07 Aralık 2008 02:00
İstihbaratın içine doğdu. MİT deyince akla daima onun adı geldi. Hazırladığı raporlarla gündemi allak bullak etti. 12 Mart’ta Ziverbey Köşkü’nde, Kızıldere’deydi. Şimdi Ergenekon’la karşımızda Mehmet Eymür. İşte bir istihbaratçının hayat hikâyesi
Bir eylül sabahı doğdu Mazhar Bey. 25 Eylül 1900’de Yunanistan, Serfice’de. Babası Orduyu Hümayun Serfice 11’inci Alay, Birinci Tabur Kolağası Sıtkı Efendi’nin 1903’te vefat ederek Selanik’te defnedilmesi üzerine, annesi ile İstanbul’a yerleşti. Çocukluk yılları Kasımpaşa’da geçti, Kuleli Askeri Lisesi’ne başarılı bir öğrenci olarak kaydını yaptırdı. 17 yaşındaydı, tarih 1 Ağustos 1918’i gösteriyordu. Mazhar Eymür, talimgâha alındı, 1919’da asteğmen, 1920’de teğmen oldu. 24 Eylül 1921 ile 23 Ağustos 1923 yılları arasında İstiklal Harbi’ne iştirak etti. Harbin bitiminde, o artık İstiklal Madalyası sahibiydi. Sene 1930 olduğunda Mazhar Bey yüzbaşı rütbesine yükselmişti.
1938’de Kürt isyanı baş gösterdi. Mazhar Bey, Dersim Harekâtı için İstanbul Haydarpaşa Garı’ndan ayrılırken, tarih 25 Mayıs 1938’i gösteriyordu.
Mazhar Bey’in çok kıymet verdiği eşi Cemile Hanım, İstanbul’da büyümüş, zeki, görgülü, ailesine ve çocuklarına düşkün bir kadındı. Tek derdi, eşiyle ilgili endişeleriydi. 1943’te bir oğulları oldu. Adını Mehmet koydular. Mehmet büyüdüğünde annesini, hep endişeli şekilde babasını pencerede beklerken hatırlayacaktı.
Mazhar Bey, elektronik konusunda uzmandı. 1956’da askeri kadrodan sivil kadroya geçmeye karar verdi. Bu, gizli servis yıllarıydı. Servis hayatı, 1940’ta Kırklareli’nde başladı. Daha sonra İstanbul Merkez Şefliği’yle görevlendirildi.
Mehmet Eymür, deyim yerindeyse istihbarat teşkilatının içine doğmuştu. Riyaset makamı, Mazhar Bey’i ‘Teknik Servis Şefliği’ni kurmakla görevlendirdi. İşte böylece Eymür ailesi Ankara’ya taşındı. Mehmet ilkokul çağlarındaydı. Şehrin dışında iki katlı bir binaya yerleştiler. Teknik Servis Şefliği’yle ilgili toplantılar da bu iki katlı binada gerçekleşiyordu. Soğuk Savaş yıllarıydı. Mehmet Eymür içinde bulunduğu durumu küçük yaşına rağmen dikkatle izliyor, gelecekteki mesleğine tecrübe ediniyordu. O yıllarda ilk deneyimini anılarında şöyle anlatıyordu:
“Çok kuvvetli bir istasyondan Türkçe yayınlar yapılmaya başlanmıştı. İlk başlarda yayının nereden yapıldığı anlaşılamamış ve Türkiye içinde olduğu zannedilmişti. ‘Bizim Radyo’ adıyla Komünist propagandası yapan bu yayın hemen hemen Türkiye’nin her yerinden dinleniyordu. Yayınların önlenmesi kuvvetli bir bozucu istasyon kurulmasıyla mümkün olabilirdi. Bu ise hem uzun bir zaman hem de bir hayli para gerektiriyordu. Babam yoğun bir çalışmaya girdi. Bir iki ay kadar sonra onun geliştirip çok ucuza mal ettiği bir aleti Türkiye’nin birçok yerine yerleştirdiler. Bizim Radyo artık dinlenemiyordu. Riyasetin babamı ve personelini ödüllendirdiğini, babamın yanından çalışanlardan öğrendim.”
Mehmet Eymür, babasının ödüllendirildiğini bile ancak yakınındakilerden öğrenebiliyordu. Baba Mazhar Bey, kendisi için çok kıymetli olan teşkilatla ilgili hiçbir zaman ağzını açıp tek kelime etmedi, gizlilik bu işin anayasasıydı.
1960 darbesi
Türkiye’nin çalkantılı yılları baş göstermişti. 1960’lı yıllarda Mehmet Eymür Ankara Koleji’nde okuyordu. Tarih 26 Mayıs 1960’ı gösteriyordu. Gece yarısı baba Mazhar Bey’in telefonu çaldı. İhtilal hareketi başlamıştı. Mazhar Bey telaşlıydı. O geceyi sabaha kadar hiç uyumadan geçirdiler. Kulaklar radyoya kesilmişti. Mehmet, sabah olduğunda mahalledeki arkadaşlarıyla Dedeman Oteli’nin inşaatında buluştu. Harbiyeliler ve genç subaylar parlamenterleri topluyor, bazılarını pijamalarıyla götürüyorlardı. Sokağa çıkma yasağı başladığında Mehmet evdeydi. Bir subay, asker selamıyla Mazhar Bey’i selamladıktan sonra ona bir şeyler anlattı. Mazhar Bey eve geldi ve eşi Cemile Hanım’a, “Beni merak etme” dedi. Cemile Hanım, bu kez pencere önündeki meraklı bekleyişinde yalnız değildi, yanında oğlu Mehmet de en az onun kadar merakla bekliyordu babasının dönüşünü. Gece yarısı Mazhar Bey eve döndüğünde ev halkı derin bir nefes aldı. Bu kez anlatmak zorunda kalmıştı neler olup bittiğini. Mazhar Bey’in teknik konusundaki bilgisine başvurmuşlar, İçişleri Bakanı Namık Gedik’in intihar teşebbüslerine meydan vermemek için ne gibi tedbirler alınması gerektiğini sormuşlardı. Kim bilir belki başka şeyler de vardı, ama evdekiler sadece bu kadarını biliyordu. Mazhar Bey’e İstanbul yolu gözüktüğünde yıl 1962’ydi. O, artık İstihbarat Teşkilatı’nın İstanbul ve Bölgesi Merkez Şefi’ydi. Aradan dört yıl geçti. Mehmet okulu bitirdi. Babasının tüm itirazlarına rağmen MİT’e girdi. O MİT’in kapısından girdiğinde baba Mazhar Bey emekli oldu. “Kanserle Mücadele Derneği’nin kurucularından olan Mazhar Eymür, 29 Mart 1971’de akciğer kanserinden öldü.
Artık MİT’te oğul Eymür’ün devri başlıyordu.
Hiram 'Baba'
İlk görevi Takip Şefliği’ndeydi. Hiram Abas ile o yıllarda tanıştı. 1968 yılında askere gitti. 1970 yılının ortalarında teşkilattaki görevine geri döndü. Yeni görevi, İstanbul’da Kontrespiyonaj Şubesi’ndeydi. Faaliyet sahası Ortadoğu olmuştu.
Çocukluğundan alışık olduğu karmaşık yıllar yeniden sahneleniyordu. Tarih 12 Mart 1971’i gösteriyordu. Ordu muhtıra vermişti. Terör artıyordu, ülkede yeniden sıkıyönetim ilan edildi. Eymür, teşkilat içindeki başarılarıyla göz dolduruyordu. Bu başarılar onun çalıştığı bölümün başına getirilmesini sağladı. Onun başında da Hiram Abas vardı.
Deniz Gezmiş ve arkadaşları, üniversite olayları, Sibel Erkan adlı genç kızın Mahir Çayan ve arkadaşları tarafından rehin alınması, Çayan’ların Askeri cezaevinden kaçmaları, İsrail Başkonsolosu’nun kaçırılışı... Türkiye, hareketli günlerden geçiyordu.
Eymür, bu sıralarda kendisine teşkilat içinde bir ‘baba’ bulmuştu; Hiram Abas. Eymür, çalıştığı süre içerisinde her zaman ona bağlı kalacaktı.
Sorgulamalar yapılıyordu. Sorgulardan alınan bilgilerle örgüt evlerinin tespit edilip basılması için bir ekip kurulmuştu. Hiram Abas bu ekibin başıydı. Talat Turhan ve Orhan Gökdemir’in yazdığı ‘Eymür’ adlı kitapta, Eymür’ün o dönemde çok sayıda devrimciye işkence yaptığı iddia edildi. Meşhur Ziverbey Köşkü, kontrgerilla üssü olarak tanımlanıyordu. Eymür, Ziverbey’deki işkence iddialarını açığa alındığı yıllarda yazdığı ‘Analiz’ kitabında şöyle anlatıyor: “ Sorgulama hiçbir zaman işkence değildir, olmamalıdır. Sorgulama hiçbir zaman işkence değildir derken, sorguların her zaman tatlı bir sohbet havasında geçtiği iddiasında bulunmuyorum. Sorguda zekâ oyunları, psikoloji bilgisi gibi faktörlerin de yer alması gayet doğaldır. Esasında sorgunun doğasında zorlayıcı ve hürriyet kısıtlayıcı bir yön vardır.”
Kızıldere’de Mahir Çayan ve arkadaşlarının yakalanması ve öldürülmelerinde de Eymür ve Abas’ın içinde bulunduğu MİT ekibi önemli roller üstlenmişti. Eymür, ‘Analiz’ adlı kitabında o günleri şöyle anlatıyor: “Çayan ve arkadaşları marşlar söylemeye ve zaman zaman askerlere laf atmaya başladılar. Bizi sivil pantolonlarımızdan tanımışlar. ‘Sam Amca'nın adamları’, ‘Faşist MİT'çiler’ gibi sözlerle bizleri kızdırmaya çalışıyorlardı.”
12 Mart 1971, Türkiye’de pek çok kayıpla bitti. Sıra mafyadaydı. 1973 yılında sıkıyönetim komutanı Orgeneral Faik Türün, mafyayla mücadele etmeye karar vermişti. Eymür yine görev başındaydı. Eymür ve ekibi, kapsamında Uğurlu, Bezal, Mirza gibi ünlü ailelerin üyelerini, Zihni İpek’i, Suriyeli Muhammet Akil Çubukcu’yu, birçok uyuşturucu ve silah kaçakçısını toplayıp ev ve işyerlerini basıyordu.
Savaşman olayı
MİT İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı Sabahattin Savaşman, Abas-Eymür ekibinin operasyonuyla CIA’ye bilgi sızdırırken suçüstü yakalanıyor. Savaşman, CIA ajanı olduğunu itiraf etmesi için yine bu ekip tarafından sorgulanıyor. Savaşman yargılanıyor, ağır hapis cezasına çarptırılıyor. Ve MİT tarihinde ilk kez bir ajan suçüstü yakalanıyor. Savaşman, başına gelenleri özetlerken şu cümleyi kullanıyor: “Bir insan MİT’e pamuk gibi girebilir ve oradan bir kömür karalığında çıkabilir.”
1979’da ilginç bir olay geldi Eymür’ün başına. Dönemin CHP Erzincan milletvekili Nurettin Karsu’nun oğlunu dövdüğü gerekçesiyle Başbakan Bülent Ecevit tarafından tayini çıkarıldı. Eymür bir röportajında bu olayı şöyle anlattı: “Bir yabancı büyükelçiliğe bir yerleşme yapılıyordu. Hedef bir ülkenin elçiliğine mikrofon yerleştiriliyordu. Olay, o çalışma sırasında oldu. Nurettin Karsu’nun oğluyla bizimkilerin sıradan bir trafik sürtüşmesi olmuş, bizim teknisyenleri dövmüşler. Onlar gelip bize söyleyince, biz de acaba olay bizim yaptığımız faaliyetle mi ilgili diye, bu milletvekilinin iki oğlunu alıp karakola götürelim dedik. Ana avrat küfür ettiler. Birini yakaladım, diğeri kaçtı. Aldığımı biraz tartakladım, tekrardan evine bıraktırdım. O zaman hükümette dengeler çok kritikti. Ecevit bir sandalye ile iktidardaydı. Oğlanın babası Nurettin Karsu’nun da içinde olduğu 11 Doğulu milletvekili Ecevit’e, ya bu adamları MİT’ten kovacaksınız ya da biz istifa ederiz, diyorlar. Mecburen bizim tayinimizi çıkardılar. Beni Maocuların yuvası olan Devlet İstatistik Enstitüsü’ne gönderdiler. Bir sene rapor aldım. O arada ihtilal oldu zaten. Nurettin Karsu’yu da, sakıncalı milletvekilleri arasında içeriye aldılar. Ondan sonra davasını geri aldı. Fakat ilk başta bana çok silah gösteriyordu. Bir gün yine, ‘Seni mahvedeceğim’ deyince, ‘Bak Nurettin Efendi fazla şey ediyorsun. Eski elemanımızsın diye sesimizi çıkarmıyoruz’ dedim. ‘Öyle bir şey yok’ dedi. ‘El yazısıyla yazdığın raporların duruyor’ dedim. Manisa’da bir yerde büyük bir fabrikada çalışırken, MİT’e bilgi veriyormuş. Bu konuşmamızdan sonra bir daha sesi çıkmadı.”
Türkiye’nin her 10 yılda bir karanlığa gömüldüğü yıllardan biriydi yine. MİT’in içi de adeta cadı kazanı gibiydi. Mehmet Eymür, 1980-1982 arasında Bulgaristan’da görevliydi. 1983’te Türkiye’ye döndüğünde görev yeri Mardin olmuştu.
Darbeden sonra istifa ederek görevinden ayrılan Hiram Abas da 1986’da zamanın Başbakanı Turgut Özal tarafından yeniden göreve çağrıldı. Turgut Özal, Abas’a MİT Müsteşar Yardımcılığı önerdi. Abas-Eymür ikilisi bir kez daha ipleri ellerine geçirecekti.
İpler ele geçirildi geçirilmesine ama kılıçlar çekilmek için hazır bekliyordu bir yandan da. Ekip kuruldu. MİT Güvenlik Dairesi Başkanı Mehmet Eymür, MİT Müsteşar Yardımcısı Hiram Abas, Eymür’ün yardımcısı Korkut Eken. Karşı grupta Şükrü Balcı, Ünal Erkan, Mehmet Ağar, Nuri Gündeş.
İşte tam bu sırada Eymür ve arkadaşları bir rapor hazırladı. Rapor tarihe 1.MİT Raporu olarak geçti. 1987’de açıklanan ve Mehmet Ağar, Ünal Erkan ve Necdet Üruğ’u hedef alan rapor ‘2000’e Doğru Dergisi’nde yayımlandı. Deyim yerindeyse yer yerinden oynadı. Rapor pek çok kişiyi ürküttü. İnanılmaz iddialara yer verilen rapor sonucunda büyük tasfiye beklenirken, ters tepti, olay, Abas ve Eymür’ün MİT’ten tasfiyesiyle sonuçlandı.
Abas bir daha teşkilata dönmedi. Daha doğrusu dönemedi.
Eymür ise bir süre sonra MİT Müsteşarlığı bünyesinde kurulan Kaçakçılık Şubesi’nin başına getirildi. Bu sırada yaptığı ‘Babalar Operasyonu’ çok ses getirdi. Dündar Kılıç’ı, Behçet Cantürk’ü sorguladı. Ancak basında 1.MİT Raporu hararetle tartışılıyordu. Sonunda Eymür bir kez daha açığa alındı. 1989 yılında ABD’ye gitti. Ama bu bir daha MİT’e dönmeyeceği anlamına gelmiyordu.
Abas, emekliliğini istedi. 26 Eylül 1990 günü de İstanbul’da arabasının içinde silahlı saldırı sonucu öldürüldü. Cenazede ön saflarda Tarık Ümit duruyordu.
Eymür''ün kurtarma planı
Büyükelçi Sönmez Köksal, 9 Kasım 1992’de MİT müsteşarlığına atandı. O sıralarda MİT’in yetkili isimlerinden Şenkal Atasagun, bu atamaya sevinmedi. Hâlbuki Köksal, 1980’lerin ortalarından itibaren tanıdığı, kimi yaz tatillerinde birlikte olduğu bir arkadaşıydı. Köksal ise, yabancısı olduğu teşkilat içinde dayanacağı, güveneceği tek isim olarak arkadaşı Atasagun’u görüyordu. Köksal, Atasagun’u, Eylül 1993’te Ankara MİT bölge başkanlığına getirdi. O günlerde polisin Ankara’daki bir Dev-Sol hücre evine yapılan baskında Mehmet Eymür’ün öldürülmesine ilişkin planlar bulundu. Cinayet planları son derece ayrıntılıydı. Üstelik Eymür’ün yaşamına ilişkin doğru bilgilere dayanıyordu.
Atasagun, hazırlanan planları görünce üzüldü. Seyirci kalamazdı. Kalktı, Antalya’da bir buz fabrikasını işleten Eymür’ün yanına gitti.
‘‘Hayatın tehlikede’’ dedi. Korunabilmesi için MİT’e dönüşten başka çaresi olmadığını söyledi. MİT’ten olaylı ayrılan Eymür, geri dönüşün imkânsız olduğuna inanıyordu.
Eymür, güçlükle ikna oldu. İki koldan faaliyete geçtiler. Atasagun, Köksal ve Mehmet Ağar ile görüştü, durumu anlattı. Eymür de Başbakanlık İstihbarat Baş Müşavirliği görevinde bulunan Nuri Gündeş’in aracılığıyla Başbakan Tansu Çiller ve eşi Özer Çiller’e ulaştı. Sonunda MİT’in kapıları, Eymür’e bir kez daha açıldı. 31 Ocak 1995’te kuruma geri döndü.
1995 Temmuz’unda Atasagun, MİT’te operasyon daire başkanlığına atandığında Eymür, artık aynı dairede ‘Kontrterör Merkezi Başkanı’ydı, altı ay kadar Atasagun’un yardımcısı olarak çalıştı.
Ancak aralarında sorun çıkması fazla zaman almadı. Her ikisinin de çizgileri, yöntemleri çok farklıydı. Atasagun, Eymür’ün yürüttüğü bazı operasyon dosyalarını birer birer kapattı. Bir dönem içtikleri su ayrı gitmeyen iki arkadaşın araları açılmaya başladı.
Köksal, Eymür’ün başında olduğu ‘Kontrterör Merkezi’ni Operasyon Başkanlığı’na bağlı bir birim olmaktan çıkararak, doğrudan kendine bağladı. Bu durum, Atasagun’u rahatsız etmeye başladı.
Apoya suikast
Sonbahar aylarında Başbakan Tansu Çiller’den, “Sizden Apo’nun kellesini istiyorum” talimatını alan Köksal, bu görevi Eymür’e vererek Atasagun’u dışladı.
Eymür, Öcalan’ı öldürmek için düzenlediği operasyona ‘Yeşil’ kod adlı Mahmut Yıldırım’ı da kattı. Aslında Yeşil’in MİT ile ilişkisi 1991’de kesilmiş; ancak Eymür, Kasım 1995’te Yeşil’i MİT’e geri almıştı. İlginçtir ki Yeşil’e 500 dolar aylık bağlanmasına ilişkin yazının altında Eymür’ün yanı sıra daire başkanı olarak Atasagun’un da imzası vardı. Belge, Yeşil’in kendi adına değil, sahte bir isim olan Metin Atmaca adına düzenlenmişti.
İlk ‘Apo operasyonu’ 6 Mayıs 1996’da, Şam’da gerçekleştirilebildi. Öcalan, binanın önüne yerleştirilen Mercedes minibüsteki C-4 patlatıldığı sırada telefonla konuşuyordu. Telefon konuşması da MİT’in Yenimahalle’deki merkezinden dinleniyordu. Patlamadan sonra telefon görüşmesi kesildi. MİT’te kısa süreli bir sevinç yaşandı. Fakat zafer havası uzun sürmedi, çünkü patlamanın şaşkınlığını atlatan Öcalan yeniden konuşmaya başlamıştı.
Ve Türkiye’yi sarsan olay gerçekleşti. Kamyon ile Mercedes çarpıştı, her şey tartışmaya açıldı. Susurluk kazası sonrasında Eymür, bu kez ‘İkinci MİT Raporu’nu hazırladı. Abdullah Çatlı’nın da içinde bulunduğu Emniyet-çete organizasyonu gözler önüne serildi. Tartışmalar, suçlamalar kısa sürede Eymür ve Ataç’ı, ardından MİT’i de kapsadı. Toz duman içinde geçen 1997’nin ilk aylarında, MİT’te tüm dikkatler dıştan gelen suçlamalara yöneldi. İç çekişmeler, geri planda kaldı.
Sönmez Köksal, kavgaları unutmamıştı. ANASOL hükümeti kurulup Mesut Yılmaz yeniden başbakan olunca, bir fırsatını bulup üçünden de kurtuldu. Ağustos 1997’deki jet tayinlerle, Miktad Alpay’ı müsteşar yardımcılığına getirdi; Atasagun’u Londra’ya, Eymür’ü Washington’a, Ataç’ı da Pekin’e gönderdi.
Susurluk fırtınası dinmiyordu. Atasagun, Eymür’ü merkeze çekti. Bu hareketi yanıtsız kalmadı. Gazetelerin elektronik posta kutularına Mehmet Eymür’ün eşi Janset Eymür’ün adıyla zehir zemberek bir mesaj gönderildi. Mesaj, "‘Sen bu ülkeye çok hizmet ettin, hiçbirimiz senin yerini tutamayız’ diye eşime iltifatlar yağdıran Şenkal Atasagun’un şimdi ‘Eymür eski Eymür değil diyebilmesi için biraz utanması lazım" diye başlıyor; Atasagun’u suçluyordu:
Burada bir parantez açmak ve belki de Janset Eymür’den bahsetmek gerekiyor. Mehmet Eymür’ün eşi, anne ve baba tarafından safkan Çerkez. Ailesi Kafkasya’dan Türkiye’ye göç eden Janset Eymür, Çerkez kadınlarının tüm özelliklerini taşıyan, son derece alımlı ve güzel bir kadın. Mehmet Eymür’le bir yakınları aracılığıyla tanıştığında henüz üniversite öğrencisiydi. Bir MİT mensubunun eşi olmayı aklından bile geçirmediği sırada, bir yakınları vasıtasıyla tanıdığı Eymür’e âşık oldu. Güzel sanatlar eğitimi alan gencecik bir kızken, MİT’in adı üzerinde en fazla spekülasyon yapılan elemanı ile hayatını birleştirerek, kendisini zorlu ve oldukça sert bir hayatın içinde buldu. Ünlü MİT Raporu kamuoyunda patladıktan sonra eşiyle ilgili suçlamalar birbiri ardına sıralanırken, Eymür’e en büyük desteği veren genç eşiydi. Janset Eymür, büyük bir güvenle bağlandığı eşini hep korudu. Evliliklerinin birinci yılında Ayşe adlı bir kızları oldu.
Şeker fabrikasına atandı
Birbiri ardına yaptığı açıklamalarla gündemden düşmeyen Eymür, bir kez daha ‘cezalandırılacaktı’ ve bu kez devlet memuru olarak Şeker Fabrikası’na atanıp teşkilat dışına çıkarıldı. Eymür ise bu atamaya karşı Danıştay’da dava açtı. Bir yandan da emekliliğini isteyerek Amerika’ya döndü.
Mücadelesini farklı alanlarda sürdürdü. Susurluk davasında MİT’i suçlayan açıklamalar yaptı. İddialarını kanıtlamak üzere davanın görüldüğü İstanbul 6 No’lu DGM’ye bir dilekçe gönderdi. Dilekçede, MİT’e ait 12 bilgi fişine yer veriyordu. Fişlerde neler yoktu ki? Uyuşturucu, suikast girişimleri, cinayetler, her tür ‘rutin dışı’ faaliyet söz konusuydu. Suçlananlar ise daha çok Abdullah Çatlı, Oral Çelik, Nurettin Güven, İbrahim Şahin, Korkut Eken ve Mehmet Ağar’dı. Asıl hedef MİT değil, emniyet çevresindeki güç odağıydı.
Nedense yanıt, sadece MİT’ten geldi. Atasagun, Eymür’ün, ‘kendi kusurunu örtmek için teşkilatı suçladığı’ karşılığını verdi.
Bu arada, ABD’de atin.org adlı bir internet sitesi kurdu. Burada itiraflarını sürdürdü. 2002’de ABD’den dönüşü sonrasında Ömer Lütfi Topal’ın öldürüldüğü dönemde arayıp, “Seni de öldürecekler” uyarısında bulunduğu ‘kumarhaneler kralı’ Sudi Özkan’ın danışmanı oldu.
(Tempo dergisi, İpek Özbey)
© Tüm hakları saklıdır.