Spor

Milli takım, milli forma...

Radikal gazetesi yazarı Uğur Vardan'ın yazısı...

10 Ekim 2010 03:00

T24- 

Rijkaard'a anlatsalar da dinlemez ki...

Her şeyin ve her kavramın değişmeye ve kendisini ancak yeni tanımlar ve oluşumlarla var etmeye çalıştığı bir ‘post-modernist’ dünyada ‘Milli Takım’ kavramı da ister istemez ezberbozan bir yapı barındırmak zorunda. Kim derdi ki bir zamanlar Hitler’e biat eden Almanya, kadrosuna önce Asamoah gibi bir siyahı alacak, sonra da tarihinin belki de en keyif veren ekibinin içine Mesut, Khedira, Cacau, Podolski, Trochowski, Boateng gibi ‘gayri Germen’ unsurları katacak? Ya da biraz daha gerilere gidelim, önce 1998’de Dünya şampiyonu, sonra da 2000’de Avrupa şampiyonu olan Fransa’nın, bugünden bakıldığında ‘Dream Team’ kabul edilecek kadrosunda Zidane, Trezeguet, Dessailly, Lizarazu, Djorkaeff, Boghossian, Karembeu gibi ‘AlaFranga’ kabul edilemeyecek isimler bulunacak ve bu topluluk, o dönemin etkin faşist politikacısı Jean Marie Le Pen’in, “İyi de yarısı Fransız Milli Marşı’nı söylemekten aciz” eleştirilerine muhatap olacaktı. Bunları bilir ya da bilmezsiniz veyahut önemser ya da önemsemezsiniz, ama birer vakadır (üstelik biz de meseleye, Mehmet Aurelio kişiliğinde iyi kötü bir katkıda bulunduk).


Türkiye’nin Euro 2012 yolundaki ilk adımlarından sayılan son Belçika maçının ertesinde Galatasaray Teknik Direktörü Frank Rijkaard, oyuncuları Arda ve Sabri’nin Milli Takım forması altında sakatlanmasıyla kendince bir itiraza soyundu ve olayın sorumluları için Ay-Yıldızlıların teknik kadrosunu adres gösterdi. Doğrudur ya da yanlıştır, bu çıkış spor basının en sevdiği tür olan tartışma ve kaosa yeni bir malzeme oluşturdu. Konuya ilişkin kalem oynatan isimlerden Milliyet yazarı Ercan Güven, 18 Eylül’de köşesinden Hollandalı çalıştırıcıya seslendi ve ‘Rijkaard’a bunu da anlatın’ başlıkla yazısında, meseleyi Milli Takım forması ve milli hassasiyetler üzerine inşa etti. Bu yazı hakkında alıntılar yaparak konuşmak isterim ama öyle bir kompakt kaleme alınmış ki, arasından çekilecek bir tuğla, bütün bir sistemde oynamalara neden oluyor; dolayısıyla tam metnini bu sütunlara taşımaktan yanayım ve taşıyorum:

“Basketbol Milli Takımımız’ın ‘referandum promosyonu’ olarak kullanılması, vatandaşın ağzında buruk bir tat bırakıp ağzını bozdurduysa, bunu sayın bakan Özak’ın ‘Edepsizler, ahlaksızlar, ilkesizler’ tespitine kafa sallayarak geçiştiremezsiniz. Gerçi finalde sayın Başbakan’ı protesto edenler, muhtemelen ‘darbeci’ ve ‘aptal’ (!) ama söz konusu Milli Takım-Millet ilişkisi olunca hassasiyet farklı... Yazılı olmayan toplumsal sözleşme diyebiliriz buna.

***

Birincisi... ‘Milli forma’, hak edenler açısından fiyatı olmayan bir gurur, terazisi icat edilmemiş sorumluluktur. Yürek çarpıntılarıyla giyilir, cansiperane korunur, son gücüne kadar ona hizmet edilir. İbadet gibidir. Tüm ihtiraslardan, kişisel hesaplardan hatta ekonomik sonuçlardan arınmış olarak taşınır o forma. ‘Açık arttırmalı’ prim, yakışmaz ona. Yazılı olmayan toplumsal sözleşme diyebiliriz buna:

***

Millet de aynı hisler içindedir. Görevlendirdiği sporcunun hiçbir farklı niyet sahibi olmadan bayrağı için mücadele edeceğinden emindir. Siyaset bir numara küçük gelir. Bu sözleşme insan doğasına aykırı olabilir. Ama bir insan topluluğunun yaratabileceği en güzel sinerjilerden biridir:
Milletinin vekaleti ile her şeyini ortaya koyan adamlar ve onları taparcasına kucaklayan millet...
Daha ötesi, şehitler ve gazilerdir.

***

Buraya kadar ‘hemfikir’ miyiz?.. O zaman, herkes ‘kıssadan hissesini’ almalıdır. Mesela Galatasaray yöneticileri, bu toplumsal sözleşmeyi Rijkaard’a tercüme etmelidir!.. Önce Arda sakatlandı diye Milli Takım’a bozuk çalan Rijkaard, şimdi Sabri üzerinden Milli Takım-Millet ilişkimizi sorgulayacak ve yeniden yapılandıracak adam değildir. Aslında kimsenin haddi değildir (şimdilik)!.. Israrcı olanların ‘birkaç yıl’ daha beklemesi gerekiyor en azından. ‘Ulus’ kavramı biraz daha boşalsın, o zaman.

***

Peki, neden ‘müstemleke valisi’ne dönmektedir bu ülkeye gelen yabancı hocalar?.. Müsaade edilmektedir.
Gelmesi lütuftur, nerede kaldı bizim hassasiyetlerimiz için uyarmak!..
Zaten, ‘kim’ ‘kimi’ uyaracak.
Bakın, Rijkaard neredeyse Milli Takım’ın lağvedilmesini talep edecek kadar boşboğazlık ederken Galatasaray’ın duayenlerinden Ergun Gürsoy, ‘tuzla koşmuştur’ Rijkaard’ın fikrine. Tazminattan falan bahsetmiştir.


Galatasaray Başkanı Adnan Polat ha keza...
Sorarım onlara; hangi milli maçta hangi milli futbolcumuzun spor hayatı bitmiş de bu millet onu görmezden gelmiştir? Hiç merak etmesin sayın Gürsoy, telaşlanmasın sayın Polat; Galatasaray unutsa bile millet unutmaz. Söyledikleri Galatasaray’ın bir maçlık menfaatine halel gelmesiyse, bu yüzden tazminat istemişlerse, miktarını açıklasınlar onu da verelim. Lakin 20’sine gelmeden kalleş keleşlerin önüne gönderdiği kınalı kuzuları, tabutuna sarılan
al bayrakla ‘milli’ olan analara ödenen üç kuruştan fazla olmasın
sakın. Ve sonuç:
Başbakan’a tribünden tepki, ne normal ne de iyi... Tam da sandık sürecinde milli bir meseleye siyaset karıştırıldığı fikri çıldırtmış olmalı tribündekileri.
Rijkaard’a bunu da anlatın.”


Güven’in tezleri kendi içlerinde tutarlı. Bir başka söyleyişle, “Bu forma kutsaldır, nasip olmaz herkese” diyor ve bu kutsallığı anlamamakta ısrar eden Rijkaard’a, birisinin haddini bildirmesi gerektiğini ifade ediyor. Lakin, girişte de belirttiğim gibi, bu kutsallık meselesi artık görecedir ve ‘ulus’ kavramının içeriğinin biraz daha boşalması için birkaç yıl geçmesi gerekmemektedir, çoktan geçmiştir. Evet, kimileri geçmediğini düşünmektedir ve Güven de bu topluluğun üyesi bir kalem erbabı görüntüsü çizmektedir ama meseleyi ‘Müstemleke valisi’ tadında ele alması doğrusu biraz kanıma dokundu. Bildiğim kadarıyla biz bu ‘gâvurları’, kendimize benzetmekten ziyade kendimizi onlara benzetmek için getiriyoruz. Guisseppe Meazza’dan Jupp Derwall’e, Frank Rijkaard’dan Bernd Schuster’e görmek istediğimiz ‘Tanzimat rüyası’nın içinde, onların ‘farklı’ olabilecek fikir ve zikirleriyle de karşılaşmak, bilgi ve görgümüzün yanı sıra dünyaya bakışımızı değiştirmek de yok muydu? Belki durum böyle değildir ama en azından ben öyle sanıyordum. Bir yabancıyı takımın başına getirirken sadece şampiyonluk hedefi değil, bütün bir fikriyatını da bir anlamda buraya taşımıyor muyuz? Örneğin bugün Beşiktaş’ın başında olan Schuster, zamanında Alman Milli Takım formasını giymeyi reddetmiş bir isim. Ama buna rağmen Alman toprakları ve futbol kamuoyu, ona olan saygısını hep sürdürdü, hatta teknik direktörlük uğraşına önce Fortuna Köln, sonra da FC Köln’de başladı ve daha sonra o çok iyi bildiği La Liga sularına açıldı. Dolayısıyla biri Rijkaard’a bunları anlatsa da, bir Surinamlı olarak önce Hollanda, sonra da İtalya ve İspanya âlemlerinde kendisini kanıtlamış olan genç teknik adam, meseleyi yine de anlamayacaktır.


Not: Birgün gazetesinde ‘Uçan Hollandalı’ adlı köşesinde yazan Fırat Topal, ‘Flying Dutchman’ adlı blogunda Güven’in sözkonusu metnine ilişkin 18 Eylül’de bir eleştiri kaleme aldı, meraklısı için duyuralım. Topal’ın yazısının linki şöyle:

http://vliegendenederlander.blogspot.com/2010/09/astronot-ercan-guvenin-maceralari.html


(Radikal gazetesi - Uğur Vardan - 10 Ekim 2010)