Ekonomi

Mahfi Eğilmez: Parasal genişleme

'Küresel krizin çıkışıyla birlikte para politikası birinci sıradaki önemini tartışılmaz biçimde kabul ettirdi'

14 Eylül 2012 18:26

Geçmişte para politikasıyla maliye politikasının hangisinin öncelikli olduğu tartışılırdı. Son yıllarda para politikası oldukça öne geçti. Bunun temel nedenlerine bu blogda yayınlanan Para Politikası Niçin Maliye Politikasına Tercih Ediliyor başlıklı yazımda değinmiştim (http://www.mahfiegilmez.com/2012/08/para-politikas-nicin-maliye-politikasna.html)

Küresel krizin çıkışıyla birlikte para politikası birinci sıradaki önemini tartışılmaz biçimde kabul ettirdi ve maliye politikasını kendisine yardım etmek üzere yönetilen ikinci dereceden bir politika haline getirdi. Özellikle ABD Merkez Bankası’nın (Fed) ve Avrupa Merkez Bankası’nın (AMB) parasal genişleme kararları ve bunlara dayanarak yaptıkları uygulamalar para politikasını doruk noktasına taşıdı.

Küresel krizin başlangıcı kabul edilen 2007 yılı Ağustos ayında 866 milyar dolar olan Fed’in bilanço büyüklüğü QE3 (üçüncü niceliksel gevşeme) olarak adlandırılan bu son karar öncesinde 2,9 trilyon dolara gelip dayanmıştı. Yani 5 yılda 3,3 kat büyümüştü. Fed’in açık piyasa işlemleriyle (APİ) satın aldığı ve elinde bulundurduğu kâğıtların toplamı 2,6 trilyon dolara ulaşmış bulunuyor. Bunun yaklaşık 844 milyar dolarlık bölümü tutsata (mortgage) dayalı kâğıtlardan oluşuyor. Kabaca Fed, krizin çıkışından bu yana yaptığı parasal genişlemelerle bilançosunu 2 trilyon dolar büyütmüş durumda. Bir başka ifadeyle bastığı paralarla bir yandan tutsata dayalı kâğıtları bir yandan da bankaların ellerindeki tahvil ve bonoları alarak karşılığında piyasaya para verdi. Bu, eğer bu kadar büyük boyutta bir sonuç doğurmasa bir APİ işlemi olarak görülebilirdi. Olayın anormalliği Fed’in bilançosunun 3,3 kat büyümüş olmasıdır.

Aynı dönemde (Ağustos 2007 – Eylül 2012) benzer parasal genişleme operasyonlarını yürüten AMB’nin bilanço büyüklüğü de 1,2 trilyon Euro’dan 2,7 kat artarak 3,2 trilyon Euro’ya yükseldi.

QE3 ile Fed, her ay 40 milyar dolar tutarında tutsata dayalı finansal varlığın yanı sıra 85 milyar dolar tutarında tahvil ve bono satın alacak ve karşılığında bankalara ve ilgili kurumlara para verecek. Bu eylemin işsizliğin makul düzeye inmesine kadar devam edeceğini açıkladı. ABD için makul işsizlik düzeyinin yüzde 5 – 6 aralığında olduğunu düşünürsek daha alınacak çok kâğıt olduğu sonucuna varabiliriz. Piyasadaki tahmin bu alımların 1 trilyon dolardan az bir tutar olmayacağı yönünde. Eğer tahminler doğru çıkarsa Fed’in bilanço büyüklüğü 4 trilyon dolara yaklaşacak demektir.

Fed ve Almanya Merkez Bankası (Bundesbank) bu tür bilanço büyümelerine karşı en duyarlı merkez bankaları olarak bilinir. Kuruluş statüsü geniş ölçüde Bundesbank’tan alınan AMB’nin Bundesbank geleneğine göre kurulduğu düşünülürse onun da bu duyarlılığı taşıdığı tahmin edilebilir. Gerçekten de yakın zamana kadar AMB, Bundesbank geleneğine sadık kaldı. Son yıllarda Fed ve AMB bu geleneksel duyarlılığı tümüyle terk ederek başka bir patikaya girmek zorunda kaldılar.

Gün gelecek Fed ve AMB, bu dağıttığı paraları geri çekecektir. Aldığı kâğıtları verecek verdiği paraları geri alacaktır. Hiper enflasyona gidişi önlemenin yolu budur. İnsanlar da böyle olmasını bekledikleri için şu anda enflasyon telaşı yüksek düzeyde değildir. Ne var ki bu geri çekme operasyonu ağır yürütülmek zorundadır. Aksi takdirde enflasyona neden olmaktan kaçınırken birden deflasyonist eğilimlerle karşı karşıya gelmek söz konusu olabilir.    

Fed’in bu kararı almasından önce ekonomistler ve piyasa oyuncuları arasında yapılan kamuoyu yoklamaları ağırlıklı olarak Fed’in bu adımı atacağı kanısında birleşmişti. Fed’in kararı öncesinde altın fiyatlarında başlayan yükselme karar sonrasında daha da hızlandı. Piyasa, bir yandan başka çare üretemeyen sistemin bu adımı atmak zorunda olduğunu kabullenirken bir yandan da atılan bu adımın yaratacağı enflasyonist genişlemenin farkında olduğu için altın almaya yönelmiş görünüyor.

Küresel krizin ortaya çıktığından bu yana birçok konu test ediliyor. Bunlar arasında en başta kapitalizmin yaşayıp yaşamayacağı, yaşayacaksa küresel sisteme uygulanabilecek bir model olup olmadığı tartışması geliyor. Para politikasının bu sistemi tek başına ya da maliye politikasının göreli olarak zayıf desteğiyle ayakta tutup tutamayacağı bir başka test konusu olarak ortaya çıkıyor. Enflasyona yol açmadan bu kadar paranın ortalığa dağıtılması ve deflasyona yol açmadan geri çekilmesi ayrı test konuları. Özetle söylemek gerekirse aslında bütünüyle hem sistem hem de onu yönlendiren ekonomi politikasının tümü önemli bir sınav veriyor.

Hiç kuşkusuz politikacılar da sınavdan geçiyor. Para politikasıyla ilgili kararların alınmasında etkileri yok gibi görünse de insanlar başarısızlık halinde faturayı onlara çıkaracaklar. Hatta şimdiden “Avrupa’da lider yok” söylemi alıp başını gitti.   

Asıl mesele bu parasal genişlemelerin küresel krizin çözümüne yarar getirip getirmeyeceği. Fed’in önceki uygulamaları ABD ekonomisinin istendiği kadar olmasa da toparlanmasına yol açtı. ABD’den gelen haberler arasında olumlu olanların yüzdesi olumsuzlara göre biraz daha fazlalaştı. Beklenen hızda ve büyüklükte olmasa da bir toparlanma olduğu kesin. Buna karşılık ABD kamuoyunun en hassas olduğu noktalardan birisi olan işsizlik oranı hala yüzde 8’in altına inmedi. AMB’nin önceki uygulamaları Fed’inkiler kadar başarılı olmadı. Son uygulamanın daha başarılı olması bekleniyor.

Parasal genişleme eğer krizden çıkış için güçlü bir altyapı oluşturamazsa Avrupa uzun süreli bir durgunluğun içine girebilir. Nüfusu giderek yaşlanan, yaratıcılığı ve yeni teknolojilere uyumu giderek zayıflayan Avrupa’nın böyle uzun süreli bir durgunluğu kaldırabilecek hali yok.

Avrupa’nın durgunluğa girmesi ve ABD’nin yeterince hızlı toparlanamaması Çin ve diğer yükselen piyasa ekonomilerini de son derecede olumsuz etkiliyor. Bu etkileri önümüzdeki dönemde belki daha da ağırlaşmış olarak göreceğiz.       

Bakalım Çinli bilgelerin özlü sözünde dendiği gibi  “para, ayıpları örter” mi?