Mısır'da aralarında Müslüman Kardeşler örgütünün lideri Muhammed Bedii'nin de bulunduğu 683 kişi hakkında idam cezası verildi. Bedii ve diğer sanıklar huzur bozmak, devlet malına zarar vermek ve bir polisi katletmekle suçlanıyorlar.
Geçen mart ayında haklarında idam cezası kararı verilen 529 sanıktan 492'sinin cezaları müebbet hapse çevrildi. Bir yandan idam cezalarının iptal edildiği diğer yandan muhaliflerin tutuklanıp idamla yargılandığı Mısır'da yargı bağımsızlığıyla ilgili kuşkular, soru işaretleri de artmış durumda. Peki, Mısır'da neler oluyor?
Kuşkular güçleniyor
Mısır tarihinde yargı hiç bu denli yoğun şekilde protestolara muhatap olmamıştı. 200 yıllık tarihi olan Mısır yargısı, son üç yıldır çok geniş kesimlerce protesto ediliyor. Müslüman Kardeşler liderlerinden Muhammed Bedii ile birlikte 683 kişi hakkında verilen idam kararının yanı sıra geçen martta haklarında idam cezası verilen 529 kişinin yeniden yargılanması Mısır'daki yargının işleyişinin sorgulanmasına neden oluyor.
Ayrıca eski devlet başkanları Hüsnü Mübarek ve Muhammed Mursi'nin yargılandığı davaların sürmesi ve Müslüman Kardeşler aleyhindeki protestolara katıldıkları gerekçesiyle gözaltına alınanların çoğunun bizzat bu örgütün mensubu olmakla suçlanması kuşkuları güçlendiriyor.
Mısırlı hukuk uzmanı Nasır Amin tüm bu gelişmeler göz önünde bulundurulduğunda yargı bağımsızlığı konusunda çok da iyimser olmadığını söylüyor. Yargının yanlış işletildiğini savunan Amin şöyle konuşuyor:
"Mısır'da yargı sistemi, yargıcın kişiliğine bağlı işliyor. Bu durum da yargıçların karar verirken, daha çok kişisel deneyimlerine ve gözlemlerine bağlı kalmalarına yol açıyor. Yani yargıdan çıkan kararlar yargıçların dünya görüşlerine göre şekil alıyor. Dünyaya açık biri mi, muhafazakar ya da dindar mı? Bu nedenle Mısır'da benzer davalardan çok farklı kararlar çıkabiliyor."
Kendisi de yargılandı
Arap Yargı Bağımsızlığı Enstitüsü Yöneticiliğini yapan Nasır Amin bağımsız yargı konusunda çok sayıda bilimsel çalışmaya da imza atmış bir uzman. Üstelik uzmanlığı avukat olarak çalıştığı dönemlerde edindiği deneyimlerle de sınırlı değil. Nasır, 1988'de Mübarek rejimine yönelik eleştirilerinden dolayı yargılanmış bir kişi.
Amin 529 kişinin idamla yargılandığı Minya davasındaki çelişkiyi örnek göstererek dikkatleri bu davanın üzerine çekiyor. Ona göre davanın yargıcı Sait Yusuf Sabri, görevini tam olarak kavrayamamış ve görev anlayışıyla ilgili yaşanan bu kargaşa da adalet sisteminin önünü tıkıyor.
Görev karmaşası var
Nasır Amin tepki gösterdiği yanlışlığı şu sözlerle açıklığa kavuşturuyor:
"Minya kararının başka bir boyutu daha var. İhtilalden sonra ülkede adalet sistemini de etkisi altına alan toplum ve devlet kaosu ortaya çıktı. Bu bağlamda bazıları toplumdaki rollerini kavrayamadı. Örneğin yargıç, kendini ülkenin güvenliğinden sorumlu hissetti. Polis de yargıyı işletmeyi kendine görev bildi. Böyle düşünen polis, sokaktaki insanı öldürme hakkına sahip olduğunu sandı. Biri diğerini öldürürse, polis de o kişiyi öldürebilecekti. İşte böyle bir adalet anlayışı ortaya çıktı. Buna karşın yargıç da ne kadar fazla ölüm cezası verirse ülkede güvenlik o denli hızlı sağlanacak diye düşündü."
Sorun savcılarda
Amin'e göre yargının işleyişinin tıkanmasına yol açan en büyük sorun savcılık makamında. Çünkü savcılar doğrudan hükümete bağlı. Böyle olunca hükümet, özellikle siyasi davaları etkilemek için savcıları istismar aracı olarak kullanabiliyor. Yargı görevlileri de basınla mesafeli olunca, spekülasyonlara meydan verilmiş oluyor.
Ancak Amin yüksek temyiz mahkemelerini bir garantör olarak görüyor. Çünkü bu mahkemelerde 9 yargıç birlikte karar veriyor. Diğer mahkemelerde ise bu sayı üç. Uzman, böyle olunca dokuz yargıcı birden etkilemenin daha zor olduğunu ifade ediyor.