90’lı yıllarda İslamcı gençlik içinde oldukça popüler olan ve Sezai Karakoç’un Mona Roza şiirini besteleyerek hafızalarda yer eden şair, yazar ve müzisyen Selçuk Küpçük, sanattan sosyolojiye, Ortadoğu’daki çatışmalardan Türkiye meselelerine kadar çok sayıda konuya ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Küpçük, 2 Temmuz 1993’te Sivas'ta Pir Sultan Abdal Kültür Derneği tarafından organize ettiği Pir Sultan Abdal Şenlikleri’nde 33 aydın, yazar ve düşünür ile 2 otel çalışanının İslamcı gruplar tarafından yakılarak katledilmesine ilişkin, “Madımak Oteli’nde insanlar dumandan boğulurken kapıda tekbir getirenler özür dilemedikçe erdemli olamayacağız” dedi.
Vahdet gazetesinden Mehmet Ali Ay'a konuşan Küpçük'ün sözleri şöyle:
Yaklaşık 10 yıldır albüm yapmıyorsunuz. Bu kadar ara vermenizin bir nedeni var mı? Yeni çalışmalarınız olacak mı?
İnanın bir albüm çıkartacak hevesim kalmadı. Bu, müzik dünyasının içinde bulunduğu sorunlar kadar, Türkiye’nin mevcut sosyolojisiyle de ilgili bir mesele. Yaptığım çalışmalar popüler bir dil kullanmadığı için zaten ticari karşılığı yok. Dinleyici de, eski dinleyici değil. Biz şarkılarımızı yapar önümüze koyarız. Müzik, beni adam etsin diye şarkı söylerim. Meşhur ve zengin etsin diye değil. Bazen susmak da en iyi cevaptır.
“Ruhumuzu incelten müziktir”
“Kendi müziğimizi bilmeden Müslüman kalamayız” diyorsunuz. Ne demek bu?
Bizim ruhumuzu incelten, yumuşatan şey müziktir. Doğunca kulağımıza ezan okunmasının böyle de bir anlamı var. Ezan okuyanın ürettiği ses dalgaları ne kadar kalpten, ne kadar nitelikli ise, çocuğun ruhuna değen kısımları da o kadar etkili olur. İslam’ı müziksiz algılamaya çalışmış topluluklarda incelmeyen bir sosyoloji çıkar ortaya. Türkler bu yüzden böylesi topluluklardan farklıdır.
“Denize bakarak ölmek istiyorum”
Bir döneme kendine has tarzıyla damga vuran Selçuk Küpçük neler yapıyor?
Yani “damga vurmak” sözü abartı olur. Çünkü işini benden çok iyi yaparak bu toprakların müziğine kıymetli katkılar sunan sayısız üstat var. Onlardan aldığım ruh ile kendi yolumu bulmaya çabalıyorum sadece. Bağlama çalmayı çocukluk yıllarımda bir sahil şehrinde öğrendim. Şimdi yine bu küçük sahil şehrinde yaşıyorum ve burada yaşlanmak, öylece denize bakarak ölmek niyetindeyim.
Adalet, eleştiri mevziinde olmayı gerektirir
Sanatçıların toplumsal sorunlar karşısında duruşu ve düşünceleri nasıl olmalıdır?
Sanatçı, her toplumsal pozisyon karşısında nöbetçi memur değildir bence. Aksi, onu edilgen kılar. Bunun ayırdına varamazsak ortaya çıkan sanatsal üretim politikleşir ve nesneleşir. Dini, dili, mezhebi, rengi fark etmez; kim mağdur ise ondan yana olmak gerekiyor. Hrant Dink’i alçakça arkadan vuran silah, 28 Şubat’ta üniversite önlerinde kızların başörtülerine uzanan el, Dersim’de Alevilerin üzerlerine boşaltılan bomba karşısında ortak bir eleştirel mevziden konuşmadıkça insan, toplum, sanatçı, siyasetçi adaletli olamaz.
“Özür dilemedikçe erdemli olamayacağız”
Popülizmden uzak sanat üreten, aynı zamanda toplumu, insanları ve erdem kavramını da önemseyen bir sanatçı olarak, gündemi, olayları hangi kıstaslarla değerlendirirsiniz?
Vicdana hitap etmeyen paradigmalar otoriterliğe yönelir. Bazen yaşama pratiği bize kirini bulaştırabilir. Özür dilemek, kul hakkının hukukunu yerine getirmek bu erdemin ilk kapısı bana göre. Türkiye’de yaşanan meselelerde kaçırdığımız temel konu bu. 28 Şubat’ta dini duyarlılık taşıyan insanları ötekileştirenler, onlardan özür dilemedikçe; Madımak Oteli’nde insanlar dumandan boğulurken kapıda tekbir getirenler özür dilemedikçe; ikide bir millete darbe planlayanlar, yapanlar toplumdan özür dilemedikçe; HES inşaatı diye börtü böceğin hakkını gasp edenler mahlûkattan özür dilemedikçe erdemli olamayacağız...
Duygusal kopuş yaşanıyor
Terör konusunda söyleyecek çok şeyimiz var. Kürtler kendilerine şunu sormalılar: Doğu Türkistan’da Çin, Kırım’da Sovyet Rusya, Türklere tarihin en büyük trajedilerini yaşatırken bir Kırım Türkü ya da Uygur Türkü haklarını savunmak için silaha, şiddete bulaşmadı. Bu terör ya dini söylemle Hizbullah olarak ortaya çıkıyor, insanları öldürüp, gömdüğü toprağın üzerinde aile hayatı yaşıyor, ya da etnik bir dil ile PKK olarak ortaya çıkıyor ve tek evladını kınalayıp askere gönderen Karadenizli annenin bir tanesini pusuya düşürüp şehit ediyor. Türkler artık Kürtler’in bu abartısı karşısında duygusal kopuş yaşıyor. Kuşkusuz bütün Kürtler böyle demek mümkün değil ama ortada şiddetin siyasete tahvil edildiği ve legal düzeyde temsiliyeti bulan Kürt partileri var ve ikisi de böyle bir şiddet tarihi barındırıyor.
“İslam dünyası kendini sorgulamalı”
Her şeyde ABD’nin, İsrail’in parmağı var kurgusundan artık sıyrılmak lazım. İslam dünyasının kendi içinde büyük bir özeleştiriye ihtiyacı var. Hacda yüzlerce insanın üstüne vinç düşüyor ve resmi yetkili bunun kader olduğunu söyleyerek işin içinden sıyrılabiliyor. Ya da Türkiye 301 evladını kömür kuyularında asgari ücrete talim ederken kaybediyor ve “ulu hocalarımız” hiçbir şey söylemiyor.
“Afgan medreselerinden türeyen teröre şaşırmayın”
Sosyal bilimlerde bütün eleştiri okulları Batı’ya ait. Bu neden böyle? Müslümanların dünyaya dair hiç merakları ve soruları yok. Sorusu olmayanın söyleyecek sözü de olmaz. Ayetteki gibi, iki su birbirine karışmıyormuş. Dalıp baktık, numune aldık, inceledik, oradan kullanılabilir bir buluşa ulaştık mı? Hayır. O zaman işte, Afganistan medreselerinden üreyen teröre şaşırmayacağız.
“Hijyen sorunu yaşamayacağınız kaç İslam beldesi bulursunuz?”
Bugün dünyanın birçok yerinde Müslümanlar zor durumda. İslam coğrafyasında akan kanın durması nasıl mümkün olabilir? Sanatçı olarak bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
Bugün Fas’tan girip Bangladeş’ten çıkın, ailenizle güvende seyahat edebileceğiniz, hijyen sorunu yaşamayacağınız kaç İslam beldesi bulursunuz? Pakistan’dan Cezayir’e kadar neden bütün Müslümanlar Avrupa’ya gitmek için canını göze alarak yollara düşüyor da, neden kimse Arabistan’a, İran’a, zengin Körfez ülkelerine mülteci olarak göçmek istemiyor. Türkiye bile bir istasyon. Fırsatını bulan Müslüman mülteci soluğu Avrupa’da almak niyetinde. Bu tabloda Türkler de tarihinin en büyük yalnızlık dönemini yaşıyor.
Selçuk Küpçük kimdir?
1971 doğumlu. Yazar, şair ve müzisyen. Gazi Üniversitesi’nde Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik okudu. Kendi bestelerinden oluşan üç albümü var. Bestelerini Hasan Sağındık’tan Selda Bağcan’a, Mustafa Demirci’den Aykut Kuşkaya’ya kadar birçok sanatçı seslendirdi. 3 kitap yazdı. “Yüzleşmenin Kişisel Tarihi, Modern Türk Şiirinde Bellek Arayışı, Türkiye Edebiyat Dergileri Atlası” raflarda. Şimdilerde bir sahil kasabasında denize bakarken ölmeyi planlarken, bir yandan da sinema-televizyon alanında çalışmalar yapıyor.