Mehmet Altan*
Yarın 15 Temmuz...
"Vahşi ve kanlı darbe girişiminden" bu yana beş yıl geçti ama aydınlanmayan pek çok şey var...
Hatta bilinmezler daha da çoğaldı...
Düşünün ki bugünün en güncel, en ürkütücü ve en karanlık sorusu, "15 Temmuz’un kayıp silahları"...
Sadece kayıp silahlar değil, Türkiye’nin çok ağır bir uyuşturucu belasının içine düşürüldüğü de görülüyor.
Gerçek demokratik bir hukuk devletinde bunca zamandır Kolombiya yetkilileri tarafından yakalanan beş ton kokainin İzmir’de hangi adrese gönderildiğinin ortaya çıkarılmaması söz konusu olabilir miydi?
15 Temmuz sonrası burada mümkün oluyor...
***
İzmir’de kokainin hangi adrese gittiğini araştırmayan savcılar, "demokrasiden ayrılmanın ülkeye bela getireceğini" söyleyen romancıların, yazarların, gazetecilerin, akademisyenlerin peşine düştü...
Muhalif herkes, elverişli bir lekeleme ve korkutma aracına dönüştürülen tanımsız "Fetö’cülük" suçlamasının yarattığı sis bombasının dumanında boğulmak istendi.
Hayatları karartıldı...
***
Bizleri kendi imalatı olan "subliminal darbecilikle" suçlayan savcının akıl almaz suçlamalarından biri de "darbe girişimi" sonrası yazdığım bir yazıyı "darbecilik suçlamasının" delili olarak göstermesi oldu.
Tutuklama kararında kuvvetli suç şüphesinin varlığına ilişkin delil gösterilen bu "Türbülans" başlıklı yazım için Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu ise, "Darbe teşebbüsü sonrasında teşebbüsün kaynağına ve teşebbüs sırasında başka unsurların da FETÖ/PDY ile birlikte hareket etmiş olabileceğine ilişkin görüşlerin yazının yayımlandığı dönemde kimi çevrelerce de dile getirildiği bilinmektedir. Kamu makamlarının değerlendirmelerinden ve çoğunluğun görüşünden farklı olan görüşlerin, görüşü ifade edenin amacından hareketle bir suça konu edilebilmesi için, bu amacın -ifadelerin içeriğinin dışında- somut olgularla ortaya konulması gerekir. Buna karşılık soruşturma makamlarınca, başvurucunun suça konu edilen yazıyı yazarken FETÖ/PDY'nin amacı doğrultusunda hareket ettiğine ilişkin kanaat oluşmasını sağlayacak nitelikte olguların varlığı gösterilememiştir" kararını verdi.
Ben, bugün yaşadıklarımızı beş yıl öncesinden haber veren bu yazı için "ağırlaştırılmış müebbet" cezasına çarptırıldım.
Beş ton kokainin İzmir’de kime gittiği önemsemeyen ama yazarlara, olan biteni sorgulayacak olanlara alabildiğine zulmeden bir rejimin doğduğu o zamandan belli olmuştu zaten...
***
Soruşturma savcısı...
Mahkeme savcısı...
Mahkeme...
İstinaf...
Toplamda sayısı onu bulmayan "yargı mensubu", Anayasa Mahkemesi Genel Kurul kararına, AİHM Kararına dolayısıyla Anayasa’ya kılıç çekerek "düşünceyi" ve "düşünceyi açıklamayı" müebbetlik suç ilan ettiler...
Allahtan bu sefillik AYM, AİHM ve Yargıtay’dan döndü...
"Gözaltına bile alınmaması gereken" insanlara "ağırlaştırılmış müebbet" verebilen 15 Temmuz yargısı ve o yargı üyelerinin kimler olduğu ortaya çıktı.
Ama Türkiye’ye de yazık oldu.
***
Yaşamakta olduğumuz baskıcı dönemi ve 15 Temmuz yargısının düşünceye "müebbet hapis" isteyen hukuk vahşetini belgelemek için 20 Temmuz 2016 tarihli "Türbülans " başlıklı yazımı yeniden yayınlamak istedim...
Okuyacağınız, kayıp silahların bulunamadığı, beş ton kokainin nereye gönderildiğinin karanlıkta kaldığı bugünün Türkiye’sinde "ağırlaştırılmış müebbetlik" bir yazıdır:
Cuma günü yaşadığımız vahşi ve kanlı darbe girişiminin sarsıcı acıları, etkileri ve bilinmeyen yanlarının ortaya çıkarılması çabaları devam ediyor.
Bir yandan da kamuda hukuksal denetim mekanizmasının devre dışı bırakıldığı, önceden hazırlanmış gibi görünen bir liste üzerinden çok geniş kapsamlı hukuksuz bir tasfiye yaşandığı görülüyor.
***
Doğal olarak en çok merak edilen ve konuşulan konulardan biri de Türk Silahlı Kuvvetleri'ndeki gelişmeler.
İnsanlar ne olduğunu anlamaya çalışıyor.
Siyasal iktidar, Cuma günü yaşanan vahşeti anında ‘FETÖ'cü' darbecilere bağladı ama daha sonra ortaya o kadar geniş, yaygın ve yüksek rütbeli bir resim çıktı ki herkes şaşırdı... Cumhurbaşkanı'nın başyaverinden ordu komutanlarına kadar uzanan, tüm kentlerde örgütlenmiş, mevcut silahlı kuvvetlerdeki generallerin üçte birini kapsayan darbecilerin iddia edildiği gibi sadece ‘FETÖ'cülerden' oluştuğuna inanmak güçleşti.
***
‘Gördüklerimizin ardındaki gerçek ne' sorusu sorulmaya başlandı.
***
Zaten uzun zamandır askeriyedeki farklı kanatların varlığından ve güç savaşından söz ediliyordu... Ankara kulislerinde bu söylentiler dolaşıp duruyordu.
Siyasal iktidar ile ittifak içindeki ‘ulusalcıların', içinde bulunduğumuz ve üyesi olduğumuz NATO'yla ve Batı sistemiyle ilişkileri dinamitlemek istediği endişeleri de seslendirilmekteydi.
Yaşananlar, bu endişeleri yeniden hortlatmış gözüküyor.
***
Darbe girişiminin hemen öncesi Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Özel Temsilcisi Aleksandr Dugin, Avrasya Yerel Yönetimler Birliği'nin daveti üzerine Ankara'daydı.
Fanatik Rus milliyetçiliğinin önemli bir temsilcisi ve Ulusal Bolşevik Partisi, Ulusal Bolşevik Cephesi ve Avrasya Partisi kurucularından olan Dugin'in ‘Türkiye'yi AB'de görmüyorum. Avrasya ittifakında görüyorum’ demesi bile bu söylentilere altlık yapılıyor...
Tabii bizim Batı serüvenimizin, en azından şimdilik, sonunu getirecek olan ‘idam' konusu, anayasa ve hukuka aldırmadan yapılan ve ifade özgürlüğünü de tamamen ortadan kaldıracak olan baskılar, ‘şark usulü dinsel bir Baas Rejimi' spekülasyonlarını koyulaştırıyor.
***
Doğrusu önceki gün Brüksel'deki ABD-AB Zirvesi, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry'yle AB Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini'nin uyarıları, söyledikleri ve öngörüleri de bu bağlama oturunca daha da farklı bir anlam içeriyor...
Hele uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody's tarafından yapılan ve ülke ekonomisini derinden yaralayacak olan ‘Türkiye'nin Baa3 olan kredi notunun ‘çöp'e düşürülebileceği' açıklamasıyla, Batı basınında darbenin bastırılması sonrası ortaya çıkan ve ‘demokrasi ve hukuku' devre dışı bırakan uygulamaları ağır eleştiren uyarılar da buna eklenince, ‘Ne oluyor' sorusu bir daha soruluyor...
***
Gerçekten ne oluyor?
Siyasal iktidarın canını sıkan herkesi zorba bir baskının hedefi haline getirecek olan ‘FETÖ'cülük' suçlamasının böylesine kapsamlı ve geniş bir şekilde tedavüle sokulmasının, demokratik her eleştirinin bu tür suçlamalarla susturulma çabalarının altında, ‘Avrasyacılık' hayalini gerçekleştirme arzusu mu yatıyor?
Türkiye, kendisini AB'den kopartacak olan ‘idamı geri getirme' gibi adımlarla kamp ve rejim mi değiştiriyor?
Eğer böyleyse kolayından durulmayacak ve sonunun ne olacağını kimsenin bilemeyeceği bir türbülansa giriyoruz demektir.
Demokrasiden ve hukuktan uzaklaşan her adım da Türkiye'nin içinde bulunduğu sarsıntıyı ve tehlikeyi artıracaktır.
Türkiye'yi huzura ve güvenceye ulaştıracak tek çare demokrasiye ve hukuka sarılmaktır, umarım siyaset sistemi bu gerçeği fark eder.
* P24'te yayımlanmıştır.