Ekonomi

Mahçupyan: Türkiye’nin üzerindeki asıl tehdit ekonomi; cari açık alarm veriyor

"Şimdi daha düşük büyüme seviyesinde ve düşük enerji fiyatlarıyla bile dengeyi tutturamıyoruz"

30 Ağustos 2016 11:50

Kara yazarı Etyen Mahçupyan, AKP'nin başarılı sayıldığı cari açıkta 'alarm zillerinin çaldığını' belirterek, "Orta vadede Türkiye’nin üzerindeki asıl tehdit ekonomidir. İç siyaset ve hukuk alanındaki birçok sorun vahim ve hayati gözükse de, onlara kısa dönemde, doğrudan ve etkin müdahale daha mümkün. Oysa ekonomideki trendleri bırakın tersine çevirmeyi, olumlu yöne doğrultmak bile birikmiş ve planlı çaba gerektiriyor" ifadelerini kullandı.

Etyen Mahçupyan'ın Karar gazetesinin bugünkü (30 Ağustos 2016) nüshasında yayımlanan 'Ekonomide duraklama tehlikesi' başlıklı yazısı şöyle:

Orta vadede Türkiye’nin üzerindeki asıl tehdit ekonomidir. İç siyaset ve hukuk alanındaki birçok sorun vahim ve hayati gözükse de, onlara kısa dönemde, doğrudan ve etkin müdahale daha mümkün. Oysa ekonomideki trendleri bırakın tersine çevirmeyi, olumlu yöne doğrultmak bile birikmiş ve planlı çaba gerektiriyor. Ayrıca siyaset ve hukukta başka ülkelerin kendi sistemlerine yönelik kararlarından etkilenmiyoruz. Buna karşılık ekonomide başkalarının aldığı kararlar bizi etkiliyor ve eğer onlar bu işi bizden daha iyi yapıyorsa ‘geriden gelmek’ bir mukadderat haline gelebiliyor.

***

Aslında AK Parti miras alınan yapıyı tersine çevirebildi. Ekonomi AK Parti iktidarının en başarılı alanlarından biri oldu. Doğru bütçe yönetimi sayesinde geçmişe göre dolar cinsinden neredeyse kırk kat ‘potansiyel yatırım’ kaynağı üretildi. Bu sürede işsizlik azalmasa da istihdam arttı. Türkiye’nin ekonomik çeperi merkeze katılırken bugün siyasi değeri anlaşılan bir orta sınıf oluştu. ‘Zengin kişi’ sayısı üç misline çıktı.  Aynı dönemde küresel trendin aksine gelir dağılımı da bir miktar düzeldi. Açlık seviyesinde insan kalmadı.

Ne var ki ülkenin temel yapısal sorunu çözülemedi: Hane halkı tasarruf oranı çok yetersiz bir seviyede kemikleşti. İktidar buna devlet yatırımları ve mega projelerle cevap verdi. Ancak bir yandan devleti büyütmüş oldu, diğer yandan da kendi ivmesi ile katma değer üretebilen bir teknoloji ve sanayi hamlesine geçemedi.

Gelinen noktada enflasyon yüzde 9 seviyesinde. Türkiye ise tüketim odaklı bir toplum yapısına ve piyasa mantığına kilitlenmiş durumda. AK Parti kullanılmamış veya israf edilmekte olan potansiyelleri kullanarak milli geliri sıçrattı. Ancak o potansiyelin kullanılma biçimi, gelinen milli gelir seviyesinde iç dinamiğe dayalı bir atılıma yol açamadı.

***

Büyümeye muhtaç olan bu ülkede rakamlar iyi işaret vermiyor. Gerçi 500 büyük sanayi firmasında esas faaliyetten elde edilen kar arttı, ama büyüme oranı yüzde 4 civarında tıkanmış gözüküyor ve daha önemlisi büyümeye olan katkı tüketimden geliyor. 2015 yılının büyümesine özel tüketimin ve kamu tüketiminin katkısı sırasıyla yüzde 3 ve 0,7 iken özel yatırım ve kamu yatırımı katkısı yine sırasıyla 0,5 ve 0,3. Diğer bir deyişle tüketimin katkısı yatırımın üç buçuk misli ve esas olarak da özel tüketimden geliyor. 2016’nın ilk çeyreğinin bir önceki çeyreğe göre mukayesesinde bu dört rakam daha da uyarıcı sinyaller veriyor: Sırasıyla 1,9 / 0,5 /- 0,4 /- 0,2. Yani kamu tüketimi hariç hepsi düşmekle kalmıyor, yatırımın katkısı eksi… Doğrudan sanayiye bakarsak 2015 ilk yarı büyüme oranı 4,3 iken bu yıl 1,0 olmuş. İlave etmek gerek ki kurtarıcı olarak düşünülen inşaat sektörünün büyümeye katkısı da 2010 sonrasında dalgalanarak aşağıya doğru iniyor.        

***

AK Parti’nin başarılı sayıldığı cari açıkta da alarm zilleri çalıyor. Geçmişte enerji gideri kenara konduğunda cari fazla yaratılıyordu. 2016 itibariyle cari açık düşmeye devam ediyor ama enerji gideri çok daha hızlı düşmekte. Kısacası artık enerji giderini dikkate almadığımızda bile giderek artan bir cari açıkla karşı karşıyayız. Üstelik eski performansı yüksek büyüme hızlarında gerçekleştirebiliyorduk. Şimdi çok daha düşük büyüme seviyesinde ve düşük enerji fiyatlarıyla bile dengeyi tutturamıyoruz… Yani aynı cari açıkla çok daha az büyüyoruz.

Sonuçta Türkiye sahip olduğu avantajı ‘eskiyi düzeltme’ adına iyi kullanmakla birlikte, ‘yeniyi oluşturma’ açısından iyi kullanmamış oldu. Yapılan uyarılara rağmen yapısal değişim yönünde adım atılamadı… Şimdi bedeli görünür olduğunda bile temel yaklaşımda pek bir farklılık gözükmüyor.