25 Ekim 2017 14:13
Devlet Bahçeli'ye bayrak açarak genel başkanlığa aday olan, ancak daha sonra MHP'den ihraç edilen Meral Akşener, bugün (25 Ekim 2017) "İYİ Parti"yi kurdu. Partinin kuruluş toplantısında konuşan Akşener, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin "Şimdi yeni şeyler söyleme zamanı" ifadesine atıfta bulunarak "Siyasal iklimin değişmesi dışında hiçbir sağlıklı yol kalmamıştır. Hiçbir çıkar yol kalmamıştır. O çıkar yol biziz" dedi.
Kuruluş toplantısında konuşan Akşener, bazı partililerin ismini saydı ve "Benim illa cumhurbaşkanı olmamı istiyorlar" diyerek aday olacağını açıkladı. Meral Akşener daha sonra oybirliğiyle İyi Parti Genel Başkanlığı'na seçildi.
28 Şubat döneminden 15 Temmuz'a; iç politikadan dış politikaya; ekonomiden eğitime kadar birçok konuda değerlendirmelerde bulunan Akşener, "Bir ülkede kamu düzeni millet, devlet ve hukuk demektir. Kamu düzeninin olmazsa olmazı hukuktur. Hukuk adalet ve liyakat devletin merkezinde olmazsa devlet çözülür" ifadesini kullandı. Akşener, "Başbakan Meral" sloganlarına da "Başbakan değil, cumhurbaşkanı olacağım" karşılığını verdi.
TIKLAYIN - Meral Akşener öncülüğünde kurulacak partinin kurucular kurulu belli oldu; işte tam liste
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan başta olmak üzere, birçok kişinin "postmodern darbe" olarak nitelediği 28 Şubat döneminde İçişleri Bakanlığı görevini yürüten Akşener, "28 Şubat'ın anlı şanlı kadrolarına seslenmek istiyorum, mutlu musunuz? Huzurlu musunuz? Eğer siz insanımızın yaşamlarına şekil vermeye, yön vermeye kalkmasaydınız, görevimizin onların haklarını korumak olduğunu söyleseydiniz şimdi 80 milyon bu durumda olmazdık" diye konuştu. Akşener, sözlerinin devamında şunları kaydetti:
"Ey 28 Şubat'ın gafilleri; milletin hakkı için, devletin hakkı için karşınızda durduğumda parmak salladığınız, korkutmaya çalıştığınız, itibarını zedelemeye çalıştınız kadını hatırladınız mı? Siz neredesiniz bilmiyorum. Biz yine milletimizle yürüyoruz."
Türkiye ekonomisinin son 10 yılda ortalama yüzde 4.5 büyüme gerçekleştirdiğini ifade eden Akşener, aralarında eski Merkez Bankası Genel Müdürü Durmuş Yılmaz'ın da bulunduğu ekonomi kurmaylarına seslendi; "Yüzde 6'dan aşağısını kabul etmiyorum. Yüzde 6'nın üstünde büyümeyi gerçekleştirmek zorundasınız" dedi.
Akşener, '17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarına' da göndermede bulundu. "Yolsuzluk adeta dokunulmazlık alanına dahil edilmiştir. Besleme fakih de buluyorlar. Canları istediği zaman fetva alınıyor. Dolayısıyla geceyi rahat rahat geçiriyorlar" görüşünü dile getiren Akşener, sözlerine "Evet, imanım gibi inanıyorum ki yolsuzluğa bulaşmış her kim olursa olsun, itibarını bırakmadan dünyadan göçmeyecek. Size söz veriyorum, göçmeyecek" diye devam etti.
Ankara'daki Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nde konuşan Akşener'in açıklamaları şöyle:
"16 Nisan referandumu, arkadaşlarımın deyimiyle kirli referandum... 1946 seçimleri adeta tekrar sahnelenmiş, siyasal hayatımıza yeni bir usul eklenmiştir. Toplumsal destek yetmezse, yargıçlar tamamlar. Toplumsal desteği bulamazsanız, yargıçlar, YSK imdadınıza koşar! Demokrasi, tehdit altındadır. İktidarın hukuku, her şeyin üstündedir. Açıkça görülmektedir ki siyaset açmazdadır. Postmodern milli şef dönemi başlamıştır, ama sürdürülebilir değildir.
Aziz milletim. Bugün 25 Ekim 2017. Türkiye'de yapılan araştırmalar şunu gösteriyor; Türkiye yorgundur. Millet yorgundur. Devlet yıpranmıştır. Siyasal iklimin değişmesi dışında hiçbir sağlıklı yol kalmamıştır. Hiçbir çıkar yol kalmamıştır. O çıkar yol biziz. O çıkar yol 80 milyon Türk milletidir.
Başbakan değil, cumhurbaşkanı. Ali Türkşen burada, Ali Aydın burada, Halaçoğlu burada, Koray Bey ve Ümit Bey benim cumhurbaşkanı olmamı istiyorlar. Ayfer Hanım da öyle söylüyor. Nuri Okutan da şu an alıntı kağıdının peşinde. Şimdi yeni şeyler söyleme zamanı. Türkiye yorgun, ama Türkiye'nin büyük sorunlarını aşacak gücü de var. Milletimizin kararlılığı var. Milletimizin siyasi bunalımları aşma tecrübesi var.
Milletimiz kararmakta olan ufkumuzu iyilik güneşiyle aydınlatmaya çalışmaktadır. Milletimiz yeni bir iktidarla, güçlü bir Türkiye yolunda devam etmek niyetini açıkça beyan etmektedir. Binlerce yıllık iyilik medeniyetinin yolcuları olarak toplanmış bulunmaktayız. Umutlarımız var, hayallerimiz var, zengin bir Türkiye istiyoruz. Adil bir Türkiye istiyoruz, gücümüz var. Özgür bir toplum istiyoruz, gücümüz var. Mutlu bir Türkiye istiyoruz, hakkımız var. Yeni bir siyasal hareketle, iyi bir siyasal hareketle Türkiye kucaklaşmasını başlatıyoruz. Allah vatana millete, insanlığa hayır etsin. Hayırlı eylesin."
İyilik güneşinin aydınlığında, salondaki binler 80 milyon ile kucaklaşıp Türkiye olacak. Türkiye coğrafyası ile kucaklaşıp dünya olacak. Daha ileriye yönelecek. İyi Parti ile yenileneceğiz.
Yol bulamıyorsan yol açacak. İşte açtınız yolları, bugün buradayız. 10 yıl içinde Almanya dışında başka bir Avrupa ülkesi G7'nin içinde bulunmayacak. 21. yüzyılın zenginleşen güçleri ise dünya siyasetine ağır aktörler olarak çıkıyor. Sadece Türkiye'yi değil, geniş bir coğrafyayı yanlış akla mahkum etmişlerdir.
Yaşları 30'un altında olan milyarderlerin sayısı oldukça şaşırtıcıdır. İktisatçıların tasarruf ettiği kaygısı, yerini bilimsel yetersizliğe terk etmiştir. Bugünkü dünyada, tepedeki abiler duysun. Bu kupon beyinler, bu abilerden daha kıymetlidir. Yeni teknolojiler yaratmak zorundayız. Son çeyrek yüzyılın gelişmeleri, bireysel ilişkiler kadar kamu düzeninin işleyişini de derinden etkilemiştir. Etkilemeye devam edecektir. Siyasal liderliklerin temel görevi, zamanın ruhuna uygun dönüşümün önünü açmaktır. 2017 Türkiye'sinde ise, toplumun önüne konan gündem ile dünyanın konuştukları örtüşmemektedir. Aradaki fark açılmaktadır, Türkiye, dünyadaki gelişmeleri iyi okuyamamaktadır. Dünyadaki gelişmeler, Kapıkule'de durdurulmaktadır. Kapıkule'den geçiş bazı durumlarda çok kolay, ama bilginin geçişi yasak hemşerim! Türkiye tarihin gerisine düşemez. Asla razı olmayacağız. Türkiye'nin gelişen dünyadan kopmasına asla müsaade etmeyeceğiz. Buna seyirci kalmamak için buradayız. Birinci işimiz gelişmenin ve ilerlemenin peşinden koşacak bir Türkiye'dir. Bunun yolunu açacak yapısal reformları ivedilikle hayata geçirmek zorundayız. Yaklaşık 50 milyon gencimiz var, 164 ülke nüfusundan daha çok. Çok büyük zenginlik, hamd olsun, Allah razı olsun. Peki, bu zenginliği nasıl değerlendiriyoruz? Uluslararası sonuçlar ortada. Fen, matematik ve okuduğunu anlamada 72 ülke arasında ne yazık ki 50'nci sıraya düştük. 15 yıldır devlet, eğitime daha fazla bütçe ayırmakta. Aileler çocuklarının eğitimine daha fazla para ayırmakta. Çocuklarımız ise diğer ülkelerdeki yaşıtlarına göre okullarında daha fazla zaman geçirmekte. Etüt merkezlerinde soluksuz koşturmakta. Netice, 10 yılda 10 basamak daha gerilemek. Bu sonuçlarla Türkiye'nin ilk 10'a girme iddiası akılla alay etmektir. Evet, şimdi TEOG'un değişeceğini akşam haberlerinden öğrenen bakan varken, ne düşünüyorsun Meral Akşener derseniz... Bakanın yerinde olmak istemezdim. Bu iktidar gidici, bu iktidar gidici. Ama çocuklar bizim çocuklarımız.
Bırakalım çocuklarımızı, düşüncüleri olsun. Tartışsınlar, üretsinler, bu Türkiye'nin yakalayacağı yegane zenginliktir. Kindar mindar nesle gerek yok, dünyadaki hızla gelişimle rekabet edeceksek yüksek donanımlı gençlerimiz sayesinde olacaktır. İyi Parti olarak kararlıyız. Eğitimde kalite artacak. Bilim ve teknolojiye öncelik verilecek. Bireysel özgürlük alanları genişletecektir. Hedefimiz eğitimi 11 yıla çıkarmak ve PİSA'da ilk 20 ülke arasına girmektir. Bunu başaracak kadrolarımız var. Buna gönülden inanıyorum. Bu sözü burada, iktidara geldiğimizde yerine getireceğimiz bir söz olarak veriyoruz. Hak sever yol arkadaşlarım, bir ülkede kamu düzeni millet, devlet ve hukuk demektir. Kamu düzeninin olmazsa olmazı hukuktur. Hukuk adalet ve liyakat devletin merkezinde olmazsa devlet çözülür.
Özgürlük alanlarını daraltan yönetimler, ilerlemeci olmayan yönetimler korkak yönetimlerdir. Milletten topladıklarıyla, devlet ihtişamının arkasına saklanan yöneticiler aslında korkak yöneticilerdir. Bunlar birlik dilini kullanmazlar. Korkak iktidarlar, korkak yönetimler insanlığa acıdan başka bir miras, bugüne kadar bırakmamışlardır. Adalet ise cesaret ister. Adalet medenidir, evrenseldir. Unutmayalım ki siyasi merkezli yargı kararları, düşman kurşunundan daha tehlikelidir.
Adaletin sağlayamayan yargı, vicdanları çürütür. Milleti bozar. Devleti çözer. Nasıl yargının siyaseti kuşatmasına karşı mücadele ettiysek, iktidarın da yargıyı kuşatmasına yol vermeyeceğiz. Müsaade etmeyeceğiz. Hele ki bugün yapıldığı gibi yargıya zabıta amirliği gibi davranılmasına müsaade etmeyeceğiz. Yaşadığımız şehrin sokaklarında bir sabah erkenden bir gezinti yapalım. Polis karakola, memur daireye, öğretim üyesi üniversiteye, işçi fabrikaya, çiftçi tarlaya, öğrenci okula mutlu gitmemektedir. Kadınlar bilecektir, her sabah erkenden uyanan ev kadını. Çocuklarının yüzüne umutla bakamamaktadır. Bütün araştırmaların ortak sonucu da maalesef böyledir. Neden sorusunun cevabını milletimiz şöyle veriyor; liyakat ve hakkaniyet kalmadı. Doğrudur, liyakat ve hakkaniyet kalmamıştır. Gencecik çocuklarımız, AK Parti'den kağıt getirmeden iş bulamamaktadır. Yıllarca, ailelerinin, özellikle annelerin mutfak masrafından kesip üniversiteyi bitirmiş çocuğunu, babasından gizli dershaneye gönderip hangi puanı alırsa alsın o günlerde soru çaldılar. Soruları çaldırdılar. Bugün ise "Yakınımdır" denen bir kağıt gitmeden ne devlette, ne özelde ne de taşeronda iş bulamamaktadırlar. Bu ülkenin insanları böyle bir tabloyu hak ediyor mu? Hak etmiyor. Buradan 80 milyonla, aziz milletimle zamanın ötesinde kalmış bir dersi anlatmak istemiyorum. Müslümanlar, Mekke'yi fethetmişlerdir. Hz. Abbas, Kabe'nin sorumluluğunu kendilerine verilmesini efendimizden talep ediyor. Efendimiz ise o işi kalfa ailesi yapıyor. Hz. Abbas'ın "Ama onlar Müslüman değil" hatırlatmasına efendimizin cevabı, "Ama onlar bu işi iyi yapıyor" olmuştur.
"Devletin dini adalettir" sözünü çok kıymetli biliyoruz. Bu nedenle siyasal sistemi çalıştırmak zorundayız. Medya ve iletişim alanları baskılanmamalıdır. Halk, ülke gündemindeki konularla ilgili siyasi partilerin görüşlerini öğrenebilmelidir. Tek taraflı konuşmak, kör propagandadır. Bazı muhteremlerde olduğu gibi, yönetimi de körleştirir.
Politikalar masa başında, bugün olduğu gibi yukarıdan inme yapılır yazılır. Mesela 2023 hedefleri gibi. 500 milyar dolar ihracat yazarsınız. 2 trilyon dolar milli gelir yazarsınız Kağıtlara yazarsınız. Zaman ilerler, yazdığınız tarihin gerisine düşersiniz. Mesela uçak üretimi gibi. 2011 seçimlerinde satamadılar, 2015'te raflara tekrar çıkardılar. Hani milli uçak işi var ya... Sonra 2017'de gider ABD'den 10 milyar dolara uçak alırsınız uçak. Bu körleşmeyi açmak zorundayız. Güçlü parlamento - milli irade ilişkisi vazgeçilmezimizdir. Çağdaş demokratik ilkeler çerçevesinde siyasal partiler kanunu demokratikleşecektir. Partilerin hepsinde uygulanan "Atıyorum seni, seç beni" modeli kaldırılacaktır.
Genel merkezin seçimle gelen hiçbir kademeyi görevden alma yetkisi olmayacaktır. Yargı kararları hariç, seçimle gelen seçimle gidecektir. Bazıları şu sıra referandumda cansiperane "evet" için çalıştığı için çok üzülüyordur. Biz o zaman demiştik, tek adama gidiyorsunuz demiştik. Yazık o adama, kağıt peçete alımını bile düşünmek zorunda kalacak demiştik.
Kanunların anası seçim kanunudur. Montaigne öyle der. Açık, şeffaf, demokratik ve denetlenebilir bir siyasal partiler ve seçim yasası oluşturma mecburiyeti vardır. Katılım güç demektir. Sandık devletin namusudur. Kıymetli yol arkadaşlarım, şimdi ekonomi penceresini biraz açalım. 2001 krizinden sonra Türkiye, radikal düzenlemeleri devreye sokmuş ve temel alanlarda reformlar yapmıştır. 2002 seçimlerinde iş başına gelen iktidar, 2005 yılında AB ile tam üyelik müzakerelerine başlamıştır. Aynı süre içinde dünya üzerindeki en yüksek nakit bolluğunu yaşamaya başlamıştır. Gelişmiş ülkeler, dünyayı paraya boğmuştur. Bizim gibi yüksek faiz ödeyen ekonomiler coşmuş, ekonomik dar boğazlar aşılmıştır. İhracat ve büyümede artış görülmüştür. Türkiye'de, 2002'den sonraki süreçte yüzde 6 gibi bir başarı yakalanmıştır. 2007'den sonra da bunu sürdürebilmeliydik. İktidar bunu yapabilmeliydi. Böyle bir yolu tercih etseydik bugün refah treninde güçlü bir ülke olma yolunda mesafe almış olurduk. Son 10 yılın büyüme rakamı, 1960'tan beri gerçekleştirilen yüzde 4.5'luk Türkiye ortalamasının altında kaldı. İşsizlik yüzde 13.4 ile tarihi rekordadır. 500 büyük firma, kazancının yüzde 2'sini faize ödüyor. Türkiye, en yüksek faiz ödeyen ekonomilerin başındadır. Eyy faiz lobisi diyenler, faiz lobisini mutluluktan ters köşe yapmış durumdalar. Saygın bir iktisatçı, son 15 yılda tren bizim istasyona iki defa uğradı ama biz orada yoktuk diyor. Biz o zamanlar başka istasyonlardaydık. Peki ekonomide neden düştük? Üç temel kaynağı var, yapısal hale gelen yolsuzluklar. Dış politika serüveni ve siyasi operasyonlar. Yolsuzluk zaman zaman ülkelerin gündemlerinde yer alır.
Yaygın yolsuzluk, hukukun yeterli olmadığı ve demokrasinin kıt olduğu ülkelerde görülür. Şu sıralar şöyle duyuyoruz; yolsuzluk mu? Efendim doğru ama altta yapıyorlar. Kardeşlerim, yolsuzluk duman değil ki aşağıdan yukarı çıksın. Çamurdur, çamur. Yukarıdan aşağıya akar. Yukarıdan yerel yönetimlere kadar yaygınlaşmıştır. Milyarlarca liralık yolsuzluk iddiaları karşısında ne yargıdan, ne hükümetten ses çıkmıyor. Yolsuzluk adeta dokunulmazlık alanına dahil edilmiştir. Besleme fakih de buluyorlar. Canları istediği zaman fetva alınıyor. Dolayısıyla geceyi rahat rahat geçiriyorlar. Evet, imanım gibi inanıyorum ki yolsuzluğa bulaşmış her kim olursa olsun, itibarını bırakmadan dünyadan göçmeyecek. Size söz veriyorum, göçmeyecek. Yolsuzluk atmosferinin yaygın olduğu bir ülkede ekonomik yatırım yapılabilir mi? Sisteme güven kalır mı? Durmuş Yılmaz nerelerde. Heh buldum. Tamam. Sayın Durmuş Yılmaz, geçenlerde bir basın mensubunun "Partinizin iktidarında ekonominin patronu siz mi olacaksınız?" sorusuna şöyle yanıt verdi; ekonominin patronu güvendir, güven. Sonra döndü bana, güven temin edilirse yüzde 6-7 rahat rahat aşılır dedi. Ekonomi kurmaylarına sesleniyorum, yüzde 6'dan aşağısını kabul etmiyorum. Yüzde 6'nın üstünde büyümeyi gerçekleştirmek zorundasınız.
Bakın Rusya'yla domates anlaşması. Büyük anlaşma. Rusya'yla domates anlaşması... Refah treninde neden yokuz, işte özetledik. Dış politika, 2000'li yılların başındaki sıfır sorun söylemi, devlet birikimimizle uygun düşmekteydi. Bölge ülkelerinin istikrarından en karlı çıkacak ülke Türkiye'dir. Rusya merkezli sosyalist açılım bunu doğrulamıştır. 2005'teki AB için tam adaylık süreci ve istikrar arayıcı politikalar ekonomimize hız katmıştır. Peki ne oldu da bugün farklı şeyleri konuşuyoruz? Dilleriyle ve kalplerinden geçenlerin aynı olmaması nedeniyle bunları konuşuyoruz. Bu muhteremin söyledikleri, dış politikanın koridorlarında taşındı. 5 büyükelçimiz var aramızda, onlara monşerler dediler attılar. Mavi Marmara ile başladık, Almanya'dan Rusya'ya kadar el atmadığımız yer kalmadı. Hani bir Rabia var ya. Rabia'yı Suudi sofralarında bıraktılar. Filistin'i, İsrail'le müzakere masalarında bırakıp geldiler. Sadece Suriye'nin, mültecilerle beraber maliyeti 250 milyar dolar. İran'a yönelik ambargonun kaldırılma süreci oldukça öğreticidir. Avrupa ülkelerinin ABD'ye baskısı sonuç vermiştir. Biz ise adeta kendimize ambargo koyduk. En önemli pazarlarımızı kendi ellerimizle tahrip ettik. Böyle yönetilen dış politika, trende olmayışımızın ikinci nedenidir. Siyasi itibar kaybı, ayrı bir maliyet sebebidir. Bir misafirim konuyu son döneme getirdi. Burayı iyi dinleyin. Sayın Davutoğlu, büyük ihtimalle Sayın Erdoğan tarafından dış politikanın yaratıldığına inandırılmıştır. Komşulara 10 yıllık kiracılar gibi davrandılar. Devlette devamlılık esastır. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, yarınlara devredilecek çok saygın kurumlar oluşturmuştur. Onlarca uluslararası kuruluş, bizzat Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin katılımıyla kurulmuştur. Peki soralım, 15 yıllık bu muhteremleri neyle hatırlayacaklar? Cevabı bizde var. Ama hadi, açmayalım ağzımızı. Bize çok saracak yara bıraktınız. Türkiye'nin yaklaşık 100 yıllık potansiyel gücünü savurup gittiniz. Türkiye, merkezi bir Avrupa ülkesidir. Avrasya ülkesidir. Ekonomimizi, dış politikanın merkezine koyacağız. Onurlu milletim, kıymetli yol arkadaşlarım. Yakın siyasi tarihi içinde yaşamış bir siyasetçi olarak ifade ediyorum ki; 28 Şubat, bizzat TSK'ya yönelik bir ihanet sürecinin adıdır. Bu süreç, askerlerimizin başlarına silah geçirilmesiyle tazelenmiştir. 15 Temmuz'da millet devleti sokaktan toplamıştır. TSK'yı Türkiye'nin aktifinden düşürmek için plan yapanlar, tekraren söylüyorum. TSK'yı Türkiye'nin aktif değeri tanımından düşürmek için plan yapanlar, maalesef iktidar kadrolarının bulanık beyinlerinden faydalanmışlardır. Süreç, Türkiye için yol çevirme, ön kesme operasyonudur. Referandumlar dahil, son 10 yılda yaşadıklarımız bizi trenin geleceği istasyondan uzak tutmuştur. Burada ifade etmek isterim, 15 Temmuz hain darbe teşebbüsünün şehit ettiği 249 şehidimizin uğruna duyduğumuz borç, onların faillerinin, FETO ihanet şebekesinin, devletin içine sızmış her damarının kesilmesi sağlamak başta ben olmak üzere bütün arkadaşlarımızın namus borcudur.
28 Şubat'ın anlı şanlı kadrolarına seslenmek istiyorum, mutlu musunuz? Huzurlu musunuz? Eğer siz insanımızın yaşamlarına şekil vermeye, yön vermeye kalkmasaydınız, görevimizin onların haklarını korumak olduğunu söyleseydiniz şimdi 80 milyon bu durumda olmazdık. Sizin gardiyan kesildiğiniz insanımız, kendilerine özgürlük vaat edenlerle yola çıktılar. Şimdi de bunlar sizin rolünüzdeler. Ne hak biliyorlar, ne hukuk. Hatırladınız mı milletin hakkı için, devletin hakkı için karşınızda durduğumda parmak salladığınız, korkutmaya çalıştığınız, itibarını zedelemeye çalıştınız kadın, hatırladınız mı? Siz neredesiniz bilmiyorum. Biz yine milletimizle yürüyoruz. 28 Şubat'ın kudretlileri bekleyin, yoldaşlarınız olacak. Bugünküler de tarihin çöplüğüne, sizin yanınıza gelecekler.
© Tüm hakları saklıdır.