Cumhuriyet yazarı Mine Kırıkkanat, avukat Fikret İlkiz için “herkesin herkesi çekiştirdiği medya âleminde, meslek ahlakı ve değeri üzerinde fikir birliğine varılmış olması” dedi.
Mine Kırıkkanat, bir dönem Cumhuriyet gazetesinin sorumlu yazı işleri müdürlüğünü de yapan İlkiz’in kendisi ile ilgili “Hep sosyalist olmak istedim. Sınıfsal açıdan baktığımda, babamın işçi oluşu elbette önemli bir etkendi” sözlerini de aktardı. Kırıkkanat, İlkiz ile ilgili olarak şunları söyledi: İnsan hak ve özgürlüklerinin giderek büzülüp daraldığı, zaten hukuk devleti olmaktan da çıkan ülkemizde, “basın davaları” deyince akla gelen savunma hukuku otoritelerinden biridir.”
Mine Kırıkkanat’ın Cumhuriyet’te “Haklı bir adam” başlığıyla yayımlanan (28 Ekim 2015) yazısı şöyle:
Etnik ya da dinsel aidiyeti kimlikçi politikalara alet ederek resmen ırkçılık yapanların, kendilerine “yanlış yoldasınız” diyenleri faşistlikle suçladığı bir toplumda; herkesin saygısını kazanmış ve kimsenin duruşunu tartışmaya açmadığı bir demokrat olmak kolay değildir.
Size böyle bir insanı tanıtmak istedim: Fikret İlkiz, insan hak ve özgürlüklerinin giderek büzülüp daraldığı, zaten hukuk devleti olmaktan da çıkan ülkemizde, “basın davaları” deyince akla gelen savunma hukuku otoritelerinden biridir.
1982 yılından öteye 23 yıl süreyle Cumhuriyet gazetesinin avukatları arasında yer alan ve 1997’den 2004 yılına kadar da sorumlu yazı işleri müdürü görevini üstlenen İlkiz’in özelliği, herkesin herkesi çekiştirdiği medya âleminde, meslek ahlakı ve değeri üzerinde fikir birliğine varılmış olmasıdır.
Kendisine Fikret İlkiz kimdir, diye sorarsanız, “Avukattır! yanıtını verir.
Ne zaman, nerede, nasıl, diye üstelerseniz; “1950 yılında Eskişehir’de doğup büyüdüm. Babam, şeker fabrikasında işçiydi, annem ev kadını. Pek çok dostluğumu, aldığım iyi eğitimi bana Eskişehir sağladı. Doğduğum kente borcumu ödeyebilmek için 18 yıldır her hafta, Eskişehir Anadolu Üniversitesi’ne gidiyorum. Geleceğin gazetecilerine ‘Medya Hukuku’ konusunda bildiklerimi aktarmaya çalışıyorum...” der.
***
İlgiyle dinlediğinizi görürse, devam eder:
“Hep sosyalist olmak istedim. Sınıfsal açıdan baktığımda, babamın işçi oluşu elbette önemli bir etkendi. Ama İstanbul Hukuk Fakültesi’ne 1967’de girdiğim düşünülecek olursa, başka şansım da yoktu, denilebilir. Başka bir şey olamam, diye düşünmüşümdür.
Ha, sosyalist oldum mu? Hâlâ çalışıyorum. Bu isteğimi gerçekleştirdikten sonra, ölmeden önce komünist olmayı da başarırsam, çok iyi olur. Ama buna vaktim kaldığını sanmıyorum.
Sınıfsal kökenim ya da siyasal davranışlarıma baktığım zaman; karınca kararınca işini iyi yap, hukukçuysan hukukçu ol gibi bir şey öğrendim. Bir de babamın öğüdünü tuttum: Ne olursan ol, çalışmaya başladığın zaman işyerinin çaycısına borçlanma, derdi!
***
Türkiye’de hukuku hep olağanüstü rejimler biçimlendirdi. Temel hak ve özgürlüklerin askıya alındığı dönemler birbirini izlerdi. AKP ise olağanüstü rejimi sona erdireceğim diye yola çıktı.
Pek çok liberalin iktidara yıllarca verdikleri desteğin temel nedeni, AKP’nin bunu gerçekleştireceğine inançlarıdır. Ama yıllar içerisinde oluşturulmuş olağanüstü sistem, AKP’nin daha çok işine yaradı.
Olağanüstü rejimin ortadan kaldırılması için demokrasinin Türkiye’ye tam anlamıyla yerleşmesi gerekiyordu. Oysa AKP’nin gösterdiği çaba, olağanüstü rejimi olağan rejim haline getirmekten ibaret oldu. Burada hukuk yoktur. Dolayısıyla hukukun AKP öncesi ve sonrası diye bir kıyaslama da yapamazsınız. Çünkü dünkü miras, bugünün geleceği oldu. Bu mirası kullanmaya başladıktan öteye, hukuk kalmaz. Ama bolca kanun vardır.
Zaten bolca üretilen kanunlara, torba yasa dediler. Bu torbanın içinde her şeyi bulabilirsiniz, ama aradığınız hiçbir şeyi bulamazsınız. Bu hukuk değildir.
***
Aslında aranması gereken, ne yasalar olmalıdır, ne de hukuk. Adaleti aramak gerekir! Kamu vicdanında adaleti oluşturmaya kim katkıda bulunmadıysa ya da adaletin yerine kanunları koyduysa, suçludur! Asıl yargılanması gereken de budur.
Yoksa hukuk, Türkiye’de zaten bir yerde değildi. Zaten adalet kavramı yoktu.
Biz Türkiye’de hukuku, yaşanan acılar üstüne kurmaya çalıştık. Düşüncem odur ki Türkiye, yıllardır açılan çok sanıklı, az sanıklı ceza davaları üzerinden demokrasiyi tartışır. Önemli olan demokrasiyi tartışmak değildir. Yargının verdiği kararın kamu vicdanını rahatlatmasıdır.
Oysa bu ülkede yargı, verdiği kararlarla kamu vicdanını sürekli kanatan bir organ haline geldi...”
Fikret İlkiz’le sohbetin devamı, 1 Kasım’da.
“Hukuk, adaletin kamusal yararından ibarettir.”
Etiene de Jouy