Gülen cemaatinin "kurumsal yüzü" olarak kabul gören Gazeteciler ve Yazarlar Birliği Vakfı'nın Başkanı Mustafa Yeşil, “MİT Müsteşarı’nı ifadeye çağıranlar nasıl bir maska ve niyetle, neyi hedefleyerek yaptılar bunu, ben de merak ettim" dedi. Konuyu Fethullah Gülen'e sorduğunu anlatan Yeşil, Gülen'in yargıçları tanımadığını söylediğini anlattı. "Cemaat üyesi" tabiri yerine "hizmete gönül veren" denmesinin daha doğru olacağını vurgulayan Yeşil, "Hizmet’e gönül veren, sempati duyan birkaç milyon insan var" dedi.
Yeşil, Taraf gazetesinden Neşe Düzel'e konuştu. İşte o söyleşi:
Siz Gülen Cemaati’nden misiniz?
Sayın Gülen’in duygu ve düşüncelerinden istifade etmiş, onları bir ilke ve ülkü olarak benimsemiş insanlar için eğer böyle bir tabir kullanılıyorsa, evet, ben o tabirin içine giren insanlardanım.
Nasıl katıldınız Cemaat’e?
Hizmet’te aktif olarak üniversiteden sonra yer aldım. Ama onun öncesinde, imam-hatipte okudum. Ortaokul yıllarımda Hocaefendi’yi tanıdım. Kasetlerini duydum, dinledim, kitaplarını okudum. O dönemler bizim için çok ciddi beslenme kaynakları oldu bütün bunlar. Hocaefendi bizim için fevkalade bir ideal insan modeli olarak karşımıza çıktı.
Cemaat üyesi olmak ne demek?
Cemaat üyesi doğru bir tabir değil. Bu bizim kullandığımız bir tabir değil. Bizim kullandığımız tabir, “hizmete gönül veren insan” tabiridir. Çünkü fiziksel manada üye kaydı olan, giriş çıkış seremonileri yapılan, düzenli toplantıları olan bir yapıya sahip değil bu hareket.
Cemaat üyeleri toplantılar yapmazlar mı?
Tabii ki yaparlar. Bulundukları kurum, birim veya projelerle bağlantılı olarak toplantılar yaparlar. Bir okul müdürü öğretmenleriyle, bir işadamı derneği yönetim kurulu üyeleriyle, bir vakıf kendi yönetimiyle gayet tabii toplantılar yapar. Ama üyelik manasına gelmez bu.
Niye?
Üye yerine “taraftar” demek, “gönüllü” demek en doğrusu. Çünkü hizmete gönül veren, ilgi duyan insanların oluşturduğu bir hareket bu. Tabii ki Hareket’in içinde, projelerinde aktif rol alanlar var. Ama onların yanı sıra maddi destek verenler de var. Ya da maddi desteğini ve zamanını vermediği halde Hizmet’i sevenler de var. Bir de en dış halkada, “bu insanlar zararsız insanlar” diyerek Hizmet’e nötr bakanlar var.
Bir hiyerarşi var mıdır Cemaat taraftarları arasında?
Talimatların, tebliğlerin, program ve projelerin yukarıdan aşağıya akıp geldiği ve bunları aşağıda aynen uygulandığı bir yapı var mı diye soruyorsanız... Hayır, böyle bir şey yok. Belki şu var. Projelerde ortak çalışan kurumlar ve kuruluşlar var. Her kurumun başında da legal yönetim kurulları ve yönetim kurulu başkanları var. Hocaefendi fikrî manada bir liderdir, Hizmet’in yönetimsel olarak başında değildir.
Eğitimden medyaya her alanda çok sayıda kurumunuz var. Bu kurumların yönetim kurullarını kim seçiyor?
Atama, tayin, tesbit her şeyi o kurumun bağlı olduğu vakıf ya da şirket yapar. Bizim vakıflarımız üyelikle kurulan vakıflar değil. bizim vakıflarımız, mütevelli heyetiyle kurulmuş vakıflardır. Dolayısıyla üyelik yoktur, gönüllü bağışta bulunanlar vardır. Mesela Hizmet’in en çok bilinen kurumları okullar. İlk okul, 1986’da İzmir’de başladı. O okul, İzmir Akyazılı Vakfı üzerine açıldı. Dolayısıyla okulun müdürlerinin ve öğretmenlerinin tayin ve tanımlamalarını vakfın mütevelli heyeti belirledi.
Hareketin şehir sorumluları var mı?
Hizmet’in bir şehirde okulu, üniversitesi, işadamları derneği, vakıfları, dernekleri olur ama... Sizin sorduğunuz anlamda değil bu. Yalnız şu var. Düşüncelerin tazelenmesi, ilkelerin anlaşılması açısından, düşüncelerine, duygularına müracaat edilen, Hocaefendi’yi çok iyi anlamış, ilmî ve fikrî derinliği olan insanlar tabii ki var. Bunlar, halkın, gönül ve maneviyat açısından beslenmesi için sohbet ederler, konferanslar, seminerler verirler. Biz bunlara “abi” diyoruz. Tıpkı Hocaefendi gibi bu “abiler” de yönetimsel yapı içinde değillerdir.
Peki, toplantıların nasıl, ne zaman, nerede yapılacağına kim karar verir?
O kadar geniş soruyorsunuz ki... Mesela gazetenin, okulların, yurtların toplantılarını nasıl yapıyorsunuz diye sorsanız daha makul olur. Çünkü her işin kendi yönetim şeması var. Birbirinden bağımsız çalışıyorlar.
Yurtlar kime bağlı mesela?
Şirketlere veya vakıflara bağlı. Yurdu hangi şirket ya da vakıf kurduysa, o yurt ona bağlı çalışır. Bir şirketin 20 yurdu da olabilir. Tecrübe paylaşımı açısından 20 yurt ortak seminerler yapar. Yurt müdürü yetiştirme programları düzenler. Bunlar kendi içlerinde eleman arama ve elemanı verimli hale getirme toplantıları yapar. Yurtların bütün bu toplantılarını, programlarını şirket yönetim kurulu planlar. Ama bu yurtları kuran, yöneten insanlar aynı kaynaktan ve ilkelerden beslendikleri için yurt çapında yurtların işleyişi birbirinden çok farklı olmaz.
Cemaat’in taraftar sayısı nedir?
Saymak mümkün değil. Sadece öğretmenleri düşünecek olursanız... Bugün yurtdışı ve yurtiçinde bin beş yüz okul var. Her birinde on öğretmen düşünseniz, toplam 15 bin öğretmen yapar. Ayrıca işadamları dernekleri var. Basında gönül veren insanlar var. Hizmet’e gönül veren, sempati duyan birkaç milyon insan var.
Nedir Cemaat’in amacı?
Cemaat’in bir yerel bir de küresel hedefi var. Yerel hedefi, iyi yetişmiş, vasıflı insanlar kanalıyla, bu ülkenin ilim, ekonomi, siyaset ve eğitimde layık olduğu yere gelmesine katkıda bulunmak.
Türkiye’nin eğitimini, ekonomisini yükseltmek için okullarınız, yurtlarınız, sınai ve ticari şirketleriniz, işadamlarınız var. Ama sizin gazeteleriniz, televizyonlarınız, dergileriniz de var. Onlar niye var?
Neden olmasın? Medya, kamu vicdanının önemli bir dilidir. Sizin söyleyecekleriniz var ama bir diliniz yok. Böyle bir şey olabilir mi? Zaman Gazetesi 1986’ da açıldı. 1983-84’te de okullar açıldı. Ayrıca yapılan güzel işlerin kamuoyuna anlatılması lazım. Sizin güzelliklerinizi karalamaya ve sizi lekelemeye çalışanlara karşı hangi dille konuşacaksınız? Kendinizi neyle ifade edeceksiniz? Dolayısıyla bir bedene bir dil ne kadar ihtiyaçsa, bir hareketin de kendini ifade edecek dillere o kadar ihtiyacı var.
Peki, küresel hedefiniz nadir?
Hocaefendi, “Biz yaptığımız her işle, projelerimizle dünyada birlikte yaşama kültürünü oluşturmak durumundayız” der. Çünkü dünyada barışı ve huzuru sağlamak, ancak birlikte yaşama kültürünün oluşturulmasıyla mümkün. Hizmet’in 140 ülkede binden fazla okulumuz var. Bunların on beş kadarı üniversite.
Türkiye’de kaç üniversiteniz var?
Türkiye’de 300-350 civarında okul var. Bunların 8-10 kadarı üniversite. Ayrıca tabii, küresel ölçekte okulculuk Türkiye’nin gelecekte yıldızını parlatacak. Çünkü oralardan Türk dostları yetişecek. Türkiye’nin dünyanın her tarafında dostlarının mevcudiyeti, Türkiye’nin kalkınmasında ve dünyada kabul edilebilir ülke statüsüne çıkmasında etkili olur.
Okullarınızdan kaç genç mezun oldu bugüne kadar ?
Onbinlerce...
Eğitim yaptırdığınız gençlerin devlette görev almasını cesaretlendiriyor musunuz?
Tabii ki. Neden cesaretlendirmeyelim? Bugün bir devlet, ancak yetişmiş insan gücüyle dünyadaki diğer ülkelerle yarışabilir.
Polis örgütünde cemaatin çok üyesi olduğu söyleniyor. Emniyet’te ne kadar taraftarınız olduğunu biliyor musunuz?
Emniyet’te çalışan insanlar bu ülkenin çocukları. Bu ülkenin tabanından süzülüp gelen Anadolu insanının, bizim komşularımızın çocukları bunlar. Hizmet’e gönül veren insanların çokluğunu konuştuğumuz bir yerde... Sadece Emniyet’te değil, ekonomide, turizmde, tarım müdürlüklerinde, devlet yönetiminde de görev alanlar var.
Bizde devlet hâlâ denetlenemeyen, hesap sorulamayan, şeffaf olmayan bir devlet. Devletin içinden neler çıktığını Ergenekon sürecinde gördük. Bu devlet hâlâ birileri tarafından ele geçirilebilir bir aygıt olmaktan çıkarılamadı. Çünkü bu devlet henüz demokratik bir hukuk devleti olmadı. Dolayısıyla bu ülkede devleti ele geçirme kavgası hâlâ bitmedi. Böyle bir devlet sizce ürkütücü değil mi?
Devletin ürkütücülüğü şeffaf olduğu zaman biter. Ürküttüğü insanlar, “artık bu benim devletim” diyebilecek kadar devlete girip çıkmaya muvaffak oldukları zaman, o devlet ürkütücülüğünü kaybeder.
Devlet, ancak ele geçirilemeyecek bir yapı haline getirildiğinde yani demokratik bir hukuk devleti olduğunda ürkütücü olmaktan çıkar. Öyle bir devlette çalışanların, hangi cemaatin, camianın, hareketin, ideolojinin taraftarı ve üyesi olduğu artık hiç önemli değildir. Çünkü devlet artık hiç kimse tarafından ele geçirilemez. Bizde böyle bir devlet yok! Hâlâ herkesin içinde örgütlenmeye ve ele geçirmeye çalıştığı bir devlet yapısı var. Polis’te de Milli Görüşçüler, Cemaatçiler, Ülkücüler, Kemalistler var ve bunlar çatışıyorlar. Emniyet’te ne kadar taraftarınız olduğunu biliyor musunuz?
Nasıl bilelim. Poliste bir insan Hizmet’e gönülden ilgi duymuşsa ve bunu ifade etmesi de onun adına bir risk taşıyorsa... Bunu kimseyle paylaşamıyorsa, nasıl bileceksiniz ki?
Niye risk taşısın?
Bu ülkede bir dönemler Fethullahçı polisler diye insanlar fişlendiler ve listelendiler. Sonra da tayin edildiler. 1992, 1996 yıllarında, 2008 yılındaki bazı Güneydoğu operasyonlarında Fethullahçı polis listeleri çıktı. Bu insanlar bulundukları görev yerlerinden edildiler ve dağıtıldılar.
Yakın zamana kadar da Emniyet’te Fethullahçı olmayan polislerin tasfiye edildikleri iddia ediliyor. Sizce böyle bir şey var mı?
Eğer böyle bir şey varsa, bu asla tasvip edilemez. Dün, Fethullahçı polisler diye mağdur edilen insanların hakları nasıl müdafaa edilmişse, bunların da hakları aynı şekilde korunmalı. Bakın... Hizmet, siyasal hedefleri olan bir yapı değil. Eğer Hizmet, siyasal kavgalara alet ediliyorsa... Birilerinin kendilerine göre hesapları çerçevesinde Hizmet alet ediliyor olabilir. Yoksa Hizmet’e ilgi duyan bir polisin yapacağı bir tek iş vardır. O da, devletin kanunu ve mevzuatına uygun adaletle ve hakla iş yapmaktır. Eğer ben Hizmet’e gönül veren biriyim deyip de, adaletsizliği ve haksızlığı Hizmet’e mal edip yapıyorsa, suç işliyordur. Hukuk onunla mutlaka hesaplaşmalıdır.
Sizce bugün Polis’te ne yaşanıyor?
Türkiye, en büyük hesaplaşmalarından birini yaşıyor. Devletin kapalı kutularından korkunç manzaralar çıkıyor. Etkili, belli bir zümre şeffaf devlet istemiyor. Ve, bu kavgayı Emniyet üzerinden yürütüyor. Emniyet, bu meselede direkt cepheye sürülen bir birim. Emniyet’te ve yargıda, Cemaat adına hareket eden insanlar var algısı oluşturulmaya çalışılıyor.
Cemaat’e taraftar polisler ve savcılar yok mu?
Elbette ki savcılar var. Emniyet’te de bu insanlar var. Ama Hizmet ne talep ediyor? Hizmet, “devlet şeffaf olmalı. Gizli, karanlık işler ortaya çıkarılmalı” diyor. Bu konuda Emniyet, yargı ve siyaset arasında talepler açısından bir çatışma yok.
Devlette görevli Cemaat üyeleri, Cemaat’in toplantılarına katılır mı?
Halka açık panellere, seminerlere, işadamlarının toplantılarına valilerin, Emniyet müdürlerinin katıldıklarını gördüm.
Kendilerine görevler verilir mi?
Hayır. Ne görev verilecek ki? Hizmet’i seven insanlara düşen tek iş, bulundukları yerlerde millete en iyi hizmet etmeleridir.
Ahmet Şık ve Nedim Şener’i gözaltına alıp savcıya sevk edenler Cemaat üyesi polisler miydi?
Evet bunlar bizdendir demem için elimde delil olması lazım. Böyle bir bilgim yok.
Değil, diyebiliyor musunuz?
Bilmiyorum. Ben bu soruyu Hocaefendi’ye de sordum. “Bu insanları, yargıçları, siz tanıyor musunuz” dedim. “Hayır, tanımıyorum” dedi. Tekrar sordum. “Bu insanları tanımıyorsunuz ama, bunlar sizin sözünüzü dinleyen insanlar mı?” dedim. Hocaefendi, “Benim sözümü dinleyen insanların, adalet ve hak çizgisinin dışına çıkmamaları gerekir. Bunun ötesinde bu insanları ben tanımıyorum, bilmiyorum” dedi. Şimdi...
Evet...
Şimdi, “bunlar Cemaat taraftarı “ diyenler, acaba gerçekten bununla ilgili bir delile dayanıyorlar mı? Hizmet’e, Cemaat’e gönül veren insanlar tabii ki vardır. Bu insanlar, kötü işler yapıyorlarsa muhatapları kanunlar ve mevzuattır. Bunun hesabını Hizmet kendisi soramaz. Sivil bir yapı nasıl hesap sorabilir ki? Dolayısıyla birilerinin buradan Hizmet’e fatura kesmesi sözkonusu olamaz. Gerekeni hukuk yapmalıdır. Ayrıca, insanları dinlerine ve düşüncelerine göre tasnif etmek de çok yanlış. İnsanı yaptığı işten önce kimliğiyle sorgulamak çok yanlış.
Peki devletin içinde bir kimlik çerçevesinde örgütlenmek suç değil mi?
Suçtur tabii. Böyle bir örgütlenme varsa, devlet bugün Ergenekon’un üzerine nasıl gidiyorsa bunun üzerine de gitmeli. Hizmet’i kullanarak birileri bir şey yapıyorsa, devlet gerekeni yapacaktır.
Savcılar arasında Cemaat üyeleri var mı?
Sevenler vardır tabii, niye olmasın? Ne mahsuru var? Bu ülkenin yasaları, tüzükleri, yönetmelikleri belli. Devlet görevlileri bu mevzuata uygun hareket etmek zorunda.
Peki, devletteki Cemaat üyelerinin ideolojik davranma ihtimalleri yok mu?
Ülkesine hizmet etmeyi, ülküsünün merkezine oturtmuş bir harekete gönül veren insanlar, bu ülkünün dışında bir şey taşıyamazlar. Taşırlarsa, bu hareketle bağlantılarını ve o harekete mensubiyetlerini iddia edemezler. Çünkü ben hem “Hizmet’e taraftarım” diyeceksin hem de farklı örgütlenmelerin içinde olacaksın. Buna dense dense Cemaat’i suiistimal etme, kullanma denir.
Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben, insanın fikirlerinden ve sözünden dolayı içeri alınmasını asla tasvip etmiyorum. Yargı, medya özgürlüğüne müdahale etmişse yanlış iş yapmıştır. Ancak başka bağlantılar varsa, bunu bilmiyorum. Onu yargı ortaya çıkaracak. Yargı, bunu ispatlayıp delillendirmek durumunda. Ahmet Şık’ın iddianamesini okudum.
İkna oldunuz mu?
Suçlamada iddia edilen şu. Kitabın içeriğinden ziyade kitabın nasıl oluştuğu ve kimlerin eliyle oluştuğu meselesi var. Bu ilişkiler, Ergenekon davalarını itibarsızlaştırmaya çalışan Ergenekon’un bir medya ayağı mı bakışı var. Eğer kitabın içeriği tutuklanma sebebiyse, bu hiç ikna edici değil. Çünkü o kitap, hiç yeni bir şey söylemiyor. O kitabın içeriği Zübeyir Kındara’nın ve Saygı Öztürk’ün kitaplarında zaten var. Kitabın içeriğinde, suç teşkil edecek veya Hizmet’i rahatsız edecek, sıkıntı oluşturacak bir şey yok.
Bu tutuklamalardan Cemaat’in sorumlu olduğu söylentileri çok yaygın. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Onları tutuklayanların, Cemaat üyesi oldukları için bu kişileri tutukladıklarına dair bir delil var mı?
Peki, MİT Müsteşarı’nı ifadeye çağıran savcılar Cemaat üyesi mi?
Bilmiyorum. MİT Müsteşarı’nı ifadeye çağıranlar nasıl bir maksatla ve niyetle, neyi hedefleyerek niye yaptılar bunu, ben de çok merak ettim. O olay niye yapıldı, ne hedeflendi bilmiyorum.
Ama Cemaat’in medyası savcıların kararını çok savundu. Niye?
Ergenekon sürecinde gazete ve televizyon, Emniyet’e, yargıya ve hükümete bu mücadelesinde genel manada hep destek verdi. Acaba burada da aynı refleks mi devam etti? “Bu ülkede Genelkurmay başkanları, kuvvet komutanları sorguya çağırıldı. MİT’te de bir şey varsa sorguya çağırılıp, bakılır” diye mi düşünüldü?
MİT Müsteşarı, Oslo görüşmeleriyle ilgili olarak “şüpheli” sıfatıyla ifadeye çağırıldı. Cemaat, devletle PKK arasında yapılan Oslo görüşmelerine karşı mı?
Devletin PKK’yla mücadelede yürüttüğü siyaset ve yöntemle ilgili olarak Hocaefendi’nin umumi bakış açısı asla muhalif bir çizgi olmadı bugüne dek. Aksine devletin kendi organlarında karar verdiği program ve projeleri devamlı teyit etti ve destekledi Hocaefendi. Ama hep tam tersi söylendi. “Devlet aslında PKK ile müzakereyi, yumuşamayı ve onlarla anlaşmayı tercih ediyor. Hizmet ise güvenlikçi yaklaşımla ve KCK operasyonlarıyla sert bir üslup izliyor” deniyor. Bu yaklaşım doğru değil.
Bu sert politikayı Cemaat’in yayın organları savundu ama...
Köşe yazarları kendi görüşlerini dile getirmiş olabilirler. Bunlar, Hizmet’i bağlamaz.
Bu politika, Cemaat medyasının yayın politikası olarak da savunuldu. Konuşmamızın başında, kendi görüşlerinizi ve işlerinizi, kendi medyanız kanalıyla anlattığınızı söylediniz. Ülkenin en temel sorunu olan Kürt meselesinde medyanızın yayın politikası nasıl oluyor da şimdi sizi bağlamıyor? Bu mümkün mü?
Köşe yazarlarının yazdığı her mesele bizi bağlamaz tabii ki. Benim bildiğim şu. Sayın Gülen bugüne kadar devletin bu meseledeki politikasını, çizgisini ve seyrini devamlı olarak tasvip etti.
Gülen, Oslo görüşmesini tasvip etti mi?
Genel olarak söylüyorum. Sayın Gülen, “PKK ile mücadelede her türlü usul, yöntem ve strateji devlete ve kurumlarına aittir” diye düşünüyor. Kürt problemi sorulduğunda kullandığı tabir hep şudur: “PKK ile mücadele bir güvenlik meselesidir. Bununla ilgili stratejilerin kararını devletin istihbarat birimleri, siyasal yapılar ve kurumlar verir. Oslo görüşmesi de dâhil, PKK’yla mücadele meselesi devlete ait bir meseledir. Bizim dışımızda bir olaydır.”
Neden Mustafa Yeşil?
Son zamanlarda Türkiye’nin en çok tartışılan konusu hükümet-Cemaat çatışması oldu. MİT Başkanı’nın PKK ile Oslo müzakereleri nedeniyle özel yetkili savcılar tarafından “şüpheli” sıfatıyla ifadeye çağırılması, hükümet-Cemaat ilişkilerini iyiden iyiye bozdu. Bunun üzerine Cemaat, kamuoyuna iki uzun açıklama yapmak zorunda kaldı. Daha önce medyanın karşısına sadece yaptığı işlerle çıkan Cemaat, ilk kez kendini devlet ve siyaset açısından da anlatmak, neyi hedeflediğini ve nerede durduğunu açıklamak ihtiyacını duydu. Biz de Cemaat’in ne olduğunu, nasıl çalıştığını, okullarını, yurtlarını, kimlerin Cemaat üyesi olduğunu, polis ve savcılar arasında Cemaat üyelerinin olup olmadığını, polislerin tayinini, fişlenme iddialarını, Ahmet Şık’ın tutuklanmasında ve MİT Müsteşarı’nın ifadeye çağırılmasında Cemaat’in rolünü, devlet-siyaset-Cemaat ilişkilerini, MİT krizini, hükümet-Cemaat çatışmasını, Fethullah Gülen’in neden AKP’yi ve Başbakan Erdoğan’ı eleştirdiğini, hükümetin Kürt politikasını destekleyip desteklemediğini, Hareket’in önde gelen isimlerinden Mustafa Yeşil’le konuştuk. Böylece bir ilk daha gerçekleşti ve Fethullah Gülen’in dışında ilk kez bir isim, Cemaat adına konuşarak gazeteye röportaj verdi. Cemaat’in en önemli kurumlarından biri olan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın başkanı olan Mustafa Yeşil, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni bitirdi ve bir süre Londra’da Zaman gazetesinin temsilciliğini yaptı.