Karar yazarı Etyen Mahçupyan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile selefi Abdullah Gül arasında başlayan tartışmayla ilgili olarak "Mesele Abdullah Gül veya herhangi birinin siyasete girme ya da Erdoğan’a rakip çıkma hevesi değil. Mesele gelinen noktanın ne kadar AK Partili olduğu" dedi.
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişiminin "bastırılmasında" rol oynayan sivillere yargı muafiyeti getiren düzenleme için 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, "kaygı verici", "gözden geçirilmeli" yorumlarında bulunmuştu. Eski Başbakan Yardımcısı ve AKP kurucularından Bülent Arınç'ın da retweetleyerek desteklediği paylaşımlar için Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, "Kendileri tarafından yapılan o açıklama, aldığı retweet’lerle süreci çok farklı bir yere doğru işletmiştir" demişti. Erdoğan, daha sonra "düzenlemenin son derece açık olduğunu" vurgulayarak "Yazıklar olsun" ifadesini kullanmıştı. Bunun üzerine açıklama yapan Gül, şunları söylemişti:
"Bir süredir basın yayın organları ve sosyal medya üzerinden bazı milletvekilleri ve ilgili troller tarafından şahsıma karşı yapılan saygısızlık, haraket ve ahlak sınırlarını aşan saldırıların son açıklamamdan sonra giderek arttığına dikkat çekiyorum. Partimizin kuruluş ilkelerinden biri olan düşünce ve ifade özgürlüğüne inanan birisi olarak, gerekli gördüğüm durumlarda görüşlerimi açıklamaya devam edeceğim."
Etyen Mahçupyan'ın "Hangisi AK Partili'nin 'yolu'?" başlığıyla yayımlanan (2 Ocak 2017) yazısı şöyle:
Tıkanmış ve işlevsiz hale gelmiş olan siyasete yeni yıl hediyesini bizzat iktidar kanadı verdi. Son KHK’daki muğlak, ucu açık ve suistimale yatkın 121. Madde ile ilgili gelen eleştiriler Abdullah Gül üzerinden karşılanarak, belki de onun gelecekte yeniden siyasete girmesinin engellenebileceği düşünüldü. Ama eğer bu tavır sürdürülürse, Gül ‘kendiliğinden’ siyasete girmiş olacak…
***
Meselenin bir yönünde, haklı ve dikkatli uyarılara bile tahammül edemeyen bir AK Parti iktidarının nasıl değerlendirilmesi gerektiği sorusu var. Erdoğan’dan gelen ilk rahatsızlık tepkisinin ardından, Gül durumu bir AK Partili hassasiyeti ile ifade etmişti: “Doğru amaçla ve iyi niyetle yapılmış bir kararname. Yalnız orada bir boşluk görüyorum ve tereddüdüm şu: İleride durumdan vazife çıkartacak bazıları hepimizi çok üzecek olaylara vesile verebilirler. Onun için ufak bir düzeltmeyle bunun önüne geçilebilir diye düşündüm… Bunu oraya buraya çekmenin hiçbir anlamı yok açıkçası.”
Ama Erdoğan açısından bir anlamı olmalı ki, olay bir anda ‘derinleşti’. Cevabi konuşmasında kamu görevlileri için çıkarılmış olan KHK’nın şimdi sivilleri de kapsadığını belirttikten sonra şöyle devam etti: “Nedense büyük bir gürültü koparılmaya başladı. Bana göre büyük değil. Tuhaf kampanyalar başlatıldı. Hatta içimizden bazıları da bu kampanyaya katıldı. 16 Nisan’da da bugün bu kampanyaya katılanlar ‘Evet’ demedi. Biz bu yolda aynı dava arkadaşı değil miyiz? Nasıl oluyor da bir anda affedersiniz Bay Kemal’in kayığına biniyorsunuz?”
Diğer deyişle Erdoğan referandumda ‘evet’ demeyen ve şimdi de KHK’daki açığa işaret eden AK Partilileri ‘CHP’li gibi sunmaya çalışarak kendisine yönelen eleştirileri bertaraf etmeye çalışıyor… Bu kişilerin kendisiyle ‘aynı yolda’ yürümediğini hatırlatarak onları AK Partili olmaktan çıkarmak istiyor.
Ne var ki referandumun sonucunun bugün AK Parti için hiç de hayırlı olmadığı çok açık. Rakipsiz bir şekilde yıllarca iktidar olacak bir siyasi partinin, iyi düşünülmemiş bir hamle ile kendisini yüzde elliye mahkum etmesi herhalde pek istenilir bir durum değil. Üstelik getirilen sistemin AK Parti’nin ilkeleriyle de hiçbir uyumu yok…
Yargı ve yasamayı yürütmenin tahakkümüne terk eden, yürütmeyi ise tek bir kişinin keyfiyetine indirgeyen, böylece denge ve denetleme mekanizmalarını çalıştırmayan antidemokratik bir sistemi sahiplenmek… İşin pratiğinde, gerekli oyu ve bürokratik desteği almak için ulusalcılar ve milliyetçilerle işbirliği yapmak, kendi siyasi hareketini bu işbirliğine mahkum etmek… Yönetme biçimine gelindiğinde ise, OHAL’i kendi bekası için bir zorunluluğa dönüştürmek, giderek ona bağımlı hale gelmek, hiçbir KHK’yı Anayasanın söylediği sürede Meclis’e getirmemek, KHK’ların içine OHAL ile ilişkili olmayan her türlü maddeyi doldurarak torba yasalar çıkarmak, içine muğlak ifadeler yerleştirmek ya da apaçık yanlışlara sahip çıkmak… Nihayet Meclisi işlevsiz ve anlamsız kılarken, yürütmeyi ne yargısal ne de siyasi denetime tabi kılmamak… Bunların ‘doğru’ AK Partililik olduğunu mu iddia edeceğiz?
***
Eğer AK Parti’nin bir ‘yolu’
varsa, şu an yürünen yolun o yol olmadığını görüyor ve biliyoruz... Şimdi gelinen yol koşulların zorlaması ile ortaya çıkmadı. Uygun koşullar altında ‘tercih’ edildi… Dolayısıyla AK Parti’nin kuruluş ve olgunlaşma döneminde savunulup benimsenen ilkelere baktığımızda, asıl ‘yoldan ayrılanların’ 16 Nisan’da ‘evet’ demeyenler ve şimdi KHK eleştirisi yapanlar olmadığını da görüyor ve biliyoruz.
Mesele Abdullah Gül veya herhangi birinin siyasete girme ya da Erdoğan’a rakip çıkma hevesi değil… Mesele gelinen noktanın ne kadar AK Partili olduğu.