Yaşam hakkı ihlal edilen, güvencesiz işlerde çalışmak zorunda bırakılan, barınma hakları ellerinden alınan, kısacası en temel hak ve hürriyetleri yok sayılmak istenen Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Trans ve İntersekslerin (LGBTİ) Onur Haftası yürüyüş ve etkinlikleri, milliyetçi ve muhafazakâr saldırıların hedefi oldu.
Homofobik ve transfobik nefret söyleminde bulunan, eşitlik ve özgürlük için sokağa çıkanları taciz eden, transfobik grupların LGBTİ’lere saldırılarını izlemekle yetinenlere inat “Biz varız, var olacağız” diyen LGBTİ’ler, dayanışmanın her zamankinden daha fazla önemli olduğunu vurguluyor.
“Bir araya gelmenin denenmiş en doğru yolu dokunmak ve algılamaya çalışmak. Çünkü değişim dokunmakla başlıyor” diyen İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği Sözcüsü Kıvılcım Arat, erkek egemenliğinin yarattığı LGBTİ algısının ancak böyle bir dayanışma gücüyle kırılacağını söylüyor.
İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği Sözcüsü Kıvılcım Arat’ın Evrensel’den Duygu Ayber ve Elif Ekin Saltık’a yaptığı açıklamalardan satır başları şöyle;
- Aslında biz en devrimci en radikal mücadelenin sahipleriyiz diyebiliriz. Ülke sosyalistlerinin, demokratlarının, yurtseverlerinin bizden öğrenecek çok şeyinin olduğunu düşünüyorum. Devlet ve toplum işbirliği böylesine büyük bir ittifakı hiçbir kesime karşı kurgulamamıştır. Devlete egemen olan kimliklerin diğer kimliklere açtığı savaş söz konusu LGBTİ’ler olduğunda yanına ezilenleri de alarak devam ediyor. Kapitalizm piramidi başka bir versiyonda tekrardan karşımıza çıkıyor. Öylesine büyük bir ittifak ki bu (Türkiye özgülünde) yanına kadınları, Kürtleri, Alevileri, Ermenileri, Süryanileri, Rumları da alarak kuruluyor. Tüm bunları göz önüne aldığımızda elleri bağlı savaşçılarız diyebiliriz.
Bizim yıllardır söylediğimiz bir şey var. Şiddet bir sarmaldır. Tam da bu noktada mağduriyetlerimizi yarıştırmadan ortak mücadelenin zeminini hazırlamak gerekir. Demokrasi güçleri bütün sorunlara aynı hassasiyetle ve samimiyetle yaklaşacak bir perspektif ortaya koymalıdır.
“Cezai indirime gidilmesi yaşam hakkını ihlal edenlerin korunup kollandığını gösterir”
- Sosyal devletin vatandaşlarına sağlaması gereken ve ihlal edildiği noktada anayasal olarak ciddi cezai yaptırımları olan temel haklar vardır. Bunlar; yaşama, barınma, çalışma, sağlık, eğitim ve hukuktur. Sırasıyla gidecek olursak her yıl onlarca nefret cinayetinin işlendiği bir ülkede yaşam hakkımız elimizden alınıyor. Cezai indirime gidilmesi ise yaşam hakkını ihlal edenlerin korunup kollandığını gösterir. Barınma hakkı zorlu alanlardan biridir. Cebinde 20 bin lira para da olsa ev bulman aylarını alabilir. Ya da ev sahibin keyfi olarak kapı dışarı edebilir. Çalışma hakkı ise tamamen yoktur translar için. Diploma koleksiyonu bile yapsan devlet ve toplum işbirliği tek seçenek olarak seks işçiliğini bırakır. Sağlık ve eğitim kurumları ise transfobiden azade kurumlar olmadığı gibi bu suçları engelleyecek bir sisteme de sahip değil. Bu kurumlarda işin tamamen şansa kalmış durumda. Hukuk ise hepimizin malumu.
"Burjuva Demokrasi’sinin ikiyüzlülüğü"
- Türkiye’deki LGBTİ hareketin dünyadaki en politik hareketlerden biri olduğunu düşünüyorum. Fakat haklar noktasında haklısınız. Bugün Avrupa’nın birçok ülkesinde evlilik hakkı var ve yasalar olumlu noktadan ilerliyor. Bu ülkelerde verilen mücadeleleri yok saymadan burjuva demokrasisini de göz ardı etmemek gerektiğini düşünüyorum.Kapitalizm birçok şeyi yeniden üreterek kullanabilme kabiliyetine sahip. Bugün yaratılan ve bizim pembe sermaye olarak adlandırdığımız şey de kapitalizmin her şeyi kullanabilme yetisi ile alakalı. Tabi anayasal hakların garanti altına alınması bu toplumların ve devletlerin homofobiden -transfobiden azade olduğu anlamına gelmez. Eşcinsellerin ve transların kan verememesini bu noktadan değerlendirmek gerekir. Burjuva Demokrasi’sinin ikiyüzlülüğü diyebiliriz.
- Ben erkekliğin çok belalı bir kurum olduğunu düşünüyorum. Nasıl yaşayacağımızı, sınırlarımızı, varoluşumuzu, toplumsal yaşamda nasıl konumlanacağımızı hep bu belirliyor. Örneğin, bütün cinayetlerde erkeğin beyanı esas alınıyor. Üstelik bunu öyle meşru bir zeminde gerçekleştiriyorlar ki devlet cenahı cinsiyetçi söylemleri diline pelesenk edebiliyor.
- Bir araya gelmemizin en kolay yolu birbirimize dokunmaktan korkmamamız. Çünkü değişim dediğimiz şey dokunmakla başlıyor. Bunun en güzel örneğini bizler Gezi’de gördük. O kısacık zamanda dokunabildiğimiz insan sayısı 10 yılda dokunabileceğimizle eşdeğerdi. Erkeklik kurumunun yarattığı LGBTİ algısı dokunmanın vermiş olduğu güçle müthiş bir çatlama yaşadı. Bu çatlağı ayaklanmanın peşi sıra gördük. Direniş teması ile gerçekleştirilen LGBTİ Onur Haftası, “Ekmek, Adalet, Özgürlük” teması ile gerçekleştirilen Trans Onur Haftası on binlerce insanın omuz omuza olduğu bir mücadele platformuna dönüştü. Bir araya gelmenin denenmiş en doğru yolu dokunmak ve algılamaya çalışmak. Kendi normunu dayatmadan politika üretmekten geçiyor.
"Homofobik ve transfobik bir ittifak var"
- 7 Haziran seçimleri sonrası başlatılan savaş konsepti beraberinde Türk, Müslüman, Sunni, erkek ve heteroseksüel olmayan herkesi hedef haline getirdi. Gazetecilerin tutuklanması, akademisyenlere yönelik başlatılan cadı avı, toplumsal muhalefetin zapturapt altına alınması bu sürecin belirli ayaklarını oluşturdu. İşte tam da bu atmosferde LGBTİ hareket de hedef tahtasına oturtuldu. Çünkü, LGBTİ hareketi hem politik zeminden yükselen bir hareket hem de bulunduğumuz coğrafyada yaşanan sorunların birbiri ile bağlantısı olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla demokrasi güçlerinin de bileşenlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor.
- Neden ilk olarak biz sorusuna gelecek olursak; homofobik ve transfobik bir ittifakın olduğunu düşünüyorum. Herhangi bir saldırıda toplumsal muhalefeti bir araya getirmek, güçlü bir karşı koyuş sergilemek ise zor bir yerde duruyor. Mesela nefret cinayetleri ya da başka herhangi bir konuda duyarlı olduğunu iddia eden politik kitle örgütleri ya eylemlere hiç teşrif etmez ya da bir temsilci yollayarak bu sorumluluğun altından kalkmaya çalışır. Bunun en berrak örneğini Orlando katliamında gördük. Bazı alternatif hareketler açıklama yapmazken bazıları ise katliamın yöneldiği LGBTİ’leri görmezden geldi. Açıklamalarında bu durumdan bahsetmediler bile. Bu homofobik ve transfobik ittifak dünyanın birçok yerinde aynı hattı izledi. Orlando şahsında bu ittifakın evrenselliğini bir kez daha görmüş olduk.
LGBTİ'lerin sıklıkla karşılaştığı sorunlar
LGBTİ’lerin sıklıkla yaşadığı sorunları 24 maddede derlemişti. İşte onlardan bazıları:
LGBTİ’lerin varoluşları hastalık, sapkınlık, günah, ahlaksızlık gibi olumsuz sıfatlarla tanımlanıyor. Bu durum LGBTİ’leri kimliklerini gizlemeye, olmadıkları biri gibi davranmaya, depresyona ve intihar düşüncelerine itiyor. Oysa eşcinsellik tıp dünyasında bir hastalık değil, insan cinselliğinin olağan çeşitliliğinin bir görünümü olarak kabul ediliyor.
- Anayasa’nın eşitlik maddesinde yer almayan ve eşit yurttaşlar olarak tanınmayan LGBTİ’ler, “bütün yurttaşlara” tanınan sosyal ve ekonomik haklardan faydalanamıyor.
- Yaşama, çalışma, barınma, sağlık ve eğitim gibi en temel hakları yok sayılıyor.
- Mevcut hükümet ve hükümete yakın basın organları tarafından hasta ve sapkın olarak ilan edilip, hedef gösteriliyor.
- Aşağılanma, sözlü, fiziki taciz ya da şiddete maruz kalıyorlar.
- Özgür olmak, rahat yaşamak, aile ve çevre baskısından kurtulmak istedikleri için büyük şehirlere göç etmek zorunda kalıyorlar. Şehirlerin sadece belli bölgelerinde yaşayabiliyorlar.
- Dezavantajlı grup olarak gözetilmedikleri için ya iş bulamıyorlar ya da uzun süre işsiz kalabiliyorlar. Kimliklerini ya da yönelimlerini açıkladıklarındaysa işlerinden atılıyor, mobbing, taciz ve şantaja maruz kalıyorlar.
- Sağlık hizmetlerine erişimleri sınırlı olan LGBTİ bireyler, sağlık programlarının dışına itiliyorlar.
- Sosyal güvenceleri ve düzenli bir gelirleri olmayan LGBTİ’ler ayrımcılığa çok daha net biçimde hedef oluyorlar ve kendilerini korumakta zorlanıyorlar.
- Önyargılar sebebiyle toplu taşıma araçlarından gerektiği kadar faydalanamıyorlar.
- LGBTİ cinayetlerinin çoğu araştırılmıyor, dava açılsa bile sanıklara haksız tahrik indirimi uygulanıyor. Nefret cinayetleri ve intihar vakaları artıyor.
- Cinsel yönelimlerini veya cinsiyet kimliklerini açıklamakta zorlandıkça adalet sistemine erişmekte, sorunlarını hukuki sürece taşımakta da sıkıntı yaşıyorlar. Bir başka önemli sorun da hukuk sistemindeki karmaşa ve LGBTİ’lere yönelik yasaların net olmaması. Baroların bile bu konuya ilişkin bir komisyonu bulunmuyor.
- Eşcinsel ve trans erkekler ile lezbiyen, biseksüel ve trans kadınlar şiddete uğradıklarında sığınma evlerine alınmıyor, başvuracakları mekanizmalar bulunmuyor.