Ahmet Tan*
“Metal yorgunu!” bahanesi ile başını yediği adamların ahı tuttu. Melih Gökçek, Kadir Topbaş gibiler de matah metalar değildi ya, neyse...
Ama yine de hiçbiri Bingöl’e gidip, “Ey Diyarbakırlılar!” diye nutuk atmamıştı.
Doğumundan önceki yıllarda okuduğu sınıflardan söz de etmemiş, hele kırk yılın Bahçeli’si ile Kılıçdaroğlu’nu birbirine karıştırmamıştı.
Demek ki “metal yorgunluğu” diye çevresine koyduğu teşhis, kendi erken teşhisi imiş.
TDK Sözlüğü yorgunluğun bu türünü “verimi azalmış, tükenmiş” diye tanımlıyor.
Oysa kendisi gibi ağır toplar için kullanılan daha uygun bir deyim var; “çaptan düştü”.
Aslında çaptan önce de “attan düşmüştü”!
Acaba bu karıştırma hali o günlerdeki travmanın gecikmiş bir tezahürü mü?
Belki de artık iyice ısınan suyun harareti ince ince o eski travmayı tetikledi. Ve çaptan düşme süreci hızlandı!
Bir başka neden de şu olabilir:
Muharrem Ince günlerdir meydanlarda Tayyip Bey’in “nutuk camları”na bağımlılığını anlatıp duruyor. Belli ki bir süre camlara bakmadan konuşarak Ince’yi yalancı çıkarmak istedi.
Ama olmadı. Merhum liderleri ve Bingöl ile Diyarbakır’ı karıştırdı. Fazlasıyla “cam bağımlısı” olduğu ortaya çıktı.
Oysa imamlığın mektebinde okuduğundan çok iyi “hatip” olduğuna milletçe inanmıştık. Gerçekten de ayınları patlatarak - gayınları çatlatarak, ortalara da şiirler, darbımeseller, atasözleri serpiştirerek destan yazar gibi konuşuyordu...
Hitap edeceği kitleye ne söyleyeceğini pek bilemiyordu.. Bilgi, birikim ve kültür gerektiren bir konuda konuşurken ise çok zorlanıyordu.
Uzunca bir dönemin solda parlayacak ufuk arayan siyasetçisi, eski Cumhuriyet’in ve Babıâli’nin kıdemlisi Yalçın Bayer’e işin sırrını şöyle açıklamıştı:
“Siyasetin (ve hitabetin) yarısı ilim ise yarısı da filmdir. Ilmi ustaları hazırlar, filmi ben oynarım!”
Reis’imiz tam da bunu yaptı. 16 yıldır da oynuyor.
TBMM’de bile kürsünün iki yanına camlı sehpalar diktirdi. Iftar salonlarından seçim meydanlarına yıllardır camlar dikiliyor. Danışmanlar yazıyor. O da okuyor. Sahiden diplomaya ne hacet!
Kritik dönemlerde bir-iki danışman yetişmiyor. Yenileri devreye giriyor.
Sıkıntı da bundan kaynaklanıyor. Danışmanlar arada izin de yapıyorlar elbet. Birbirlerinin yazdıklarını belli ki okumuyorlar.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın bir gün önce söylediği ile bugün söylediğinin birbirini tutmaması bundan.
Bu yüzden de ne yazık ki rakipleri kendisini tutarsızlıkla suçluyorlar.
Muharrem Ince daha da ileri gidiyor. Tayyip Bey’in tutarsızlıklarını, gerçek dışı, çelişkili, yalanyanlış sözlerini meydanlara kurduğu ibret perdesine yansıtıyor. Ardından da “Ey Erdoğan, yalan söylüyorsun! Ayıptır, günahtır” diye haykırıyor.
Ama haksızlık ediyor.
Tayyip Bey ne yalan söylüyor, ne de yanlış konuşuyor!
O sadece okuyor.
Islamiyet de diğer dinler gibi, yalan söylemeyi ve yalan konuşmayı günah sayıyor. Yalan okumayı değil!
Ikisi arasında dağlar kadar fark var ve Cumhurbaşkanı adayımızın arkasında da nice cinci ulema var:
Yenişafak’ta yazan Karaman Hoca örneğin, bir tek fetva ile kendisini hem aklamış hem de ferahlatmıştı:
“Yolsuzluk, hırsızlık değildir!”
***
Istanbul Reisi iken Zincirlikuyu’nun kapısına o ayeti, o yazdırmıştı.
“Her canlı ölümü tadacaktır.”
Iktidarın akıldaneleri, onu ya hiç ölmeyecek sanıyorlar ya da dokuz canlı...
Ki 1921’den beri tüm anayasalarımızda yer alan “Cumhurbaşkanının ölümü halinde” ibaresini çıkarmışlardı. Yerine önce “Makamın herhangi bir nedenle boşalması halinde” yazmışlardı.
Ölüm madem nasıl olsa tadılacaktı; Reis’in ağzının tadını kaçırmaya gerek yoktu. O sıralarda bu köşede yazmıştık:
“Ölüm korkusu cehennem korkusundan değildir, inşallah!”
***
Neyse ki son değişiklikte (Allah korusun!) “ölüm” ihtimaline seçimin ikinci turu için vurgu yapıldı:
“Ikinci oylamaya hak kazanan adaylardan birinin ölümü veya seçilme yeterliğini kaybetmesi halinde; ikinci oylama, boşalan adaylığın birinci oylamadaki sıraya göre ikame edilmesi suretiyle yapılır.(..) Aday, geçerli oyların çoğunluğunu aldığı takdirde Cumhurbaşkanı seçilmiş olur.” (Md: 102/3)
***
Gelecek pazarı da atlatalım. “Adaylardan birinin seçilme yeterliliğini kaybetmesi hali” inşallah gerçekleşmesin!
Bu makale Cumhuriyet'te yayımlanmıştır