28 Şubat’ınız kutlu olsun!
Bin yıl sürmedi, ama söylendiği gibi birkaç yıl da sürmedi. En azından şunu söyleyebiliriz, on beş yıl sonra hâlâ postmodern bu darbenin sonuçlarıyla yaşayanların sayısı az değil. Yaşıyor, yaşıyoruz.
Merve Kavakçı
(Yeni Akit, 28 Şubat 2012)
Bugünlerde, Türkiye zihinlerde yaşanan bir demokratikleşme rüzgarı ile savruluyor. Artık darbeci duruş sergilemek moda tabiri ile “in” değil “out.” Herkes “efendim tabii ki başörtülüler de insan...” veya “...tabii ki Kürtçe konuşmak da bir insanın en doğal hakkı...” ile başlayan cümleler kuruyor. Eskiden bu cümlelere “ama malum... Türkiye’nin özel şartları” diye devam eden mazeret tamlamaları ya eklenir ya da eklenmezdi bile. Şimdi onlar azaldı. Çünkü artık herkes biliyor ki; bu mazeretler faso fisodan başka bir şey değil, şark kurnazlığının fikre yansımasından ibaret, düşünsel manipülasyonlardı sadece. Bir taraftan batılı, akılcı zihni oynamaya soyunmakla faşistik damarın müdahalesiyle birincisiyle çelişen bir tavır ortaya koymaktı bir anlamda. Şimdilerde bunlar azaldı. Çünkü takke düştü kel gözüktü. Eğip bükmeden konuşmanın önemi idrak edilmeye başlandı. Geç de olsa bu oldu. Çok insanın siyasi, sosyal ve ekonomik anlamda hayatına da mal olsa, bu oldu sonunda.
Bu iyi bir gelişme. Konuşuyor olabilmek çok önemli. Hele Türkiye çerçevesinde düşününce, konuşuyor noktaya gelebilmek imkansızı başarmak gibi bir şeydi de.
Asla hafife alınmaması gereken her birimizin ötekini alkışlayarak tebrik etmesi “aferin” demesi gereken bir gelişme...
Ancak Türkiye’de eş zamanlı olarak şöyle bir şey de yaşanıyor. Bütün pandora kutuları bir anda açılıyor. Ama hepsi bir anda. Biz bir adet pandora kutusu ile bile yüzleşmeyi erteleyen bir gelenekle eğitildik bu sistemde. Öyle değil mi? Yani nedir? Türksündür, Türkün Türkten başka dostu yoktur. Türk övünür çalışır güvenir. Övünmek çalışmaktan önce gelir. Türk hata yapmaz. Dolayısıyla da hata yapma ihtimali olmayan biri eleştirilemez de... Yıl be yıl bu şekilde çalışan zihnin kodları evde, okulda, sokakta, ekranda, pazarda, bağda bahçede ama her yerlerde size bu şekilde aşılanırsa siz hiçbir pandora kutusu yanından geçmezsiniz. Geçemezsiniz. Bünyeniz bunu kaldırmaz.
Refleksif bir irade dışılıkla uzaklaşır, o taraklarda hiç beziniz olmasın diye gayret edersiniz. Gayri ihtiyari bir duruşla. Ama bugün öyle bir gün ki; bir değil birçok pandora kutusu açılıyor, aynı anda. İçlerinden acılar saçılıyor etrafa. Her birinden çok farklı, ama çok benzeşen acılar. Dinlemesi bile insanı yataklara düşürecek kadar hasta edecek acı dolu hikayeler. Binlercesi... belki on binlercesi...
Burada dikkat edilmesi gereken bir tehlike var. Bize kendimizi övmeyi ama eleştirmemeyi öğreten sistemin miras bıraktığı bir şey daha var. O da tartışma kültürünün değerlerinden bizi mahrum olarak yetiştirmiş olması. Demagojiye yatkın bir millet haline getirmiş olması. Kısacası şu: Bir konuyu bize verin, onu allem eder kallem eder öyle bir hale getiririz ki; bunu hiç denebilecek kadar kısa bir zamanda yaparız. Sonunda ne o başladığımız noktadaki ana konudan eser kalır, ne de bir sonuca ulaşılır. Yani polemiklerde boğulur gideriz. Analitik düşünme yetisinden; “olur da sorgular, asla rejimi sorgulamasın” düşüncesiyle, bilinçli olarak mahrum bırakılan bir milletten, belki de daha farklı bir sonuç alınamazdı.
Ama, bütün bu zayıflıklarımızı göz önünde bulundurarak, değiştirmeye çalışmalıyız bu günlerde. Özellikle bu günlerde.
Tarihimizin içinden geçtiğimiz bu kritik döneminde konuları, her zaman yaptığımız gibi duygusal değil de rasyonel bir şekilde, tek tek ve kendi çerçevelerinde ele almalı ve çözmeliyiz. Yavaş yavaş. Bir bir. Arada bir de dönüp bakmalıyız... Ana soru üzerine mi konuşuyoruz hâlâ, yoksa alıp başımızı gittik mi diye...
Telaşa gerek yok. Pandoranın kutusu açıldı bir kere. Geri dönüş yok. Allah’ın izniyle herkes konuşacak. Eteklerdeki bütün taşlar dökülecek. Bu anlamda 28 Şubat’ınız kutlu olsun!