Ekonomi

Merkez Bankası’nın düşük faiz politikası ve sonrası

Her ne kadar Başbakan faizi bir maliyet unsur olarak görse de, faizlerin Türkiye ekonomisinde gelir etkisi bulunmaktadır

24 Haziran 2014 22:18

Prof.Dr. Öner Günçavdı

Ve beklenen oldu...

Faiz konusunda Merkez Bankası ve hükümet arasında uzun zamandır süregelen anlaşmazlık, Banka’nın sert bir müdahale ile faizleri indirmesiyle sonuçlandı. Artık bundan sonra hükümetin iddia ettiği gibi, bu indirimin enflasyon üzerine yapacağı olumlu etkiler gözlenmeye başlanacaktır. Zira hükümet yetkilileri tarafından yüksek faiz ödemelerinin firmalar için önemli bir maliyet unsuru olduğu ve bu sebeple büyük ölçüde maliyet enflasyonuna kaynaklık ettiği savunulmaktaydı.  Ne var ki bu sav, mali baskı altında olan, aşırı borçlanmış firmalarla, böyle bir baskıya maruz kalmamış, sağlıklı firmaların düşen faizlere gösterecekleri tepkilerdeki farklılıkları dikkate almamaktadır.

Bu son indirimin, en azından mali baskı altında olan firmalara önemli bir ferahlama sağlayacağı ve onlara daha fazla borçlanabilme imkanı doğuracağı beklenebilir.  Dahası bankacılık kesimi tarafından, mali baskı altında olan ancak daha da borçlanmak isteyen firmaların tercih edilmesinin, mali kaynak kullanımında bir tersliğe (adverse selection) neden olacağı da aşikardır.  Bir de bu firmalar uygulanan iktisat politikasının temel dayanağını teşkil eden sektörlerde faaliyet göstermekteyse, bankacılık kesimi tarafından yapılacak kredi tahsislerinde meydana gelecek olan ters seçimin etkileri kısa dönemde enflasyon olarak meydana gelmese de, uzun dönemde ekonomide çok daha farklı maliyetlere yol açabilecektir.

1994 krizi öncesinde Tansu Çiller hükümetinin düşük faiz ısrarı bu yönde maliyetlerin doğmasına neden olmuştur.  O dönemde mali baskı ve aşırı borç yükü altında olan aslında hazinedir ve buna rağmen daha fazla borçlanmak istemektedir. Dönemin hükümeti kamu kesiminde borçlanmaya ihtiyaç doğuran harcamalarını kontrol etmeyi ve/veya kamu gelirlerini arttırıcı birtakım reformları yapmayı öteleyince, çareyi hazinenin tahvil ihracındaki faizlere müdahalede buldu.  Bu şekilde kendi kaynak kullanım tercihlerini önemseyen ve bunlarda herhangi bir değişiklik yapmaya yanaşmayan hükümet, bu tercihlerini tüm topluma benimsetmeye çalışmıştır. Ancak faize müdahalenin sonuçları hiç de hükümetin beklediği gibi gerçekleşmemiş ve müdahale sonrası oluşan kriz toplumsal anlamda ciddi birçok maliyetin doğmasına yol açmıştır.

 

Hükümet ve düşük faiz politikası

 

Başbakanın düşük faizlere yönelik tutumunda geçmişe göre bir tutarsızlık yoktur.  Zira Başbakan bugün olduğu kadar, geçmişte de düşük faizlerin ekonomi üzerindeki olumlu etkilerine vurgu yapmakta ve bunu siyasi söylemlerinde de kullanmaktaydı.  Bu hususta Merkez Bankası ile aralarından herhangi bir uyumsuzluk da görülmüyordu.  Bu yıl başından itibaren ortaya çıkan görüş ayrılığı, dünya mali piyasalarında yapısal olarak başgösteren değişimler ve bu değişimlere gösterilecek tepkinin niteliğinden kaynaklanmaktadır.

Büyüyebilmek için dış kaynak kullanımına muhtaç Türkiye yakın geçmişte dünyadan kolayca borçlanabiliyor, bol miktardaki uluslararası likiditeyi ülkeye kolayca çekebiliyordu. Bunların sonucunda faizlerin düşmesi için gerekli likidite imkanları fazlasıyla mevcuttu. Ancak 2011 sonrasında dünya mali piyasalarının tersine dönmesi, eskisi kadar kolay mali kaynak bulabilme imkanının da ortadan kalkmasına yol açmıştır.  İşte uluslararası konjonktürdeki bu değişim, belli bir enflasyon hedefiyle kendini kısıtlayan Merkez Bankası’nın likidite politikasındaki değişmelere neden olmaya başlamıştır.

Bu noktada Merkez Bankası döviz kurunun maliyetler üzerinde çok daha baskın bir etkiye sahip olacağına ve bu sebeple daha istikrarlı seyretmesi gerektiğine vurgu yaparken, faizleri de bu istikrarın bir aracı olarak makul düzeylerde tutmayı tercih etmektedir.  Öte yandan Başbakan ve bazı hükümet yetkilileri de, faizin doğrudan bir maliyet unsuru olduğu ve sebebi ne olursa olsun yüksek tutulmasının asıl Merkez Bankası’nın hedeflediği enflasyondan uzaklaşılmasına yol açtığı görüşündedir. Bugün için bu görüşlerden hangisinin geçerli olacağını deneysel olarak bekleyip görmekten başka çaremiz yoktur. Ne var ki, düşük faizlerin bugüne kadar Türkiye ekonomisinde neden olduğu başka etkiler konusunda şimdiden birtakım bilgilere sahibiz. Örneğin 27 Haziran 2014 günü açıklanacak TÜSİAD’ın Bireysel Gelir Dağılımı Eşitsizlikleri konusundaki raporu, düşük faizlerin ülke ekonomisinde yarattığı etkiler konusunda önemli yeni birtakım ipuçları vermektedir.

 

Düşük faizler ve gelir dağılımı üzerine etkileri 

 

Faiz konusundaki tartışmalarda ihmal edilen bir husus da, faiz gelirlerinin ülkedeki gelir dağılımı üzerine yapacağı etkidir.  Her ne kadar Başbakan faizi bir maliyet unsur olarak görse de, ya da Merkez Bankası’nın yaptığı gibi kur istikrarını sağlamaya yönelik bir araç şeklinde değerlendirilse de, faizlerin Türkiye ekonomisinde Keynesgil anlamda bir de gelir etkisi bulunmaktadır. Malum olduğu üzere, bireyler yapmış oldukları tasarrufları mevduata dönüştürerek faiz gelirleri elde ederler. Buradan faiz gelirlerinin düzeyinin iki faktöre bağlı olduğu sonucu çıkar.  Birincisi faiz oranının kendisidir.  İkincisi ise, faize konu olan mevduatın büyüklüğüdür.

Özellikle 2001 öncesi Türkiye ekonomisinde faizlerin gelir etkisi hem bireyler, hem de firmalar için son derecede anlamlı bir etkiydi.  Öyle ki, firmaların asli işlerinin dışındaki faaliyetlerinden elde ettikleri faaliyet dışı kazançları son derecede yüksek ve bu kazançların önemli bölümünü de faiz gelirleri oluşturmaktaydı. Aşırı borçlanma ihtiyacı içinde olan hazinenin giderek daha yüksek faiz oranlarından kaynak talep etmesi, özel kesimin tasarruflarının kamuya yönelmesine ve bunun karşılığında da yüksek düzeylerde faiz geliri elde edilmesine yol açmaktaydı.

Elbette bir transfer özelliği taşıyan faiz ödemelerinin, kesimler arasında gelirin yeniden dağıtımına yol açtığı da ihmal edilmemelidir.  Daha yüksek faiz ödemeleri, bu gelirleri elde edenlere diğer kesimlerden giderek daha büyük oranlarda gelirin transfer edilmesi anlamına gelmektedir. İşte bu sebeple, yüksek faiz dönemlerinde meydana gelen faiz gelirlerinin gelir dağılımı üzerinde olumsuz etkilere yol açması kaçınılmazdır.

2001 sonrası Derviş Reformlarının etkisiyle düşen faizler, ilk etapta Türkiye ekonomisindeki bu tip gelir kaleminde de azalmaya yol açmıştır.  Kısa dönemde gerçekleşen ve gelir dağılımı üzerinde olumlu bir etkiye neden olan bu durum, mevduat miktarında çok fazla değişme olmadan, sadece faiz oranlarındaki düşüş sonucunda meydana gelmiştir. Bu sebeple AK Parti’nin ilk dönemlerinde düşen faizler ülkedeki gelir eşitsizliğini düzeltici bir etki yapmıştır.

Faiz oranlarındaki azalmanın tek etkisi faiz gelirlerinde azalma şeklinde olmaz.  Aynı zamanda tasarruf yapmanın cazibesinin kaybolması ve beraberinde düşen faiz oranlarının sunduğu tüketim harcaması imkanlarının ortaya çıkması, tasarruftan kaçışlara yol açar.  Ancak gelir grupları itibariyle tasarruf yapma oranları arasında farklılıkların bulunması, farklı gelir gruplarındaki bireylerin mevduattan kaçış hızlarının da göreli olarak farklılaşmasına yol açar.  Örneğin düşük ve orta gelir gruplarının tasarruf oranları göreli olarak daha düşüktür ve düşen faizler neticesinde onlar çok daha hızlı tüketime dönebilirler.  Bu sebeple mevduat tabanında bu gelir gruplarının sahip olduğu pay, yüksek gelir gruplarınınkine göre çok daha hızlı bir şekilde azalır. Neticede, düşen faizlere tepki olarak yüksek gelir gruplarının mevduat tabanındaki payları ve elde ettikleri faiz gelirleri de nisbi olarak yükselir.  İşte bu da, düşen faizlerinin gelir dağılımını bozucu etkisini ortaya çıkartır.

Özellikle bu etki, 2007 sonrasında Türkiye ekonomisinde görülen bir etkidir ve düşük faizlerin neden olduğu mevduat dağılımındaki değişimin sonucudur. Başbakan’ın düşük faiz konusundaki gerekçesi ne olursa olsun, bugünlerde yapılan tartışmaların burada bahsettiğimiz faizlerin gelir etkisini ihmal ettiği açıktır. Bugün düşürülen faizlerin enflasyonda bir iyileşme yaratıp yaratmadığını şimdiden bilebilmeye imkan yoktur.  Ancak bugüne kadar uygulanan düşük faiz politikasının, özellikle 2007 sonrasında gelir dağılımı üzerine olumsuz bir etki yarattığı kesindir.