Gündem

Akşener: Emine Erdoğan, Hayrunisa Gül, Selvi Kılıçdaroğlu ve ben cumhuriyet projesinin eseriyiz

23 Mayıs 2020 16:27

İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, demokrasinin müştereklerin arttırılarak farklılıkların enerjiye çevrilmesi olduğunu belirterek, "Bir köyde doğacaksınız, 3 sınıf birlikte okuyacaksınız, öyle bir sınavdan geçeceksiniz ki üniversiteden mezun olup akademisyen olacaksınız. Bu imkanı bana veren bu cumhuriyet. Bu sistemin içinde Sayın Emine Erdoğan da sayın Hayrunisa Gül de sayın Selvi Kılıçdaroğlu da bu cumhuriyet projesinin eseriyiz" ifadelerini kullandı.
 
Akşener siyasetteki en zor gününün 16 Nisan 2017 referandum gecesi olduğunu söyledi. O zaman bunların yaşanacağını gördüğünü belirten Akşener, "Ya güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçilecektir, ya da bu sistemle gidildiğinde parlamenter sistemi getireceğiz diyenler oy alacak ve sistemi değiştirecek" dedi. Hâlâ kendisini arayan AKP'li isimler olduğunu, siyasetin sevgi ve saygı dili üzerinden kurulması gerektiğini belirten Akşener, "Ben öksürsem MHP’den cevap geliyor ve özne cinsiyetim. İş tehdide dönmüş durumda ipin ucundaki hanfendi deniyor" ifadelerini kullandı.
 
İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Halk TV’de yayınlanan Liderler ile Bayram Sohbetleri programında gazeteci Özlem Gürses’in sorularını yanıtladı. Akşener'in açıklamalarının satır başları şu şekilde:

"Kedileri daha fazla seviyorum"

"Şu anda sabit 6 kedi var. Mesela bir küçücüktü Maltepe'de annesi ölmüş bir yavru kediyi aldık adını Duman koymuştuk. Dumoş diyorduk. O kendini köpek zannediyordu hiç bir kediyi bahçeye almıyordu sonra Dumoş'u Ankara'ya götürdüm. Yeniden kediler gelmeye devam ediyor. Benim ilginç bir yanım hem hayvanları seviyorum, köy çocuğuyum ben ama aslolan şu biraz daha kediciyim. Köpeklere çok acıyorum, çok naif buluyorum. Kediler çok uyanık onları da çok seviyorum; çok şey öğreniyorum onlardan.

Partimizi kurduktan sonra Türkiye'ye yönelik bir bayram sofrası hayalim bir proje var. O da işte kendi ailemize sizin çocukluğunuzda kendi ailenizde yaşadığınız bayram sofrası gibiydi. Bütün aile Ramazan Bayramı'nda bize gelirlerdi. İşte o bayram sofrası benim hep hayal ettiğim. Türkiye için bir çıkış noktası olarak gördüğüm şey. Şimdi evlilikler olur mesela ben bir Rizeli ile evliyim. Ordulu damatlarımız vardı. Kız kuzeniniz Antalyalı biriyle evli veya Mardinli biriyle evli. O zaman başı açık, başı kapalı kuzenlerimiz ve gelinler olurdu. Açığı, kapalısı aynı sofranın içinde. Şimdi hayal ediyorum kulağı küpeli gençlerle, mora kırmızıya boyalı saçlarda yeğenler. O sofraların özelliği şuydu: Kadınlar hazırlar yemeği, o sofranın özelliği herkesin o yemeğe eşit ulaşmasıdır. Yani elinizi siz de aynı mesafede uzatırdınız. O masanın en büyük özelliği o yemeklere eşit mesafede insanların ulaşabilmesi. O günler çok güzeldi. Bugün baktığımızda çok ciddi bir siyasi kutuplaşmanın içindeyiz. Bunun ne kadarı toplumsal hayatta, sokakta bayram sofrasında yaşanıyor bilemiyorum.

"Laikliğin olmadığı demokrasiyi götüremezsiniz"

Benim çocukluğumda ve genç kızlığımda dindarın da daha sekülerin de milli bayram diye kabul edilen o bayramlara karşı derin bir saygısı vardı. Benim babamın babası Rumeli'nin önemli hocalarından, din alimlerinden birisi müderris ama mesela bize öğrettiği şey şu; Yeme haram, söyleme yalan” “Kıl beşi, kurtar başı” yani ne demek istiyorum: Şimdi herkesin kendi işini yaptığı bir Türkiye’ye ihtiyacımız var. Bizim laiklik ilkesi yıllardır tartışılır. Kimler tartışır? Din adamları tartışır, siyasetçiler tartışır. Ama hukukçu tartışmaz. Laiklik esasında bir hukuk kavramıdır. Şimdi Ankara Barosu ile Diyanet İşleri Başkanı arasındaki polemikte gördük ki esasında inanan dindar insanları da korur laiklik yani ne demek istiyorum? Kavramların uzun yıllardır Türkiye'de içi boşaltıldı. Hep bu konunun uzmanı olmayanlar tartıştı ve gelinen nokta böyle bir şey. Hukuk normlarının da insanların taleplerine ve ihtiyacına göre şekillendiği günü geldiğinde ihtiyaca göre değiştiği hukuk sisteminde de işte laikliktir esas olan, laikliğin olmadığı bir demokrasiyi götüremezsiniz.

"Son 15 yıldır çirkin bir dil hâkim oldu siyasete"

Bugünün siyasetçisine baktığınız zaman yani Türkiye'de hep kavramların istismarı söz konusu olmuştur. Fakat o kavramlar bir zamanlar en azından estetik, zarif incitmeden istismar edilirdi. Kavram istismarı diye siyasette bir kavram vardır. Burada ise çok çirkin bir istismar dili oluştu. Önce kavramlar üzerinden. Bu çok rahat konforlu bir hayat. Korkuyla burayı korkutursun, sonra burayı korkutursun. İki tarafı da korku üzerinden hiçbir şey yapmasan oy verilir. Bu konfor alanını belli grupların, belli siyasetçilerin bırakmadığını gördük. Şimdi aşağı yukarı belki 15 yıldır özür dileyerek söylüyorum pis bir dil hakim oldu siyasete.

"Memleket Masası teklifimize çok sert tepkiler aldık"

Devletimizi yönetenler diyor ki; “Londra'dan bize saldırı var. Ekonomimizi göçertmek istiyorlar” buna yönelik nasıl bir tedbir alınması gerekir? Birlik ve beraberlikle. Ben de dedim ki Sayın Erdoğan'a yani şimdi dijital teknoloji hayatımızda bir memleket masası kuralım. Tek tek saydım yani Sayın Bahçeli'yi de Sayın Kılıçdaroğlu'na diğer arkadaşlarımız da tek tek saydım.  İster tek tek ister bir arada o bilgisayar ekranında o fotoğrafı Londra'ya, Amerika'ya dünyaya verelim birlik beraberlik açısından; “Bas müminin dalına, gör ondaki imanı” Hiç beklemediğim bir tepkiyle karşılaştım. Sayın Bahçeli'nin tutumu, Sayın Erdoğan’ın yani AK Parti Genel Başkanı adına Sayın Ömer Çelik'in açıklamalarını izledim ve gördüm ki aslında bu konfordan memnun arkadaşlar. Yani hem birlik beraberlik denilip hem de o birlik beraberliği gösterecek o fotoğrafı oluşturmaktan nasıl imtina ettiklerini ve nasıl çekindiklerini çok çirkin sözlerle gördüm.

"Hoşgörü kavramını reddediyorum, birbirimize saygı duymak zorundayız"

Belki 12 yıl sürekli bir hoşgörüden bahsedildi. Ben de tam 10 yıl olmuş bu hoşgörü kavramını reddediyorum. Çünkü hoşgörü çok buyurgan, kibirli bir kavram. Ben kimim ki sizin inançlarınıza, sizin hayat tarzınıza, sizin tercihlerinize hoşgörü göstereceğim. Ben kimim ki? Ya da karşımdaki kişi kim ki benim tercihlerime saygı hoşgörü gösterecek? Biz birbirimize saygı duymak zorundayız. Hayat tarzımıza saygı duymak zorundayız. Bakın saygı zorunlu bir şey ve buna yönelik bu dilin değişmesi gerekiyor. Saygı dilinin, sevgi dilinin siyasetçide hakim olması lazım.

"Hukuk işlemediği zaman bu işler olur"

Ben rahmetli Demirel'in, rahmetli Özal'ın, rahmetli Başbuğ Türkeş'in, Rahmetli Erbakan'ın bir kısmını yakından tanıma şansına eriştiğim, rahmetli Erdal İnönü'nün konuşmalarını pandemi döneminde geçiyoruz şimdi tek tek izliyorum TRT arşivlerinden. Muhteşem bir şey yani birbirlerine aslında gayet sert konuşuyorlar ama kelimeler zarif. Şimdi geliyoruz Türkçelerimizi kaybetmişiz demek ki, ana dilini iyi konuşamayan ancak hakaret ediyor. Sert sözler söyleniyor hâlbuki nefis espriler, muhteşem atasözleri hepsini unutmuşuz.

Özellikle genç siyasetçilere söylüyorum. Hepsini tek tek izlesinler yani vakitleri olan müthiş bir şey konuşma bitiyor bir bakıyorum yüzümde bir gülümseme, iyi gelmiş size. Kelime tercihleri çok enteresan bir de şimdi ciddi anlamda şiddet içeren tehditkâr bir dilin kullanıldığı ister kadınlar ister erkekler bir grup meczup ortalığa dökülmüş vaziyette. Kimi zaman ekranlarda kimi zaman sosyal medyada karşılaşıyoruz. Bunları izlediğinizde ne hissediyorsunuz? Hukuk işlemediği zaman bu işler olur.

"Ülkenin 15 Temmuz noktasına gelmesinde siyasilerin katkısı sorgulanmalı"

15 Temmuz gecesi bu millet bu devleti hem köprüden hem de sokaktan topladı. O devletin o hale düşmesine sebep olan tüm siyasilerin ülkenin bu noktaya gelişinde ne katkı verdiğini sorgulamamız gereken bir noktadayız. 15 Temmuz’da şehit olan, gazi olanların ailelerin ruhları sızlıyordur bu sözler yüzünden.

Benim babam 60 ihtilaline kadar paşacıydı. 60 ihtilalinden sonra Türkeşçi oldu. Hep Türk milliyetçiliği hassasiyeti olan bir aileydi. Ben öğretmen olacağıma karar verdim. Yatılı okul sınavına gireceğim. Babam tamam dedi, abim Ben Kilis’e gideceğim dedi. Ben abimi ikna ettim, ilk sınavı kazandım, sonra mülakata abimle birlikte gittik. Evliliğimde de kendi tercihimi yaptım. Abim, eşimi çok sevmişti. Benim için akraba dışında evlenen ilk kız çocuğu derler. Biraz zor evlendik, eşim o zamanlar solcuydu, abim MHP il başkanıydı. Eşimin babası o dönem CHP’de delegeydi. Fakat çok büyük fedakarlık yaptığımı söyleyebilirim. Tuncerler CHP’yi daha geride bulurlardı. Biz konuştuk, evlendik. Konuştuğunuzda orta yolu bulursunuz.

"Demokrasi müştereklerin artırılması farklılıkların enerjiye çevrilmesidir"

Müştereklerin üzerinden yürüdüğünüz zaman farklılıklar zenginlik haline döner. Çocuklarımızı hür bağımsız yetiştirdik. Üniversitede okurken hafta sonları eve gelirdim. Yaşlı bir teyze vardı mahallede, annem onun banyosunu benim yaptırmamı isterdi. Annem hep yaşlılara yardımcı ol derdi. ABD’nin büyüklüğünü sağlayan farklılıklarını enerjiye çevirmesi ve sınıflar arası geçirgenliktir. Demokrasi bu esasında, müştereklerin artırılması farklılıkların enerjiye çevrilmesi. Bir köyde doğacaksınız, 3 sınıf birlikte okuyacaksınız, öyle bir sınavdan geçeceksiniz ki üniversiteden mezun olup akademisyen olacaksınız. Bu imkanı bana veren bu cumhuriyet. Bu sistemin içinde Sayın Emine Erdoğan da sayın Hayrunisa Gül de, sayın Selvi Kılıçdaroğlu da bu cumhuriyet projesinin eseriyiz. Bugün Türkiye’de sözünü söyleyen insanlarsak bu cumhuriyet projesinin sayesinde. Kız çocuklarıyla çok ilgiliyim. Kendi yeğenlerimden örnek verebilirim. Abimin bir kızı tarih mezunu, bir kızı Marmara’da ilahiyat okudu, yardımcı doçent oldu, bir diğeri, özel bir şirkette önemli bir pozisyonda görev yapıyor.

"Babam çok entelektüel biriydi"

Biz siyasi bir aileydik. Babam ilginç bir insandı. Annem inanılmaz disiplinli sert bir kadındı. Biz misafirliğe giderdik, katiyen sofraya oturmayacaksın diye tembih ederdi. Eğer yemeğe davetliyseniz, yemek yediyseniz bulaşığı siz yıkayacaksınız. Babam çok entelektüel biriydi. Ben Türk klasiklerini babamın sesinden dinledim. Çok yakışıklı bir insandı. Lisede okurken her cumartesi beni pastaneye götürürdü, birlikte supangle yerdik. Babama hayatın anlamını sordum. Önce doğarsın, sonra şanslıysan okursun, sonra çocuğun için yaşarsın derdi. Ben evleneceğimi söylediğimde babam çok şaşırmıştı, benden beklemiyordu. Kendi babası üniversite mezunu. Babam ortaokulu bitirdiği sene dedem ölmüş sonra okulu bırakmak zorunda kalmış. Benim imzamı babam bulmuştu ama öğretmen olmama rağmen berbat bir el yazım vardı.

"Siyasete girmekten hiç pişman olmadım"

Siyasetçi olmaktan hiç pişman olmadım. Siyaset dediğiniz şey aracısız hizmet alanı. Siyaset bana ülkemi tanıttı. Ben siyasetten önce 43 ülke gezdim. Ülkemi sadece Marmara ve Ege’den ibaret sanıyordum. Şimdi bütün ilçeleri en az 2 kere görmüş, bir sürü yerde dostluklar kurdum. Bende bir çelebilik yarattı. Ben Bitlis’i ayrı severim. Referandum öncesinde gittim, eşim de benimle geldi. Oturduk, DYP döneminin il başkanı geldi. Bir abi-kardeşsiniz orada. Eşim sana, sen siyaseti hatasız yapmaya çalışıyorsun, ama şımardın orada dedi. Sanki şehirden köye misafir götürmüş gibiydin dedi. 2010 referandumu zamanı Muş’a gittik, Muş, Bitlis, Siirt’ê gittim. Ben özel talep ettim oralara gitmeyi. Hayır için çalışacağım. 2010 referandumu 15 Temmuz’u getirdi. Esnaf ziyareti yapıyoruz. Baba kasada, oğlu da tezgahta. Ben çok coşkulu biriyim. MHP’nin il başkanı da şaşırdı o halime. Baktık eşarplarda PKK’nın renkleri var. Ben DYP’deyken gitmişim, bana bir eşarp hediye edip fotoğraf çekmişler, kasadan çıkarıp gösterdi. Dedi ki, gittiniz ve gelmediniz, bizi bıraktınız. Kalbimi delip geçti o sözler. Dolayısıyla ne demek istiyorum ülkemin her ilçesinde her şehrinde birebir tanıdığım dostum ahbabım olan insanlar oluştu. Seçmenle kurduğunuz dostluk bağı sizi partilileriniz karşısında onore eder

"Bugünün iktidarının oluşturduğu atmosfer gibi bir çirkinlikle hiç karşılaşmadım"

Kadın olmak aslında siyasetin başlangıcında bir avantajdı. Çünkü çok gençtim 37 yaşında başladım. Daha böyle bir koruyucu, kollayıcı bir yapı vardı. Hiç bu dönemdeki kadar, bugünün iktidarının oluşturduğu atmosfer gibi bir çirkinlikle karşılaşmadım. Ben cinsiyetin özne yapıldığı hiçbir kelamla, cümle ile karşılaşmadım. Hep çok eleştirilen bir politikacı olmuşumdur o dönemlerde ama hep siyasi argümanlar üzerinden eleştirildi. Eylemlerim söylemlerim üzerinden eleştirildim ama hiç cinsiyetimin özne yapıldığı, ailemin devreye konduğu durumlarla karşılaşmadım en fırtınalı zamanlarda bile. O günün medyasıyla DP dövüşüyordu, bilerek seçtiğim bir kelime bildiğiniz dövüşüyordu. Ben de ön saflarda yer alan bir politikacıydım. Ama eşimin ağabeyimin böyle çok baş aktör olduğu bir politik hayatım yoktu. O günün medyası siyasi argümanlar üzerinden lime lime etmiştir zaman zaman da kendime haksızlık olarak gördüğüm bir sürü şey olmuştur ama Allah var ailemin hiçbir ferdinin özne yapılmadığını biliyorum.

"Bana en ağır gelen 16 Nisan 2017' referandumudur"

Benim hayatımın bana en ağır gelen gecesi 16 Nisan 2017'deki referandum sonucudur. Çünkü bugünün böyle olacağını öngörmüştüm. Bakın ben 28 Şubat’ı yaşadım. 7 Haziran seçimlerinde 2015'te namusum şerefim üzerinden çok çirkin pis bir iftira ile karşılaştım. Bunlar beni çok üzdü gerçekten çok üzüldüm ama bu başka bir şey. 16 Nisan 2017 referandum sonuçlarını bir kara gün olarak tanımlama nedenim sizler için ve bugün gelinen nokta. Burada keşke ben haksız çıksaydım; haklı çıktım.

"Erdoğan’ın yerinde olsam ne yaptık da İstanbul’da kaybettik diye bakardım"

Ben MHP’deyken sayın Bahçeli’den uyarı almadım. Meclis başkanvekiliyken ilk gündem dışı sözü ben verdim. Hatta Sayın Demirtaş grup başkanvekiliyken neden gündem dışı söz verdiğimi sordu. Ben kuralcı biriyim. İç tüzük, size bu hakkı tanımış ama sizin de bu hakkı kullanırken sorumluluklarınız var. Gündem dışı konuşmaya bakan cevap vermek zorundadır. Gündeme getireceğiniz şey seçmenin derdi olmalı. Ben bu kuralı beğenmiyorum deme hakkınız var ama değiştiremezsiniz. O zaman Selahattin Demirtaş, ben hukukçuyum siz İngiliz demokrasisi tarzındasınız demişti. Sistemi kırmızı kuvvet-mavi kuvvet üzerinden belirlerseniz, seçim kazanırsınız ama sevgiyi kaybedersiniz. Ben ANAP’a hiç oy vermemiş biriyim. Ben üniversitede hocayken Özal vefat ettiğinde bir otobüs dolusu farklı görüşlerden hoca birleşip cenazeye gitmiştik. Kutuplaştırıp seçim kazanabilirsiniz ama bir gün birisi bir strateji belirler ve seçimi kazanır, siz kaybedersiniz. İstanbul’un kazanacağına muhtemelen benim kadar inanan olmamıştır. Şahsen çok çalışmıştım. Bağcılar benim seçim bölgemdir. 31 Mart’ta CHP’lier, AKP’liler, hiç HDP’ye oy vermemiş Kürtler oy vermedi. İstanbul’da insanlar hoyratlıktan, korkutulmaktan, parmakla gösterilmekten bıktı. Biz çalıştık ama ben Erdoğan’ın yerinde olsam ne yaptık da İstanbul’da kaybettik diye bakardım.

"Biz bu partiyi kurmasaydık 31 Mart seçimleri nasıl olurdu?"

Biz İyi Parti'yi kurmamış olsaydık. Burada Meral tek başına değil arkadaşlarımızla birlikte kurmamış olsaydık. Bugün nasıl bir Türkiye ile karşı karşıya kalacaktık?  Ben 7 Haziran 2015’den sonra evde otursaydım aslında bu yaştan sonra çok konforlu bir hayat yani, Köroğlu Ayvaz, bir karı bir koca, kedilerimiz, artık yorgunluğun olmayacağı bir hayata uygun bir zaman dilimindeyiz. Amma velakin Allah başarmayı nasip etsin. Neyi başarmak istiyorum? Nefes aldırmayı. Biz bu partiyi kurmasaydık 31 Mart seçimleri nasıl olurdu? Biz bu partiyi kurmasaydık alanı bir şekilde düzlemeseydik seçenek yaratmamış olsaydık. Sayın Babacan, Sayın Davutoğlu nelerle karşılaşırlardı, zorlukla karşılaşıyorlar ama daha nelerle karşılaşılırdı?

"Memleket Masası bir bayram masası olabilirdi"

Memleket masası meselesi anlaşılmış olabilse o elin uzatılması Sayın Erdoğan'ı AK Parti Genel Başkanlığı’ndan hepimizin Cumhurbaşkanı olmaya taşıyacak bir adımdı. Keşke anlaşılabilseydi. Çevrilmek yerine alet etmek yerine düşünülebilseydi ama ben anlıyorum ki, mesele yurt dışına birlik beraberlik fotoğrafı vermek falan değil. Derinleştiren ihtilaf sahalarını, bir de darbe üzerinden dövüş, darbe üzerinden konuş, seçmenini darbe üzerinden konsolide etmeye çalış ve ama bu kimsenin işine yaramıyor. Sayın Erdoğan'a da yaramıyor yaramayacak.

"Kaçırılmış bir fırsat"

Ben size bir şey söyleyeyim hayatında bir şeye kış kış dememiş insanlar böyle laflar ederler. Halbuki 15 Temmuz'da şehit olanlar, hepimiz onlara borçluyuz ve onların aileleri ve bu tür konuşmalardan incinen o insanlar. O gazileri sokaklara düşürmüşsünüz ve vatandaş gelip toplamış, millet toplamış. Ne demek istiyorum, o masa bir bayram sofrası olabilirdi. Mesela o bilgisayarın başında hepimizin katıldığı bir o bilgisayar ekranının Londra'da bize saldıran o köpek balıklarına karşı nasıl bir fotoğraf olurdu Damat Bakan’ın düşünmesi lazımdı. Krize yönelik bir ortak akıl, milli birlik beraberlik aklının ortaya konması kime fayda sağlayacaktır? Türkiye’ye. Bunu kaçırılmış bir fırsat olarak görüyorum.

"Hala beni arayan AKP’liler var; biz düşman değiliz."

Hala beni arayan AKP’liler var. Biz düşman değiliz. Siyaseti biz sevgi ve saygı üzerinden kurmalıyız. Çok ağır sözler gelince kafayı da çevirmezsiniz. Rasyonel bir bakış açısı gerekir. En fırtınalı dönemlerde aileleri, karakterleri, mahremiyet içeren hiçbir kelimem olmamıştır. “O bana bunu dedi” “Ben sana şunu dedim” üzerinden siyaset yapamayız. Ama çok ağır çirkin sözler söyleyip de kafayı da çevir oda insanlıkla insan olmakla ilgili problem yaratır. Onun için temel rasyonel soğukkanlı bir bakış açısı ile ve öznenin Türk milletinin olduğu, insanlarımızın olduğu bir bakış açısı siyaset yapılır.

"Ben öksürsem MHP'den cevap geliyor ve özne cinsiyetim"

Şimdi ben mesela bir prensip olarak en fırtınalı dönemlerde dahi ona çok dikkat etmişimdir aileleri karakterleri, mahremiyetleri üzerinden hiçbir kelimem, cümlem olmamıştır hiçbir siyasetçi için. Çünkü ben sonra utanırım surat surata bakmaya, meydan meydan zürriyetsize kadar gitti iş. Çok çirkin şeyler söylendi. Bugün bravo desen alkışlasan ne olur? Bu seçmende siyaset kurumuna olan saygıyı ortadan kaldırıyor.

Ben öksürsem MHP’den cevap geliyor ve özne cinsiyetim. İş tehdide dönmüş durumda “ipin ucundaki hanımefendi” deniyor. Genellikle gençlerle çalışıyorum. Pazartesi hiçbir yere çıkmadan çalışıyorum. Sizin konuşma dilinizle benimki elbette farklı ama o neşeli şeyler gençlerden çıkıyor. İyi Parti adı da gençlerden çıktı.

"Parlamenter sistemi getireceğiz diyenler oy alacak"

Halk TV’ye Tele 1’e, FOX TV’ye ceza verdiniz de ne oldu? Ülke TV’ye, bana 7/24 iftira atanlara ceza verebilir misiniz? Bunlar vatandaşın vicdanına dokunuyor. Sayın Erdoğan’ın yapması gereken hepimizin Cumhurbaşkanı olması. Ya güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçilecektir ya da bu sistemle gidildiğinde parlamenter sistemi getireceğiz diyenler oy alacak ve sistemi değiştirecek.