Gündem

"Maymunluktan kaçarak insan olmadık; hayvanlıktan kaçtıkça insanlığımızı kaybettik"

"Unutmayın, hepi topu yüzde 5 farkla insanız"

11 Aralık 2017 13:10

Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay,  “National Geographic” kanalında dün ilk bölümü yayınlanan 3 bölümlük belgesel, “Dian Fossey - Secrets in the Mist”i değerlendirdi. "Biz, maymunluktan kaçarak insan olmadık" diyen Atay, "Maymunluktan, daha genel anlamda “hayvanlık”tan kaçtıkça insanlığımızı da kaybettik" ifadesini kullandı.

"Unutmayın, hepi topu yüzde 5 farkla insanız" diyen Atay'ın "Maymunlar cennetine dönüş!" başlığıyla (11 Aralık 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Antropolojiyi tanımlama yolunda yıllardır şu cümleyi kurarım: Peygamberlerden öğreneceklerimiz olduğu kadar, şempanzelerden de öğreneceklerimiz vardır diyerek hareket eden bilimdir antropoloji...

Bu söz, insanın “biyo-kültürel” bir varlık olduğunu işaret etmeyi hedefler.

Daha önemlisi, insanın “ikinci doğa”sı olan kültürün, birinci “biyolojik” doğa karşısında “birincilleştikçe”, ona baskın hale geldikçe nasıl zararlı, yıkıcı, yok edici sonuçlar yarattığına dikkat çekmeyi hedefler.

İnsan, “kültür üreten varlık” olmanın kibri ile özde bir “hayvan” olmasının doğa karşısında gerektirdiği “tevazu”dan (alçakgönüllükten) uzaklaştı. Bugünkü yıkıcı konumuna böyle geldi.

Parçası olduğu doğa karşısında olduğu kadar, parçası olduğu canlılar, hayvanlar, primatlar, yani “maymunlar” dünyası karşısında da koptu tevazudan insan...

İnsan, bir primat, yani “maymun”.

“Evrim” kuramıyla ilgili yaygın, ama o ölçüde de yanlış ifadenin aksine insan, “maymundan gelme” değil. İnsan, başlı başına bir maymun...

Şempanzeden yüzde 2 ile 5 arası farkla insanız.

Yüzde 95-98 oranında genetik paydaşlığa sahibiz şempanzeyle...

O yüzden elbette şempanzeden de, ondan sonra bize en yakın gorilden de, müteakiben orangutandan da öğrenecek çok şeyimiz var.

Onlardan öğrenmeyi bilseydik, bugün minicik bir yavru kediye işkence yaparak onun canını alan bir insanlığımız olmazdı!..

Uygarlaştıkça bozulduk. Freud haklı: Uygarlığımız, hosnutsuzluğumuzdur.

“İlkel” diye tu kaka ettiğimiz halklar, söz gelimi Borneo yerlileri, bizden çok daha “insan”...

Yanı başlarındaki ormanlarda, bir bakıma onlarla koyun koyuna yaşayan orangutanlara bu ismi onlar vermiş.

“Orangutan”, Borneo yerlilerinin dilinde “orman insanı” demek!..

Borneo’daki “ilkel”, orangutanı “orman insanı” sayar.

Batı’daki “uygar”, gorilin elinden “kül tablası” yapar!..

Kapitalist “uygarlık”, bu ikinci insanı var etti.

Elbette antropoloji de bu feci uygarlığın çocuğu ve elbette onun fecaatiyle de (özellikle sömürgecilikle) malûl... Ama geçmişiyle yüzleşmeyi de, günah çıkarmayı da bilmiştir.

“Doğa ile uyum içinde, üretici (kültürel) birliktelik” olarak insan toplumsallığını kavramak, bugün antropolojinin hareket noktası.

O yüzden, peygamberlerden öğreneceklerimiz kadar, şempanzelerden de öğreneceklerimiz var.

Antropolojinin peygamberleri ele alan, inceleyen, değerlendiren dalı, din antropolojisi...

Antropolojinin şempanzeleri, gorilleri, orangutanları, babunları, lemürleri ele alan, inceleyen, değerlendiren dalı, primatoloji...

Bu alanda çalışan “primatolog” meslektaşlarımıza çok şey borçluyuz.

Benim, şempanzelerden öğreneceklerimiz olduğuna ilişkin antropolojik tanımlamamın çıkış noktası da onlardan birinin anlattıkları...

Britanyalı primatolog Jane Goodall, 40 yıl boyu doğal yaşamlarını gözlemlediği şempanzeler arasında büyüttü kendi kızını.

Ve bir anne şempanzenin yavrusuyla ilişkisinden, onu yetiştirme tarzından “öğrendikleri”ni kendi kızının yetişmesine uyarladı.

Goodall’ın hayatı, şempanzeden öğrenmeyle geçti güzel güzel...

Bir başka primatoloğun hayatı, Goodall’ınki gibi güzel geçmedi.

Amerikalı primatolog Dian Fossey de 18 yıl dağ gorillerini incelemeye adadı hayatını ve bu adanmışlığın sonu ölüm oldu.

Yanlış anlamayın, goriller hiçbir şey yapmadı ona.

Fossey, dünyanın en barışçıl primatları olan gorillerin hayatını kurtarmaya, soylarının tükenmesini önlemeye çalışırken kıyasıya mücadele ettiği goril avcıları tarafından öldürüldü 1985’te.

Bir cinayete kurban gitti Fossey ve cinayet, “kültürel” yani insanidir.

Hiçbir hayvan “cinayet” işlemez, hele goril hiç işlemez.

Fossey, aralarında yıllar geçirdiği, onlarla “bacı-kardeş” olduğu gorilleri, kesik kafalarını duvara süs diye asmak, kesik ellerini kül tablası yapmak için dünya para ödeyen “uygar” insanın zevkini tatmin için avlayanlar tarafından katledildi.

Burada Borneo yerlilerinin orangutanla ilişkisinden farklı bir noktadayız ne yazık ki!.. Batılı Beyaz’ın kül tablası, Afrikalı Siyah’ın ekmek parasıydı çünkü.

Fossey, “Batılı uygar”ın "sıçık keyfi"ni ekmeği kılmış yerlinin hışmına uğradı.

Onun trajik ölümü, unutulmaz bir sinema filmine konu oldu. 1988 yapımı ve Sigourney Weaver’a Dian Fossey rolü ile Altın Küre kazandıran “Gorilla in the Mist” (Sisteki Goril) bir bakıma o “uygar Batılı”nın günah çıkarma seansıdır.

Şimdi bir yeni günah çıkarma seansı olarak Dian Fossey’nin aradan bunca yıl geçmesine karşın hâlâ sis perdesi kaldırılamamış, faili bulunamamış ölümünü yeni veriler, açıklamalar, ipuçları eşliğinde sunan bir belgesel geliyor.

“National Geographic” kanalında dün ilk bölümü yayınlanan 3 bölümlük belgesel, “Dian Fossey - Secrets in the Mist”, bizi bu cinayeti yeniden takibe çağırırken, asıl olarak insanlığımızın karanlık yüzünü ifşa etmeyi, bununla yüzleştirmeyi amaçlıyor.

Herkese tavsiye edilir!..

Biz, maymunluktan kaçarak insan olmadık.

Maymunluktan, daha genel anlamda “hayvanlık”tan kaçtıkça insanlığımızı da kaybettik.

İşte bu belgesel insanlığımızı nerede, neden, nasıl kaybettiğimizi de, onu yeniden nasıl kazanabileceğimizi de anlama yolunda bize rehber olabilir.

Unutmayın, hepi topu yüzde 5 farkla insanız.

Yüzde 95’imizle şempanze, goril, orangutanız.

Büyüklenmeyin, sizden büyük Allah da var;

Şempanze, goril, orangutan ve başka pek çok türle dopdolu maymunlar âlemi de var!..