Mahfi Eğilmez*
19’uncu yüzyıl imparatorluklar yüzyılıydı. Dünyada yaygın yönetim biçimi imparatorluklar düzeniydi. İmparatorlar, egemenliğin sahibiydi. Kimilerinin egemenliği kayıtsız şartsız, kimilerininki ise şarta bağlıydı. Mesela ABD’de Başkanlık sistemi geçerliydi. Başkanın yetkileri, imparator yetkilerine yakındı ama iktidarı süreli ve şarta bağlıydı. Fransa’da 19’ucu yüzyılın ortalarında Cumhuriyet ilan edilmişti. İngiltere’de mutlak monarşi 1215’den beri Magna Carta ile şarta bağlanmış, mutlak egemenlik sınırlandırılmıştı. Ama bu istisnalar o yüzyılların imparatorluk yüzyılı olmasına engel değildi.
20’nci yüzyıl, Cumhuriyetler yüzyılı oldu. İmparatorluklar her yerde yıkılıyor yerini cumhuriyetlere bırakıyordu. Bazı ülkelerde belirli sürelerle faşizm ya da komünizm adı altında kumanda rejimleri egemen olduysa da bunlar sürdürülemedi. Yirminci yüzyılın son çeyreğinde hemen her yerde egemenlik, dolaylı yoldan da olsa, halkın eline geçmişti. Yüzyılın ilk çeyreğinde Türkiye’de cumhuriyet kuruldu ve egemenlik el değiştirdi. Bunun yansıması TBMM’de yazılı olan ifadede kendisini buluyordu: “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.”
21’nci yüzyıla böyle bir havayla girildi. Hala tek tük krallıklar var. Ama bu ülkelerde krallar artık sadece sembolik yetkilere sahip. 21’inci yüzyılda bambaşka rüzgârlar esiyor. Artık egemenlik kişilerin veya kurumların elinde değil. Egemenlik kayıtsız şartsız bilimin eline geçmiş bulunuyor. Her şeyi bilim sürüklüyor. İnsanlar ellerindeki akıllı telefonla adres buluyorlar, bilgisayarlarından neredeyse bütün dünyayı izliyorlar, her türlü belgeye, bilgiye ulaşabiliyorlar.
Ne var ki böyle bir ortamda mesela Endüstri 4.0’ı konuşurken arkada neler olduğu çok önemli. Eğer bir ülke Eğitim 4.0’a, Hukuk 4.0’a, Ekonomi 4.0’a ulaşamamışsa o ülkede Endüstri 4.0’ı oturtmak çok kolay değil. Her alanda 4.0’a ulaşabilmenin yolu bilimden geçiyor. Onun yolu da eğitimden geçiyor. O nedenle Türkiye’nin yapacağı yapısal reformların ilki eğitim reformu olmak zorunda. Eğitim reformu ise öyle herkesin kendisine göre anladığı, yorumladığı bir şey değil. Eğitimi sadece ve sadece bilimsel temele oturtmadan, bilim dışındaki bütün konuları okulların dışına çıkarmadan öteki alanlarda yol almak mümkün değil. 21’inci yüzyılda artık ne biyolojik evrimi ne de sosyal ve kültürel evrimi reddetmek mümkün. Bunlardan kopan toplumlarda safsataların peşine düşmek kader haline geliyor.
Biz ne yaparsak yapalım, ne kadar direnirsek direnelim, istesek de istemesek de bilim buralarda da safsataları çöpe atarak başköşeye oturacak. Bu konuda geç kalmak sadece geride kalmak demek.
Eğer bir ülkede bilim hala başköşeye oturmamışsa bilin ki o ülke işsizlikten yoksulluğa, cehaletten açlığa savrulup durmaya devam edecek. Bilin ki o ülke halkı, safsataların esiri olmaya ve başkalarının fason üreticisi olarak çalışmaya devam edecek.
21’inci yüzyıl, artık bu dünyanın yalan olmadığını, bu dünya için çalışıp çabalayıp bir şeyler yapacak, bir şeyler geliştirecek insanlara ihtiyaç olduğunu gözümüzün içine sokuyor. Bu insanları yepyeni bir anlayışla eğiteceğimiz bilim okullarında yetiştiremezsek bilin ki biz küresel sıralamada bırakın öne geçmeyi 17’nci sırada durmayı bile beceremeyeceğiz.
Mustafa Kemal Atatürk, egemenliğin bir gün bilime geçeceği gerçeğini 90 yıl önce görmüş ve dile getirmiş: “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.”
*Bu yazı, Mahfi Eğilmez'in kişisel internet sitesinde yayınlanmıştır.