TAYFUN ERTAN
Son üç haftadır, Doğu Karadenizden, Güneydoğu ve İç Anadoluya uzanan seçim turunda çok sayıda kente uğradım ve yerel düzeyde yaptığım bazı gözlemler farklı kentlerde ve de farklı bölgelerde tekrarlana tekrarlana, daha genel hale büründü.
Benim için hayli ürkütücü olan bir genel gözlem; bölge ayırımı olmadan bazı kentlerde yaşamın akşam saatlerinde birdenbire durması, donup kalması. Bunu doğu karadeniz bölgesinde Rize'de, Trabzon'da gördüm, iç anadolu bölgesinde de Kayseri'de, Nevşehir'de, Konya'da. Kent sayısını eminim arttırabiliriz.
Olan gayet basit, havanın kararmasıyla birlikte sokaklar hızla boşalıyor, dükkanlar hatta lokantalar kapanıyor ve kent merkezi bile ıssız bir hale bürünüyor. Öyle ki, kolunuzda saatiniz yoksa, saat sekiz dokuzken siz iki ya da üç sanabilirsiniz. Kaldırımlarda tek tük hızla bir yerlere gitmeye çalışan insanlar, loş sokaklar, karanlık vitrinler, genel bir sessizlik, ne bir müzik sesi, ne de korna.
Bunu önce tesadüf ya da sadece birkaç kente özgü bir görüntü sandım. Sonra benzer görüntüler farklı kent ve bölgelerde de önüme çıktı. Konu, parti ayırımı olmaksızın belediye başkan adaylarının da gündemindeydi. Sadece deyim yerindeyse 'kapanma saati' değişiyordu; Rize'de CHP adayına göre saat altıda, MHP adayına göre de sekizde bitiyordu kent. Ne dışarda sosyalleşen insanlar ne sinemaya ya tiyatroya gidenler.
Sonra bu duruma hiç uymayan, neredeyse tam tersi güneydoğu kentleri... ışıl ışıl coşkulu bir Diyarbakır örneğin, gürültülü, dumanlı kebap kokulu sokaklar, türkü sesleriyle çınlayan meydanlar, yaşayan bir toplum, yaşayan bir kent.
Ve tekrar ıssızlığa dönüyorum Kayseri'de... bu tabii sosyolojinin ve toplum psikolojisinin
açıklayabileceği bir görüntü ama gazeteci merakıyla nedenlerini anlamaya çalışıyorum.. Melikşah üniversitesinin öğrencileriyle konuşuyoruz. 'Kayseri'de yapacak hiçbir şey yok' diyorlar. Bandırma'dan gelmiş bir kız öğrenci, 'önce çok şaşırdım" diye anlatıyor, "canlı müzik yok. Olan müzik de yavaş müzik" diye gülüyor. Ankara'dan gelmiş, hemşirelik okuyan bir kız öğrenci de, "zaman zaman biraz değişiklik olsun diye günübirliğine de olsa Ankara'ya gidiyorum, yolun uzunluğuna rağmen" diyor.
Kayseri'de dört üniversite var ve Erciyes üniversitesinde altmış bin öğrenci okuyor. Ama kentten üniversiteye ulaşım zorluğu olduğu için belki de, öğrenci hiç etkili olamamış kent yaşamında. Bir Eskişehir kıyaslaması mümkün değil mesela. Bir yerel gazeteci, "normal koşullarda öğrencilerin kenti değiştirmesi beklenir, burada Kayseri öğrencileri kendisine benzetiyor", diyor. Bu gözleme, Melikşah öğrencileri gülerek katılıyor. "Kentin ve çevrenin baskısı var üzerimizde" diyor başörtülü bir kız öğrenci, "burada akşam namazı saati diye bir şey var ve o saatte evde olmam bekleniyor. Ondan sonra kendi başıma bir şeyler yapmama izin verilmiyor. Üzerimizde mahalle baskısı olduğunu da söylemeliyiz. Ailelerimiz bizi serbest bıraksa da, onları da kapsayan bir baskı var. Kaldı ki Kayseri'de zaten gidebileceğimiz bir sinema, bir tiyatro yok, alışveriş merkezi bile on deyince kapanıyor, yapacak bir şey yok" diye anlatmakta.
Tabii mahalle baskısı türlü çeşitli biçimler alabiliyor. Nevşehir'de konuştuğum bir sivil toplum görevlisi, 'ahlak bekçiliği' yapıldığından söz ediyor ve bunun en çok içki üzerinden yürütüldüğünü vurguluyor. Bu kişiye bakılırsa, içki yasağı şekline dönen bu baskı, toplum hayatının donup kalmasında etkili olmakta.
Kentlerde akşam hayatının durması herhalde içki meselesini de içeren ama daha karmaşık bir açıklama getirilmesine muhtaç ve sanki siyasal iklim ile bağlantılı bir durum. Kayseri'de 1980 öncesinde CHP belediye başkanlığını kazanabiliyorken, şimdi bu kentte AKP ve MHP oylarının toplamı %80'leri aşıyor kolaylıkla. Ben, kentlerin ruh halinin işte son 30-35 yıl içindeki bu siyasi dönüşüm süreci ile anlaşılabileceği düşüncesindeyim. Rize, Trabzon, Kayseri, Nevşehir ve Konya gibi kentlerde sosyal yaşamın donukluğu ile bu kentlerde oyların en az yüzde sekseninin AKP ve MHP etrafında toplaşması sadece tesadüf olabilir mi diye sormadan geçemiyorum. Bazı kentlerde baskıcı muhafazakar hayat tarzının yerleşmesine ve aşırı sağcı milliyetçi sağ düşüncenin yerleşmesine 1980 darbesinin neden olmuş olabileceğini de düşünmeden geçemiyorum. Doğu Karadeniz'de Giresun ve Ordu kent merkezlerindeki canlılığın komşu Trabzon ve Rize kentlerini geride bırakması ile buralarda muhafazakar sağ oyların pek de kuvvetli olmaması arasında da acaba bir bağlantı olabilir mi ?