Gündem

Mergen: Lise günlüğümü bile aldılar

Doğan Gazetecilik İcra Kurulu Üyesi Tijen Mergen, emniyet ve adliyede geçen 60 saati anlattı: İnsan çıldıracak gibi oluyor

17 Nisan 2009 03:00

Doğan Gazetecilik İcra Kurulu Üyesi Tijen Mergen, “6 metrekarelik karanlık bir nezarethaneye konuldum. İçeride sürekli şelaleyi andırır gibi bir su sesi ve anahtar sesi vardı. İnsan çıldıracak gibi oluyor. Bağırışlar nedeniyle uyuyamadım. Sürekli ağlıyordum” dedi

Ergenekon soruşturmasının 12. dalgası kapsamında evine yapılan polis baskınıyla gözaltına alınan Doğan Gazetecilik İcra Kurulu Üyesi Tijen Mergen, hayatında ilk kez tanıştığı polis merkezi ve adliyede yaşadığı 60 saatin hikâyesini tüm ayrıntılarıyla Milliyet’e anlattı.
Mergen, 13 Nisan Pazartesi saat 07.00’de başlayıp 15 Nisan Çarşamba günü saat 19.00’da sonaeren gözaltı hikâyesini şöyle anlattı:

‘Elim ayağım boşaldı’

“Pazartesi sabahı küçük oğlum Kerem’i okula hazırlamak için her zaman olduğu gibi 06.15’te kalktım. Oğlumu saat 06.50 gibi servise bindirdikten sonra işe gitmek üzere hazırlık yapmak için üst kattaki odama çıkmıştım ki, saat 07.00’ye doğru kapı çaldı. Evdeki yardımcım kapıyı açtı.

Aşağıya baktığımda kalabalık bir insan topluluğunun eve girdiğini gördüm. Aşağı inmemle birlikte grupta bulunan bir kadın polis koluma girdi. Ben ilk olarak, ‘Evde kaçak yabancı işçi çalıştırıldığına dair bir ihbar mı var’ diye düşündüm. Ancak yardımcım ve eşi Türk.
Bir anlam veremedim. Bu sırada grupta bulunan takım elbiseli bir erkek polis, emniyetten geldiklerini belirterek ellerinde bulunan mahkeme kararını okudu. Karar okunurken, Ergenekon kelimesini duyar duymaz bir anda elim ayağım boşaldı. Ergenekon’la ilgili evimin aranacağı aklımın ucuna bile gelmezdi. Çok şaşırdım ve büyük bir korku yaşamaya başladım.

Önce oğlumu uyandırdım

Daha sonra yardımcımı, eşini ve beni salonda bir araya topladılar. Evde başkalarının olup olmadığını sordular. O sırada büyük oğlum Eren’in üst katta odada uyuduğu aklıma dahi gelmedi. Avukatımı ve evde olmayan eşimi aramak için polislerden izin istedim, ancak bana bu izni vermediler, sakin olmamı, daha sonra arayabileceğimi söylediler.

Sonra hep birlikte yukarıya üst kata çıktık. Bu sırada arama yapmaya da başladılar, yatak odasına girdiler, cüzdanımı aldılar, kimliğime baktılar ve şifonyeri aradılar. Bu sırada büyük oğlum aklıma geldi ve odasına giderek onu uyandırdım.
O kaygıyla, ‘Oğlum çok kötü bir şey oldu. Ergenekon’dan beni suçluyorlar, beni götürecekler’ dedim. Oğlum benden daha sakindi. ‘Seni niye götürsünler anne, ne bulacaklar ki Ergenekon’la ilgili sende’ dedi.

Bu sırada bir grup polis de aşağıya indi. Bir süre sonra sadece avukatımı arayabileceğimi söylediler ve eşime de avukatın haber vermesini istediler. Saat 07.30 sıralarında avukatımı aradım. Ben avukatımı ararken yatak odamda yardımcımla birlikte polisler arama yapıyordu.

‘Kadın polis hep yanımdaydı’

Arama sürerken avukatım eve geldi. Benim koluma giren kadın polis evin içinde hiçbir yerde yanımdan ayrılmadı. Tuvalete girdiğimde bile kapıda bekliyordu. Polisler geldiğinde üzerimde pijamalarım vardı ve rahatsız olduğum için üzerimi değiştirmek istediğimi söyledim.

Ancak polisler ilk başta buna da izin vermedi. Üzerimi değiştirmek için yatak odama girdiğimde bile bunu kadın polisin karşısında yapmak zorunda kaldım. Özellikle çalışma odasındaki arama uzun sürdü. Telefonlarım ve bilgisayarıma polis tarafından el konuldu. İçerisinde resim
ve filmlerin bulunduğu çok sayıda CD alındı.

‘Oğlumun bilgisayarını aldılar’

Avukatım geldikten sonra onun bilgisayarı kontrol amaçlı kullanıldı ve birçok CD içeriğinde fotoğraf ve film bulunduğu için bırakıldı. İki oğlumun dizüstü bilgisayarlarının alınmaması için polisten çok ricacı oldum. Büyük oğlumun bilgisayarını açıp kontrol ettikten sonra almadılar ama küçük oğlumun bilgisayarı açılmadı.

İçinde oğlumun ödevlerinin bulunduğunu anlatıp götürmemeleri için çok dil döktüm, ama o bilgisayarı da aldılar. O bilgisayarın bir an önce geri verilmesi için emniyetteki her aşamada not düştük, ancak hâlâ bilgisayarı alabilmiş değiliz.

Veli toplantısı şeması delil oldu

Sabah 07.00’da başlayan arama saat 12.00 sularında sona erdi. Evden yaklaşık 1 çuval belge ve eşya çıkarttılar. Delil şüphesiyle alınan şeyler arasında benim lise yıllarında kaleme aldığım günlükler de vardı. Onlar benim çok özelim.
Orada yazılanları benim annem, çocuklarım bile bilmez. Hatıra olarak sakladığım şeylerdi. Onun dışında oğlumun 3 yıl önce okuduğu Saint Benoit Lisesi’ndeki veli toplantısına ilişkin bir belgeyi de aldılar. Belgede öğretmenlerin isimleri ve o öğretmenlerin bulunduğu odaya nasıl ulaşılacağını gösteren bir şema vardı.

Ayrıca oğlumun okuduğu bir başka okuldaki arkadaşlarının isim ve ailelerinin telefonlarının yer aldığı bir belgeyi de aldılar. Bilcom’da ve TÜBİSAD’da çalıştığım dönemde hazırladığım raporlar ve tuttuğum ajandalarım da alınan eşyalar arasındaydı.
Aslında arama çok daha kısa sürede biterdi, ancak bunların hepsinin sayfa sayfa paraf edilmesi çok uzun sürdü. Bir kısmının parafını da avukatım yaptı. Ayrıca Ergenekon soruşturmalarıyla ilgili yazılmış eşimin aldığı 2 kitap vardı, onları da alıp çuvala koydular. Bunlardan biri Şamil Tayyar’ın kitabıydı.

‘Diş fırçamı bile alamadım’

Arama sırasında sürekli emniyete götürülüp götürülmeyeceğimi düşünüyordum. Avukatıma da sürekli bunu soruyordum. Bir ara sadece aramayla geçip gideceği ümidine kapılarak sevindim. Bu ana kadar yaşananlara inanmakta bile zorlanırken, kendi kendime, ‘Eğer ben Ergenekon’dan gözaltına alınırsam, Türkiye’nin çivisi çıkmıştır’ diyordum. Bir ara başım döndü. O an kahvaltı bile etmediğim aklıma geldi. Gidip mutfağa bir bardak çay içip bir şeyler atıştırdım.

Bu sırada da kadın polis benimle birlikteydi. Arama işlemi tamamlanınca, polislerden biri ‘Üstünüze rahat bir şeyler giyin, gidiyoruz’ deyince inanamadım. Yanıma hiçbir şey almama izin vermediler. Ne para, ne tarak, ne de diş fırçası. Ev içinde yanımdan ayrılmayan kadın polis koluma girdi ve adeta bir suçlu gibi dışarı çıkarıldım, polis arabasına bindirildim.

Önce Göktürk’te jandarma karakoluna uğradık, oradaki bazı işlemlerin tamamlanmasının ardından sağlık kontrolü için Haseki Hastanesi’ne götürüldüm. Orada görevli doktor sağlık durumumu ve darpla ilgili bir şikâyetimin olup olmadığını sordu.

‘Kendimi çok kötü hissettim’

Doktor kontrolünün de tamamlanmasının ardından emniyete geldik. Emniyete garajdan giriş yaptık. İki polis koluma girerek beni nezarethanenin bulunduğu bölüme doğru götürdü. Bir suç işlemiş de kaçacakmışım gibi davranılmasıyla kendimi çok kötü hissettim. İçerisinin çok kalabalık olduğunu belirten polisler, ‘Nereye oturtsak’ diye kendi aralarında konuşuyorlardı.

Nezarethaneye giriş için de bir belgeyi imzalamam gerekiyormuş. Avukatım ‘Benden habersiz hiçbir şeye imza atma’ dediği için kâğıdı imzalamak istemedim. O koluma giren ve evde benimle ‘sizli, bizli’ konuşan kadın polis, birden sen’li ben’li konuşmaya başladı. Okuma yazmam olduğunu belirtip, çok işi olduğunu söyleyerek kâğıdı imzalamam için zorladı.
Daha sonra yaklaşık üç metre uzunluğunda, iki metre genişliğinde karanlık bir odaya konuldum. Benimle birlikte bu hücrede aynı operasyon kapsamında gözaltına alınan hukuk fakültesinden bir öğrenci vardı.

‘Battaniyeler kokuyordu’

Nezarethane emniyetin bodrum katında U şeklinde bir salondaydı. U şeklindeki koridorun çevresinde hücreler sıralanıyordu. Ortada da tuvaletlerle kilerin bulunduğu bir yapı vardı. Benim kaldığım hücre başka bir hücreye bakmıyordu, ama diğer hücredekilerin seslerini duyabiliyorduk.

Hücreye girmeden 2 battaniye aldım, kim bilir benden önce kaç kişinin kullanmış olduğu battaniyeler kokuyordu. Hücrede yerde 2 plastik şilte vardı. Hücreye girdiğimde sanırım saat 15.00’ti. Saatin akışını hücrenin üst köşesinde dışarıya bakan bir açıklıktan gelen gün ışığı yardımıyla kestirmeye çalışıyorduk.

Hücrede beraber kaldığımız kız öğrenci benden 2 saat önce gelmişti. Başına gelenleri pek ciddiye almamıştı ve o nedenle ailesine haber vermeye bile gerek duymamıştı. Anlattığına göre Ayvalık’ta memur olan babası burs için ÇYDD’ye başvurmuş.
Burs veremeyen ÇYDD de kızın kalması için İstanbul’da derneğin yurt olarak kullandığı bir yeri tahsis etmişti. Üniversite sınavında da Türkiye 1200’üncüsü olmuş. Çok da başarılı bir kızmış. O da başına gelenlere bir anlam veremiyordu. 1 ay önce kimliğini kaybetmiş. Acaba ‘Kimliği bulan birileri bir suça mı karıştı’ diye düşünüyordu.

‘Battaniyeyi yastık yaptım’

Benim kaldığım bölümden sadece duvar gözüküyordu. Saatler geçiyor ama hiçbir şey yapamıyorsun. Sürekli akıbetini düşünüyorsun. Sadece bekliyorsun. İçeride sürekli şelaleyi andırır gibi bir su sesi ve gardiyanların taşıdığı anahtarların çıkardığı sesi duyuyorsun. İnsan çıldıracak gibi oluyor. Sesin ‘havalandırmadan’ kaynaklandığını söylediler. Uyumak için battaniyenin birini yastık yaptım üzerine de hırkamı serdim. Diğerini de kokmasına rağmen üzerime aldım.

‘Feryatlar uyutmadı’

Ancak sabaha kadar süren feryatlar, bağırmalar nedeniyle hiç uyuyamadım. Sürekli ağlıyordum. Çok ağladım. Kaldığımız bölümdeki diğer hücredelerde uyuşturucu müptelaları kalıyordu. Uyuşturucu bulamayınca krize giriyorlar, sürekli bağırıp çağırıyorlar, duvarları yumrukluyorlardı. Sabaha kadar süren o sesler arasında uyumak ve sakin kalabilmek mümkün değil.

Tuvaleti gelenler görevli polis memurlarına sesleniyordu, ancak gece saatlerinde kadın görevli bulunmadığı için bağrışmalar birbirine karışıyordu. Yan hücredeki bir kadın 45 dakika kendisini tuvalete götürecek görevli polis bulamayınca ağlamaya başladı. Ben de gece yarım saat kadın görevlinin gelip tuvalete götürmesini bekledim. 

‘Tijenciğim sağlam dur’

Tuvalete giderken ÇYDD yöneticileri Ayşe (Yüksel) ve Filiz (Meriçli) hocayı görüyordum. O sırada konuşup merhabalaşıyorduk. Bize ‘Cuma’dan önce çıkamazsınız’ dediler. Hepimiz cumaya kadar burada kalacağımızı düşündük. İlk yemeğimizi akşam beş gibi getirdiler. Yemek pilav, etli patates, yoğurt ve armuttan oluşuyordu. Pilavı ve yoğurdu yiyebildim.

Ben armutla suyumu tekrar acıkırsam yiyecek bulamam diye sakladım. Avukatlarımızın başvurusu üzerine su ve tuvalet kağıdı ihtiyacımızı giderdiler. Ayşe Hoca’yı hiç unutmayacağım.
Benim ağladığımı duyunca, kaldığı hücreden ‘Tijenciğim seni çok seviyoruz, sağlam dur’ diye bağırarak bana destek veriyordu. Yemek yerken de bize moral vermek için yiyeceklerimizin farklı şeyler olduğunu düşünmemizi istiyordu.

Yaşadıklarımın etkisiyle olacak çok fena bir şekilde başım ağrımaya başladı. Görevli polislerden ağrı kesici istedim ama ‘Doktor kontrolü olmadan ilaç veremiyoruz’ dediler.
Ancak talep edeni doktor kontrolüne götürüyorlardı. Diyabet hastası olanlardan birini iğnesini yaptırması için hastaneye götürdüler. Yalnız o kadına da bizimle aynı yemeği verdiler, diyabet hastaları o yemeklerin hiçbirini yiyemez. Polisler genel olarak kibar ve iyilerdi. İki polis dışında kötü davranana rastlamadım.

Aynı hücrede kaldığım kız biraz uyuyabildi, ama ben sabaha kadar uyuyamadım. Sabah 07.00’de tuvalete çıktım, yüzümü yıkadım. Kahvaltı 11.00’de verildi. Bir gazete kâğıdına sarılı ekmeğin içinde 5-6 zeytin ve biraz peynir vardı. Çay vermediler. Zeytinler acı olduğu için yiyemedim. Bir parça ekmek ve peynir yiyip, bir kısmını da acıkırım diye sakladım.”