"Terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına ve anayasal düzene karşı suç işlemek" iddiasıyla tutuklanan ve tutuksuz yargılanan Cumhuriyet gazetesinin yönetici, yazar, muhabir ve avukatları hakkındaki davanın 2’nci duruşmasında savunma yapan Cumhuriyet gazetesi avukatı ve Vakıf Yönetim Kurulu üyesi Mustafa Kemal Güngör, “Soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısı Murat İnam hakkında bir kez ağırlaştırılmış müebbet, bir kez müebbet hapis cezası talep ediliyor. Kendisi zorda ve darda olan bu savcı, özel olarak Cumhuriyet Gazetesi soruşturmasında görevlendiriliyor. Kendisi adeta rehin konumunda. Bizi FETÖ’ye yardım etmekle suçluyor ve bizler 9 aydır tutukluyuz” dedi.
“İddianameyi ilk okuduğumda bana kurt ile kuzu masalını çağrıştırdı” diyen Güngör, “Bu türden toplu cezalandırma anlayışı Ortaçağ’daki Engizisyon döneminde bile olmamıştır” ifadelerini kullandı. Savcının dayandırdığı kanun maddesinin artık geçersiz olduğunu ifade eden Güngör “İddianamede, Vakıf ve Şirket yöneticilerinin hukuki sorumlulukları ile ilgili olarak AİHM’nin Sürek kararına dayanılmaktadır Oysa, Sürek davasının görüldüğü dönemde geçerli olan Terörle Mücadele Kanunu’nun basın ve yayın organlarının sahiplerini de cezai olarak sorumlu kılan hükümler, sonraki yıllarda Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Savcılık bütün bu gerçekleri gözlerden kaçırarak, 1999 tarihli, artık hükümden düşmüş bir kararı sorumluluğa dayanak gösterebilmiştir” diye konuştu.
TIKLAYIN - Cumhuriyet davasında 2'nci gün: Delil delil değil, tanık tanık değil, bilirkişi bilirkişi değil; bu da hukuk değil!
İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmada dinlenen Güngör, 1992’de İlhan Selçuk ve arkadaşlarının çağrısıyla Cumhuriyet gazetesinin avukatlığına başladığını söyledi. Güngör, “Arkadaşlarımın davetiyle 18 Şubat 2014 tarihinde Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu üyeliğine seçildim. Halen, Vakıf Yönetim Kurulu üyesiyim. Şimdi de somut herhangi bir fiil isnadıyla değil, yalnızca bu sıfatım nedeniyle suçlanıyorum” dedi. Güngör savunmasında şunları söyledi:
“Bize eziyet etmeye karar verdiler”
“İddianameyi ilk okuduğumda, bana ilk olarak meşhur “kurt ile kuzu” masalını çağrıştırdı. Hani, ne olursa olsun kuzu’yu yemeye karar vermiş kurt’un, bunun için uydurduğu yalanları anlatan o güzel masal. Bu soruşturmayı açanlar ve dava olarak mahkemenin önüne getirenler, Cumhuriyet’in ve yöneticilerinin herhangi bir terör örgütüne yardım etmeyeceğini zaten biliyorlar. Görünen o ki baştan karar vermişler bizi suçlamaya, tutuklamaya, hakkımızda dava açmaya, bize eziyet etmeye. Ama zulme, korkuya ve hukuksuzluğa teslim olmak yok.”
Gülen’in açtığı davalar…
“Ben ve arkadaşlarım FETÖ, PKK, DHKP/C silahlı terör örgütlerine yardım ediyormuşuz. Düşünebiliyor musunuz; yıllardır yazı ve haberleriyle bu örgütler konusunda halkı bilgilendiren, daha FETÖ olarak adlandırılmadığı dönemde Gülen Cemaatinin iç yüzünü ve karanlık emellerini ortaya koyan, bu tehlikeli yapılanma hakkında kamuoyunu aydınlatan, yetkilileri ısrarla uyaran Cumhuriyet Gazetesi şimdi bu örgütlere (hem de üçüne birden) yardım etmekle suçlanıyor. Ben 43 yıllık bir Cumhuriyet okuru olarak Fethullah Gülen’i 35-40 sene önce Hikmet Çetinkaya’nın yazılarından öğrendim. Öğrenmekle kalmayıp, Fethullah Gülen’in, hakkındaki yazılarla ilgili olarak Cumhuriyet Gazetesi aleyhine açtığı onlarca davada Gazete’nin ve Hikmet Çetinkaya’nın avukatlığını yaptım. İroniye bakınız ki, şimdi Cumhuriyet Vakfı’nın Yönetim Kurulu üyeleri olarak Hikmet Ağabey ile, yani kelimenin tam anlamıyla FETÖ’nün kitabını yazan Hikmet Çetinkaya ile birlikte FETÖ’ye yardım etmekle suçlanıyoruz. Türkiye’yi tanıyan, gazete okuyan, güncel olayları takip eden, objektif ve iyi niyetli davranan hiç kimse bu absürd iddiaya inanmaz.
Adını Atatürk’ün koyduğu, Cumhuriyet’le yaşıt, Türkiye’nin en köklü gazetesi olan Cumhuriyet gazetesine yönelik bu çaptaki bir operasyon sadece Türkiye’de değil, dünyada da ilktir. Bu dava hukuki değil, Cumhuriyet Gazetesi’ni susturmaya yönelik siyasi bir operasyondur. Bizler ve Cumhuriyet Gazetesi üzerinden tüm gazetecilere, tüm basına, toplumun muhalif kesimlerine gözdağı verilmektedir.”
Rehin savcı
“Soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısı Murat İnam hakkında bir kez ağırlaştırılmış müebbet, bir kez müebbet hapis cezası talep ediliyor. Kendisi zorda ve darda olan bu savcı, özel olarak Cumhuriyet Gazetesi soruşturmasında görevlendiriliyor. Kendisi adeta rehin konumunda. Bizi FETÖ’ye yardım etmekle suçluyor ve bizler 9 aydır tutukluyuz. Komik değil mi?”
“Yayın politikası değişmedi”
“Gazetenin yayın politikasının değiştirilmesi Savcılığı ilgilendiren bir konu değildir. Gazete kendi yayın politikasını belirler ve Gazeteyi okurlarına sunar. Savcılık, yayın politikasına karışamaz. “Yayın politikasının değiştirilmesi” diye bir suç tipi yoktur. Böyle bir konunun tartışma yeri mahkemeler değildir.
Kaldı ki, Cumhuriyet Gazetesi’nin yayın politikası değişmemiştir. Cumhuriyet Gazetesi’nin temel yayın politikası, Cumhuriyet Vakfı Resmi Senedi’nin Başlangıç Bölümünde açıkça yazılıdır. Cumhuriyet Gazetesi bu ilkeler çerçevesinde yayınına devam etmektedir. Cumhuriyet Gazetesine hasım olmuş kötü niyetli kişilerin, Cumhuriyet’e, yönetici ve yazarlarına çamur atmaya çalışanların, Gazeteyi kendileriyle kaim zanneden eski Cumhuriyet Gazetesi mensuplarının, kerameti kendinden menkul bilirkişilerin sübjektif ve asılsız iddia ve değerlendirmelerine itibar edilerek, Gazetenin yayın politikasının değiştirildiğini iddia etmek, böyle bir suçlama getirmek, abesle iştigaldir.”
“Engizisyon döneminde bile olmadı”
“Böyle bir sorumluluk anlayışı olamaz. Bu türden toplu cezalandırma anlayışı Ortaçağ’daki Engizisyon döneminde bile olmamıştır. Kollektif sorumluluk esası yalnızca faşizm dönemlerinde uygulanmıştır. Çağdaş ceza hukukunda böyle bir sorumluluk anlayışının yeri yoktur. Gazetede yayınlanan haber ve yazılar, ifade ve basın özgürlüğü, toplumun bilgilenme hakkı kapsamında yayınlanmıştır. Haber ve yazılarda suç yoktur. Anlaşılan odur ki, Gazetenin haber ve yazılardaki eleştirel gazetecilik tavrı iktidarın hedefi olmuş ve bu husus iddianameye yansıtılmıştır.”
Hükümden düşmüş kararla suçlama
“İddianamede, Vakıf ve Şirket yöneticilerinin hukuki sorumlulukları ile ilgili olarak AİHM’nin Sürek kararına dayanılmaktadır Oysa, Sürek davasının görüldüğü dönemde geçerli olan Terörle Mücadele Kanunu’nun basın ve yayın organlarının sahiplerini de cezai olarak sorumlu kılan hükümler, sonraki yıllarda Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Savcılık bütün bu gerçekleri gözlerden kaçırarak, 1999 tarihli, artık hükümden düşmüş bir kararı sorumluluğa dayanak gösterebilmiştir.”