onayı ile, gittikten sonra tabii, çünkü resmi bir proje olarak onayı yok bu işin. Çünkü hiçbir şey vermiyoruz. Kendisi gitmek istiyorum dedi. Ben de git dedim. Hatta bir kod isim koyduk onun yaptığı faaliyete. Zaman zaman müsteşarımıza bir iki ufak tefek bilgi arz ettik. Kendisine bir bilgi yardımında bulunduk. Bu adam şuralarda olabilir. Şununla görüşmüş. Fotoğrafını verdik. Bu tür yardım yaptık. Ama görev olarak şunu git bilmem ne yap demedik. O kendiliğinden, niye kan davası var. Bundan emniyetin de haberi var. Çünkü yurt dışına çıkıyor. Emniyet Genel Müdürlüğü'ne söyledim ben. Hatta onlarla müşterek tabirimiz vardır. Çünkü onlar da tanıyor, zamanın da onlarla da çalışmış."
"Hepsi de gitti bu arada. Yurt dışında dolaştı falan, karısı da, Uğur da gitti. Niye gitti, çünkü ona da bir maske gerekiyordu. Neticede karısı ile birlikte gezen bir insan. Çıkarken kullandığı kimliklerde filan bizim hiç ilgimiz yok. Kendisi yapmıştır. Herhangi bir belge, şu bu da verilmiş değiliz. Yalnız hangi isimle çıktığını filan ben biliyorum. Hatta o isme düzenlenmiş kredi kartları filan da yaptırmış. Baktım hoşuma gitti yani. Bizim yapamadığımız şeyleri hazırlatmış. Ben dışarı adam göndereceğim, bunun kredi kartını nasıl alırım diye düşünüyorum şimdi. Kredi kartı olmadan yurt dışında araba kiralayamıyorsun, masraf yapamıyorsun. Otele gidip yattığımız zaman cebimizden 300 dolar çıkardığımız zaman adam bakıyor size. Acaba nedir? Ben yaşadım oralarda . yani, oraların şartlarını iyi bilmek lazım. Fena değil hazırlarken gayet iyi. Karısı da geldi, gitti."
"İyi bunlar yurt dışında iş yapacaklar, iş ne ile yapılır silahla yapılır. Birisi silah taşıyacak, silahını kadın taşıyordu onun yerine göre. Şimdi bunun bu tür bir yardımlaşma şeyi vardı. Kadın da bunun ne yapmak istediğini biliyordu iyi kötü. Mümkün değil bilmemesi. Üstelik kadın da mert. Yırtıcı bir kadın. Konuşmaları davranışları erkek gibi kadın. Alaattin ile birbirlerini sevdikleri anlaşılıyordu. Öyle bir durumları vardı, ben de sezdim. Şimdi neticede bizde malum çok bilgi olduğu için Avrupa’daki arkadaşların nerede olduğunu bulamadık. Hep arkadan gittik. Bu konuda ne kadar zafiyetimiz olduğunu biz de kendi kendimize görmüş olduk. Haber alabilir miydik, alamaz mıydık o ayrı mesele.
"Ama ben bu şahsa doğru dürüst bilgi verseydim şu adam şurada diye, o adam o işi o kadar uzatmayacaktı. Orada bitirip kahraman diye gelecekti. Bütün bu olaylarda olmayacaktı. Basına yansıyan bazı olaylar oldu. Bir kere karısına hakaret ettiler diye galiba Hıncal Uluç’la ilgili bir olay oldu. Zaman zaman da beni telefonla aradı. Beni de olaydan sonra aradı, gerek yok bunlara, silah falan kullanmak. Haa kızdıysan çek adamı , ver odunu yani yiyorsa şeyin. Kır ağzını burnunu, sen bunu nasıl yaparsın diye. Yani silah kullanmak bir şey değil. Belki onun anlayışına göre bir şeyi var. Onu bilemem."
"Arkasından karısı hastanedeyken yine bir gazeteciye silah çekti ateş etti. Hakaretten namusla ilgili. Arkasından Engin Civan (eski Emlakbank Genel Müdürü, T24) olayı ortaya çıktı. Zaten bütün hikâye onun etrafında dönmeye başladı. İşte Dündar Kılıç devreye girdi. Yok Özal’lar şunlar bunlar. Bunları ben biliyorum. Aramızda öyle bir mutabakat vardı ki, kendisinin özel işlerine ben girmem ve bana bunları anlatmaz. O işleri ben bilmem. Hatta o konuda benim ikazım olmuştur. Çünkü bu işlerin zararı bize olur. Ben bu faaliyetleri yürütürken isim geçmesin, pek fazla insanla tanışmayım. Bunlara dikkat ederim. İsmim geçmesin. Çünkü benim ismim geçtiği anda teşkilat ismi geçiyor. Benim bulunduğum yerin hassasiyeti var. Bu daireyi biz korumak zorundayız."
"Hatta ben şunu açıkça söyleyeyim size. Şimdi daire başkanı Mehmet Eymür’ün dönüşü konusunda müsteşarımız bana bilgi verdi. Böyle böyle dönecek dedi, ben karşı olduğumu söyledim. Ben Mehmet Eymür’ün şahsına değil ama ismine karşıyım. Çünkü biz yaşadık bunları burada. Burası hassas bir yer. Ben kendim Özel Harp’ten gelmiş eski bir subayım. Özel Harbe kontr gerilla filan dediler. Biz burada bir hizmet yürütmeye çalışıyoruz. Mümkün olduğu kadar da sessiz sedasız yürütmeye çalışıyoruz. Mehmet Eymür’ün ismi zamanında işte malum olay nedeniyle her tarafa yayılmış bir isim. Daha sonra kendisi kitap yazdı, beyanat verdi. Kendisi de bu işle ön plana çıktı. Şimdi tekrar onun ismi ile bizim ünitemizin bağdaşması bence zarar getirir. Biz belki şimdi basın-yayında kullanabiliriz. Bu açından karşıyım, teşkilata gelir, ama bu üniteye karşıyım. Müsteşarımız emir verdi, tabii gelecek karar verdi. Bana da sıkıntı olmasın diye çalışır mısın, dedi. Ben o olayı biliyorum nasıl geldiğini yani. Bu işte rol oynayan tesadüfen taa ortaokuldan arkadaşım. Ben bir bölümünü biliyorum. Başbakan'ın bu konudaki fonksiyonunu, yani Başbakan üzerinden etkili olan biri var. Borsacı bankacı benim ortaokuldan arkadaşım."
"Ben göreve başladığımda, daha doğrusu buradayken, daha doğrusu Tansu Çiller Başbakan olduktan sonra, oğlum dedi, bu işler Başbakan'ın kocasının komşusu Üstünkaya’nın villasında dönüyor. Gel dedi seni tanıştırayım. Bunların bu tür ihtiyaçları var diye. Bana ne dedim. Başbakan'ın kocasıyla, benim kişilerle ilgim yok. Reddettim yani. Ki benim ensesine vurup, bilmem ne yapacağım arkadaşımdı. Hatta bana dedi, senin oraya geleceğini bile biliyordum. Sen konuşurdun yoksa dedi. Yani şöyle bir imaj oldu. Sanki benim kendi üstüme geldi de ben istemiyormuşum gibi. Ben böyle bir şey de seziyorum şimdi. Sanki bu olayların arkasında benim rolüm varmış gibi bir his."
"Halbuki olayların gerisinde dahil muhbirlerin rolü var. Hiç konuşulmaması gereken şeyler konuşuluyor. Benim de bir muhitim vardır. Benim tarzım değil insan kullanmak. Yok filan bakan şudur, budur. Benim de tanıdığım bakanlar var. Yani böyle bir şey içinde değil. Ben Mehmet Eymür’ün gelişini de biliyorum. Epey önce biliyorum. Sağolsun müsteşarım bana gelmeden önce sordu, fikrimi aldı. Şahsıma bir değer verdi, sordu adamcağız. İyi hizmet yürütülmesini isteyen bir insan müsteşar. Ben de açıkça kendisine muhalefetimi söyledim. Buna rağmen emir verdikten sonra benim yapacak bir şeyim yok. Kavga etmeden barışık bir şekilde o görevi yürütmek istedim."
"Geldi artık çünkü, karar verilene kadardı benim işim. Bundan sonrası amir makam, dolayısıyla o tarihten beri beraber çalışıyoruz. Yürütülen faaliyetleri Alaattin Çakıcı’nın böyle bir olay içerisinde olduğunu da kendisi de biliyor. Zaten ilginç bir olaydır. Buraya katılmadan önce Çiftlik lokantasında tesadüfen denk geldik. Çakıcı’yla falan . Neticede bu olaylar oldu. Yurt dışından beni aradı, bu olayı ben tasvip etmiyorum, bu arada İstanbul’dan Mehmet Çağlar, Hüseyin Kocadağ beni aradı. Benim ilişkimi bilir. Ne kadar hürmet ettiğimi bilir. Seni ararsa beni ara. Gece beni aradı. Bak Hüseyin böyle diyor, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mua. Bu iş ne kadar uzarsa size zarar verir. Savaş Çakıcı ile görevi bilmiyorum, Savaş diye adı geçiyordu ama."
Silah nakliyatı ile ilgili olarak,
Benim bir seneden fazladır, benim ünitemde amir olarak Bosna-Hersek’e sevk edilen malzemelerle ilgili bir çalışmamız oldu. Genelkurmay ile birlikte yürüttüğümüz, Bandırma’da bir lojistik üst tespit edildi. Oraya muhtelif kaynaklardan askeri malzemeler geliyor, depolanıyor. Fırsat çıktıkça Boşnakların yaptığı planlamaya göre, büyük çoğunlukla havayolları ile, karayoluyla bir iki münferit oluyor. Selamoğlu’nun Bandırma’dan buraya intikalinde yararlanıyoruz.
Selamoğlu’yla 1987’de daire olarak görev yapıldı. O zaman transit nakliyat yapıldı. Mehmet Eymür’ün tanıdığı, onları ben seçmedim. Ben İngilizce bildiğim için aracı değil kendileri konuştu. Biz sadece tarih verdik. Daha sonra Azerbaycan’a bir nakil oldu. Güvenilir olduğu için yerine göre kolaylıkları da var. Her defasında onlarla yapmıyorlar. Boşnaklar karayolu ile çıkışları kendileri yapıyorlar."
"Nasrullah Ayan ile benim hiçbir bağlantım yok. Mehmet Eymür’le tanışıyor kendisi. Bir otelde görüştük. Bizim organize suçlar diye bir görevimiz var. Kara paranın aklanması konusunda tecrübesi var. Onun için yararlanmayı düşündük. Mehmet Eymür’ün alacağı var. Korkut’la (Eken, T24) ayrılmışlar. Korkut Emniyet Genel Müdürlüğü'nde danışman olarak görev yapıyor. Mehmet Ağar, alacağım sen ne dersin, diye fikrimi sordu. Bazen küstük, bazen iyi olduk. Beraber başladık, biraz hassastır. Burada ilginç bir olay var."
Ben Nasrullah Ayan ile Mehmet Eymür’ün tanıştırmasıyla tanıştım. Biz de kompartımantasyon var. Korkut Eken benim arkadaşımdır. Şimdi görüşmüyoruz, ailecek görüşürdük. Lojman diye gelmedi. İkili zaman zaman görüşüyoruz. Hatta Azerbaycan’a monte etmeye çalıştım. Oradayken çağırdım, atış yaptırdım, tanıttım, lanse etmeye çalıştım. Parası yok, para kazansın dedim. Bu çocuğun da ileriye dönük yatırımı olsun dedim. Onun bana vereceği bir şey yok."
"Korkut Eken ile Mehmet Eymür’ün arası bozuk. Bu arada şu olaylar ceyeran ederken ben bir iteleme hissettim. Birden bire bana döndü, bana ters bir emir verdi. İkinizi de (bu kısım okunmuyor). Ben yardımcı daire başkanıyım. Başka örneği yok. Benim mesleki terbiyem var. Beni devlete hizmetten kimse alıkoyamaz. Beni devlet yetiştirdi. Benim ismim çıkmamıştır şimdiye kadar. Ben hiçbir tezgaha girmedim. Babamın hastalığı sırasında İstanbul’a gittim. Bazıları ile görüştüğümü zannediyor. İstediğimi yüzüne de söyledim. Benim yaşım 50’ye geldi. Bu tür olaylarla, oyunlarla uğraşacak vaktim yok. Halul adamları hemen tasfiye ederim. Bir tane adam var. Yeşil. Bunların geçmişi var. Bunu teşkilat olarak ben kendi üstüme neden alayım? Ama ben kendimi çektim. Korkut Eken ile ters düşmüş. Bir iki olay oldu. Korkut’la konuştum. Mehmet Bey benimle konuşuyor, Korkut’u şöyle yapacağım diye mesaj veriyor.
Zaten ben fırsat buldukça gidiyorum babamı görmeye. Zaten adam ölüm döşeğinde. Evlatlık vazifemizi yapıyoruz. Benim kendi derdim kendime yetiyor. Bir de kalkıp onlarla uğraşacak halim yok."
"Burada ben şunu gördüm. Silahlı kuvvetlerden gelmiş adamım. Rahmetli Hiram Abas seçti beni, bana da uygun geldi. Şartlar iyiydi buraya katıldım. Buraya geldikten sonra güvenlik dairesine katıldım. Bir başka yerde de görev yapacak durumumuz yoktu. Şimdi o bünyeye katılır katılmaz orada birtakım kişileri gördüm ben. Ben kendi yapacağım işi bir türlü yapamadım. Benim bu işlerle ilgim yok. Kendim ne özel mesai saatlerinde gidip çay içerim. Ama beni kimse sevmez. Eski Müsteşarımız beni yurt dışına göndermek istedi. Gitmem dedim. Ben burada daha faydalı olurum dedim. Bir müsteşar bana bunu ifade etti. Burada en faydalı işi sen yapıyorsun dedi. Senden başka görev yapan yok. Onu kabul edemem de. Bu adamcağızı daha önce tanımazdım, burada tanıştık. Beraber görev yaptık. Yerine göre beni gönderdi. Benim yetkilerimi kullan dedi. Ben de bana gösterdiği teveccühü, yetkiyi o ölçüler içinde kullanmaya çalıştım. Neticede böyle bir ünitenin nasıl kurulduğunun hikayesini de biliyorum."
"Müsteşarımız da biliyor. Yaptığımız hazırlığı da biliyor, nedir nasıl kuruldu, kim kurdu, ben kendisinin de ne olduğunu gayet iyi biliyorum. 25 senedir yanlış bildiğini tecrübe zanneden insanları biliyorum. Yanlış biliyor, kitap okumaz, dünyayı takip etmez, operatif literatürü bilmez, fakat biliyor. Gelin benim kütüphaneme dünyanın bütün yazarlarını takip ederim. Dil bilirim. Dünyada birçok yerde görev yaptım. Ben psikolojik harp kursu gördüm Amerika’da 3 sene , pardon 3,5 ay. Bakın bizim kendi zafiyetimizi, dahil muhbirlerin yaptığı yabancı unsurlar şıkır şıkır kullanıyor. Ben bunu anlayabilen bir insanım. Yabancı tekniği biliyorum ben. Kurs gördüm herifin bünyesinde. Ben bilgisiz bir insan değilim. Ben kendime neyin yarayıp, neyin yaramayacağını biliyorum. Ben biliyorum, bunu iddia ediyorum. Benim yapabileceğim birçok işler engelleniyor. Benim aklıma da tereddütler geliyor. Acaba birileri mi? Çünkü yabancı servisler beni tanır. Nereden nasıl geldiğimi gayet iyi bilirler. Amerikalılar özellikle. NATO’da ben üç sene görev yaptım Belçika’da. Ben bilinmeyen bir insan değilim. Onların benimle ilgili ölçüleri vardır. Benim iş yapabildiğimi de bilir onlar. Benim iş yapabilmemi engelleyen bir sürü şeyler görüyorum ben, hissediyorum. Aklıma geliyor, acaba birileri engel mi oluyor. Bakın Güvenlik Dairesi kuruldu. Biz iş yapmaya geldik oraya değil mi? Birileri teşkilatın müfettişini böyle yönlendirmiş, kısıtlamış, dışarıya bakmasın diye. Yıpratmaya çalışıyoruz bunu. Bir rapor olayı oluyor. Güvenlik Dairesi kapanıyor, niçin kapanıyor? Tamam karar verilmiş, kapanmış. Ama o daire dışarıya yönelik iş yapacaktı. Kesildi, bitti."
"Sonra biz onu ayakta tutmaya çalıştık, birtakım işler yaptık. Siz de biliyorsunuz, bir kısmını, yapıldı bu işler somut olarak. Sonuçları da çıktı ortaya. Şimdi tekrar bir aktivite oluştu, daire haline geldi. Sağolsun müsteşarımız da çok büyük cesaret örneği verdi. Kendisine de söyledim. Kararı verdi ve bu üniteyi kurdu. Biz de kendisine birtakım sözler verdik, birtakım öneriler getirdik. Nitekim uygulamaları da görüyor. Faydalı olduğunu işte ta Genelkurmay Başkanı dahil hepsi ifade etti. Bizim istediğimiz personeli bir kalemde tayin ettiler buraya. Onlar durup dururken özel harpten o kadar adam verilmez.
Burada benim adımın yaptığım işin takdir edilmesi lazım. Bunların takdir edilmesi lazım. Ben oradan malzeme isteyim. 500 bin kilo patlayıcı ver, verirler bana. Çünkü benim onu nasıl kullanacağımı bilirler onlar. Adamı da verirler. Ben orada o kadar sene görev yaptım. Şimdi birileri burada bizim görev yapmamızı engellemeye çalışıyor. Bunlar kimdir ben bilmem. Kimdir bunun gerisinden basın-yayın, psikolojik faaliyet, propaganda. Ne bileyim bilemiyorum yani. Ben müsteşardan şunu istedim. Kurulduğu gün, emir verdiği gün. Dedim ki kendisine, yalnız sayın müsteşarım benim de bir şartım var dedim. Bu ünitenin yetkilisi ben olayım. Kendisi bir şey demedi bana. Hayır bu ne diyor diye de bir tavır almadı. Ben müspet bir şey sezdim. Ama sonradan bana söylendi işte. Sordum yani müsteşara, süreç uzamaya başladı çünkü. Görevler belirleniyor, adamlar seçiliyor. Bana dedi ki, senin kurs görmediğini, söylüyorlar. Şimdi tamam, ben burada A kursuna gittim, görev gereği beni çektiler. Üç hafta sonra benim kendiliğimden kursa girip-çıkma meselesi değil ki. Ayrıca benim gördüğüm kursları acaba kim gördü burada. Ben buraya pat diye gelmedim ki. Ben burada şube müdürü olarak göreve başladım. Kurs görmemiş adamı siz nasıl başlatırsınız? Müsteşara soracaktım, siz kurs mu gördünüz müsteşarım? Ama bu müsteşarın bana ifadesi. Senin kurs görmediğini söylüyorlar. Belki bana nezaketen tabii. Seni şimdi burada uygun görmüyorum. Tabii o beni yükseltti. Sen yetkilisin. Sen görevini yap yetkili olarak. Tabii ben bir noktaya kadar yapıyordum. Müsteşarımız dedikten sonra, müsteşarımızı da iyi kötü tanıdım. Emrivakilerden hoşlanan bir insan değil. Belki onu da orada söylemem uygun düşmedi. Hani bunun yetkilisi ben olayım, demem ama içimden geldiği gibi iş yapacağım diye söyledim. O zaman devlette bir sürü insanlar o kadar önemli olmazdı. İsimler önemli değil mi? Şu gelecek, bu gelecek diye. Ha demek ki isimler önemli. Ben de burada bir ünitede görev yapardım. Şimdi ben yapabileceğim görevin vallahi yüzde onunu yapıyorum. Biraz duygusal olabiliyorum. İnsanım nihayet. Bana gösterilebilen bir tavır beni etkileyebiliyor. Ama şunu açıkça söyleyeyim ben hiçbir kliğin içerisinde değildim. Şunla bunla ilgili falan dışarıda, acaba Mehmet Eymür’ü tasfiye edip yerine mi geçmek istiyorsun diye, ben bunları anlamayan bir insan değilim. Benim öyle bir problemin yok, öyle bir uğraşım da yok. Ne olur bu işi bitirin. Herkes nasıl geçiniyorsa biz de geçinir gideriz."
Özel İstihbarat Dairesi'nin faaliyetleri konusunda teşkilat genelindeki dedikodularla ilgili olarak,
Burada lojmanlarda kimseyle görüşmüyorum. Bunları ayıklamamız lazım. Geçen gün Mehmet Eymür bana dedi ki, içeride bir bölümü sezinliyorum. Mehmet beyin adamları, Yavuz beyin adamları diye. Benim öyle bir şeyim yok, olmaz. Olsa olsa Mehmet Eymür’ün olur. Benim kimseyle geçmişim yok. Benim geçmişim bu ünitede. Benim seçtiğim adamlar var o gelmeden. Seç dediler 2-3 kişi seçtim. Ben Güneydoğu’da tek başıma seyahat ettim. Şemdinli, Tatvan, Yüksekova’ya gidiyordum. Orada tanıdığım mesela Van’da aslan gibi bir çocuk Mücahit diye. Benle birlikte geldi birçok yere. Buraya gelmiş, isterim tabii. Benim adamım değil. Ben kimsenin adamı değilim ki. Birileri zahiri olarak bunu yayıyor. Ben teknik olarak bilirim. Ben farkındayım bunların. Ama kim yapıyor, peşine düşsem bulurum. Akılsız bir adam değilim. Eğitimim de var. Bunların her biri bir propaganda, fırsat oyunu. Mehmet Eymür’ün buraya gelişi bu üniteye gelişi bir fırsat kullanıyor, çözüm ne?
Benim dünya kadar kitabım var. Hepsi İngilizce bunlar yabancı dil. Dil de bilmek lazım onu okumak için."
© Tüm hakları saklıdır.