Başbakanlık Başdanışmanı Etyen Mahçupyan, 17 Aralık sürecinde hükümetin kendisiyle yüzleştiği için 4 bakanın istifa ettiğini belirterek, Gülen cemaatının ise yüzleşmediğini yazdı. Mahçupyan, “Hangi taraf kendisiyle dolaylı da olsa yüzleşebilirse, o avantajlı olacaktı. Hükümet bunu becerdi. Bakanlar istifa etti. Kimse 17 Aralık dosyalarının tümüyle ‘palavra’ olduğunu söylemedi. Toplumun üçte ikisi ise ortada yolsuzluk olduğunu düşünüyor. Ancak bu olgu terazinin kefesinde yer almasına karşın, AKP muhafazakâr kesimden yüksek oy almayı sürdürüyor, çünkü terazinin öteki kefesi de dolu. Hükümet bu gerilimde siyasi bir üstünlük yakalamış durumda ve bunun nedeni de Hizmet’in dolaylı bile olsa kendisiyle yüzleşmekten kaçınması” ifadelerini kullandı.
Etyen Mahçupyan’ın Akşam gazetesinde “Hizmet geleceği hak etmek istiyorsa…” başlığıyla yayımlanan (25 Kasım 2014) yazısı şöyle:
Hizmet geleceği hak etmek istiyorsa…
Kavga dönemlerinde olayın içinde olan, kendisini taraflardan birinin parçası olarak hissedenlerin nesnel olabilmeleri kolay değildir. AKP ile Hizmet arasındaki gerilim de iki tarafta aşırı bir öznelleşme üretmiş durumda. Zaman’da yazarken bir yazımda söylemiştim… Hangi taraf kendisiyle dolaylı da olsa yüzleşebilirse, o avantajlı olacaktı. Hükümet bunu becerdi. Bakanlar istifa etti. Kimse 17 Aralık dosyalarının tümüyle ‘palavra’ olduğunu söylemedi. Toplumun üçte ikisi ise ortada yolsuzluk olduğunu düşünüyor. Ancak bu olgu terazinin kefesinde yer almasına karşın, AKP muhafazakâr kesimden yüksek oy almayı sürdürüyor, çünkü terazinin öteki kefesi de dolu. Hükümet bu gerilimde siyasi bir üstünlük yakalamış durumda ve bunun nedeni de Hizmet’in dolaylı bile olsa kendisiyle yüzleşmekten kaçınması.
Asıl rahatsız edici olan ise Hizmet’in organik parçası olmadığı halde, siyasi amnezi geçirmeyi tercih edip, bugün hâlâ ahlak vaazları verenler. 17 Aralık sonrasında yerel seçimlere kadar her hafta hayallerini süsleyen seçim sonuçlarını gerçek olarak sunanlar, AKP’nin ‘bittiğini’ büyük bir özgüvenle söyleyenler, bugün hâlâ geleceğe ilişkin siyasi tahlil yapıp saygı görmeyi bekleyebiliyorlar. Bir köşe yazarının her hafta AKP’yi devirecek yeni bir neden öne sürdüğünü, “bildiğim tek bir şey varsa, o da 30 Mart sonrasında Erdoğan yok” diye iddia etmesini unutarak mı şimdi o yazıları okuyacağız?
Ama ‘Hizmet meselesi’ sadece hükümetin düşürülmesi girişimiyle bağlantılı değil. Türkiye’nin doğusuna doğru gittiğinizde bunu çok daha net görebiliyor, Kürt coğrafyasında birikmiş olumsuz tepkinin nedenini anlayabiliyorsunuz. Ülkenin batısında bir dedikodu veya spekülasyon olan suçlamalar, doğuda yıllardır başa çıkılamayan birer gerçeklik. Bu bağlamda yerel bürokrasinin Hizmet mensuplarıyla doldurulmasına neden olan güvenlik soruşturmaları ve sınav avantajı yaratan sızdırmalar, muhafazakâr kesimde sıradan bilgiler…
Dershanelerin bir diğer işlevinin de bazı öğrencilerin ‘sınav öncesinde’ seçilmesini garanti etmek olduğunu inkâr etmek kolay değil. 8 Ocak tarihli Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı toplantısında bir iş kadını da vardı… Konuşmaların bir noktasında söz alarak oğlunun Hizmet dershanelerinden birine devam ettiğini ve onları tedirgin eden bir mesele olduğu söyledi. Meramını mealen şöyle ifade etti: “Dershaneden çok memnunuz. Oğlumun aldığı ahlaki eğitim ve terbiyeye diyecek hiçbir şey yok… Ancak geçenlerde lisedeki öğretmeni bu yıl Hizmet dershanelerinin eskisi gibi avantajlı olmayacağını söylemiş. ‘Bu sene farklı olacak, başarı garanti değil’ demiş. Oğlum gelip bana sordu. Eğer bir avantajı olmayacaksa nasıl olacak? Yaptığımız fedakârlığın karşılığını alamayacaksak eğer, ne yapacağız?”
Bu sözler sessizlikle ve gülümsemeyle karşılandı. Söz konusu hanım bir süre sonra yine araya girerek aynı cümleleri sarf etti. Ama yine herhangi bir cevap alamadı. Bu olay dünkü yazımda da zikrettiğim üzere köşe yazarları Ali Bulaç, Mümtazer Türköne ve Şahin Alpay’ın, ayrıca hukukçu Ergun Özbudun’un önünde yaşandı. Dinleyenlerin bu sözlerin içeriğini anlamadıklarını hayal etmek bile zor. Belki o zamana dek bir ihtimal olarak düşündükleri bir olay, canlı kanıtıyla karşılarında durmaktaydı. Ama görünen o ki bu yaşanan da hiçbir etki yaratmadan geçip gitti ve ‘masumların varlığını yok etmek isteyen hırsızlar’ klişesi etrafa saçılmaya devam etti.
Mesele insanların bildiğini ille de söylemesi değil. Herkes içinde çalıştığı, ekmek yediği kurumu kollamak ister. Hatta oradan ayrılsa bile doğal dürtüsü kendisine kapısını açmış olan insanlara zarar vermemektir. Dolayısıyla susmanın mahkûm edilmesi ahlaki olmaz. Ancak bile bile doğru olmayanın söylenmesinin ve buradan bir siyaset üretilmesinin ahlaki olmadığını anlamak için fazla ‘gelişmiş’ olmak gerekmiyor.
Son iki yazı Hizmet içindeki ve çevresindeki bazı kişilerin etik sınırı aşmaları ve bunu müdanasız bir tavırla yapmaları nedeniyle yazıldı. Yalan üzerine ne doğru bir siyaset ne de doğru bir ahlaki kurgu inşa edilebilir. Bunu AKP yaptığında nasıl kendisini zül altına sokuyorsa, aynı şey Hizmet için de geçerli. Şeffaflıktan korkar hale gelmişseniz, başkasının sizi deşifre ve istediği şekilde afişe etme yolunu da açarsınız. Hizmet’e gönül verenlerin geçmişle aralarına çizgi çekmemesi durumunda geleceği nasıl hak edecekleri, önlerinde ontolojik ve ahlaki bir mesele olarak duruyor…
Not: Bir omuz çıkığı nedeniyle Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde tanışma mutluluğuna eriştiğim ortopedi doktoru Nedim Aytekin’e, anestezi doktoru Ebru Salman’a ve emeği geçen tüm personele gösterdikleri ilgi, ihtimam ve maharet için çok teşekkür ediyorum.