Dr. Mahfi Eğilmez*
Enflasyon yükselmeye devam ederken Merkez Bankası (TCMB) faizi yüzde 14’den 13’e indirdi. Merkez Bankası Para Politikası Kurulu Kararında (PPK) yer alan ifadeleri irdeleyelim (italik yazılı olanlar PPK Kararında geçen ifadelerdir):
“Üçüncü çeyreğe ilişkin öncü göstergeler iktisadi faaliyette bir miktar ivme kaybına işaret etmektedir.”
Gerçekten de üçüncü çeyrekte büyümede düşüş sinyalleri var. Eğer böyle devam ederse dördüncü çeyrekte düşüş çok daha belirgin hale gelecek ve bu kadar yüksek enflasyonda bir de büyüme sıfıra yaklaşıp da stagflasyon ortaya çıkarsa işler iyice karışacak. Dolayısıyla TCMB’nin bu tespiti doğru.
“Küresel büyümeye yönelik belirsizliklerin ve jeopolitik risklerin arttığı bir dönemde sanayi üretiminde yakalanan ivmenin ve istihdamdaki artış trendinin sürdürülmesi açısından finansal koşulların destekleyici olması önem arz etmektedir. Bu çerçevede Kurul, politika faizinin 100 baz puan düşürülmesine karar vermiş, mevcut görünüm altında güncellenen politika faiz düzeyinin yeterli olduğunu değerlendirmiştir.”
Burada PPK, çeşitli dış etkenlerin yarattığı belirsizlik ve risk artışının sanayi üretimini ve istihdamı olumsuz yönde etkileyeceğinin anlaşıldığını ve olumsuzluğu terse çevirmek için finansal koşulları desteklemenin gerekli olduğundan söz etmektedir. Bu yaklaşımın sonucu olarak da politika faizi 100 baz puan düşürülerek ekonominin canlandırılması hedeflenmiştir. TCMB kuruluş kanununun 4’üncü maddesinde şu hüküm yer alıyor: ‘Bankanın temel amacı fiyat istikrarını sağlamaktır. Banka, fiyat istikrarını sağlamak için uygulayacağı para politikasını ve kullanacağı para politikası araçlarını doğrudan kendisi belirler. Banka, fiyat istikrarını sağlama amacı ile çelişmemek kaydıyla Hükümetin büyüme ve istihdam politikalarını destekler.’ Fiyat istikrarını sağlamakta kullanılan temel para politikası aracı faizdir. Eğer fiyat istikrarı enflasyonist yönde bozulmuşsa TCMB, politika faizini artırmak durumundadır. Bugün Türkiye’nin çok yüksek bir enflasyon olgusunun içinde olduğu ve enflasyonun da giderek yükseldiği bir gerçektir. Bu durumda faizi indirmesi ‘fiyat istikrarını sağlama amacı ile çelişmemek kaydıyla Hükümetin büyüme ve istihdam politikalarını destekler’ ifadesiyle çelişmektedir. Çünkü faiz indirimi fiyat istikrarıyla çelişen bir adımdır.
“TCMB, fiyat istikrarı temel amacı doğrultusunda enflasyonda kalıcı düşüşe işaret eden güçlü göstergeler oluşana ve orta vadeli yüzde 5 hedefine ulaşıncaya kadar elindeki tüm araçları liralaşma stratejisi çerçevesinde kararlılıkla kullanmaya devam edecektir.”
Bir merkez bankası her şeyden önce kendi bastığı paranın itibarını sağlamaya ve korumaya yönelmelidir. Devlet, kendi parasına sahip çıkmalıdır ki yurttaşlar da o parayı ölçü olarak, biriktirme aracı olarak ve alış veriş aracı olarak kullansınlar. Bugün birçok altyapının geçiş ücretleri dolara endekslidir. Geçen yılın sonundan beri mevduat da dövize endekslenmiştir. Bugün kur korumalı mevduat denilen uygulama mevduatın yabancı paralara endekslenmesinden başka bir şey değildir. Kendi bastığı parayı başka ülkelerin paralarına endeksleyen bir devlet, yurttaşlarından ulusal parayla işlem yapmalarını isteme hakkını kaybeder.
Şimdi gelelim faiz indiriminin yaratacağı sonuçlara:
Bu kararın ardından TL, dış değer kaybına uğradı. USD/TL kuru 17,96’dan 18,10’a yükseldi (arada daha yüksek ve düşük noktalar da var ama son durum böyle.) Bu durum ithalata dayalı üretimi olan Türkiye’de maliyetleri, fiyatları ve enflasyonu artıracak bir gelişme.
Kur korumalı mevduata geçenlere bankalar (TCMB politika faizi + 3 puan =) yüzde 17’ye kadar faiz ödüyor, kur farkını da Hazine bütçeden ödüyordu. Merkez Bankası’nın faizi yüzde 14’den 13’e indirmesi sonrası kur korumalı mevduata bankaların ödeyeceği faiz oranı (13 + 3 =) yüzde 16’ya gerilemiş bulunuyor. Bu durumda Hazine’nin ödeyeceği ek faiz yükü de artıyor. Benzer durum döviz tevdiat hesabını bozdurarak kur korumalı mevduat hesabı açanlara TCMB tarafından yapılacak ödemede de geçerli. Dolayısıyla faizi indirmek Hazine ve TCMB’ye ek ödeme yükü getirdi. Bütçe hazırlanır ve onaylanırken kur korumalı mevduat gündemde olmadığı ve bütçeye bu amaçla ödenek konmadığı için yıl ortasında ek bütçe kanunu çıkarıldı. Bu düzenlemeyle bütçeye kur korumalı mevduat giderleri için 40 milyar TL ödenek kondu. Ne var ki yılbaşından Temmuz sonuna kadar bu çerçevede bütçeden ödenen miktar 60,6 milyar TL’yi bulduğuna ve bu faiz indirimi de ek yük getirdiğine göre yılsonuna kadar bütçe ödeneğinin en az üç katı harcama yapılacak demektir. Öte yandan TCMB’nin yılbaşından Temmuz sonuna kadar döviz tevdiat hesaplarından dönerek kur korumalı mevduat hesabı açanlara yaptığı ödemelerin tutarının 80 milyar TL olduğu tahmin ediliyor. Bu ödemeler TCMB açısından zarar yaratıyor ve banka bunu para basarak karşılıyor.
Enflasyonu yaratan nedenlerden birisinin harcama artışları olduğunu biliyoruz. Bu durumda kamu harcamaları bu yıl kur korumalı mevduat ödemesi kadar yani en az 120 milyar TL fazla olacak ki bu da enflasyonu artıracak demektir. TCMB’nin kârını Hazine’ye devretmesinde olduğu gibi zararının da Hazince karşılanması gerekiyor. Bu durumda TCMB 2023 yılında Hazine’ye kâr devretmek bir yana Hazine’den zararını karşılamasını isteyecek. Dolayısıyla bu taraftan da enflasyona katkı söz konusu olacak.
Faizin düşürülmesinin büyümeyi yükseltmesi de kesin değil. Çünkü enflasyonun bu kadar yüksek olduğu bir ortamda faiz indirimi risk artışı demektir. Ki son günlerde düşmeye başlamış olan CDS primi bu indirim kararını izleyerek hızla yükseldi. Risk artışı, yatırımların önündeki en önemli engeldir.
Özetle söylemek gerekirse Türkiye, enflasyonla mücadeleyi tümüyle terk etmiş görünüyor. Bu çerçevede Türk toplumu uzunca bir süre yüksek enflasyon ve onun yarattığı satın alma gücü kaybıyla yaşamaya alışmalıdır.
Bu yazı Mahfi Eğilmez'in kişisel blogundan alınmıştır.