Lale Mansur, Türkiye’de sanatçıların ülke gündemi konusunda sessizliğine “Muhalefetin bir kısmı hapiste, bir kısmı beceriksiz diye sanatçılara bir misyon yükleniyor” yorumunu yaptı. Mansur, sanatçıların nispeten suskun olmasının özgürlük kaygısı açısından değerlendirilmesi gerektiğini de ifade etti. Deniz Türkali de sanatçıların gündem konusunda yorum yapmasının kişisel bir karar olduğunu söyledi.
Cumhuriyet’ten Ceren Çıplak’a konuşan Deniz Türkali ve Lale Mansur’un açıklamaları şöyle:
Kameranın önündeki kadınlardan beklenen ne? Hep güzel ve alımlı olmanız mı bekleniyor?
Deniz Türkali: Kameranın önündeki kadınlardan da erkeklerden de aynı şey beklenir. Rolünü iyi oynaması, disiplinli olması... Bunlar beklentilerin olmazsa olmazı... Hayır, her zaman güzel ve alımlı olmanız beklenmez.. Bu role göre değişir...
Lale Mansur: Sinemada eskisi gibi böyle bir şey kalmadı. Öte yandan ayrımcı, ırkçı, faşist rollerde yer almıyoruz tabii ki. Her rolü oynarım ama film kendi dünya görüşümün dışında bir şey dayatıyorsa onun içinde hiçbir şekilde yer almam.
Dünya görüşünüze uymayanı örnekle açıklayabilir misiniz?
L.M: Adını şu an hatırlayamadığım çok meşhur bir oyuncunun “Faşizmi öven bir şeyin içinde meleği oynamam” diye bir sözü vardı. Ama bunun aksine anti faşist bir filmde faşisti de katili de her şeyi oynarım.
D.T: Her zaman dünya görüşünüze uygun projeler gelmeyebilir. Ama faşizmi, ayrımcılığı, şiddeti, savaşı öven projelerde elbette oynamam. Projelerin meseleye hangi bakış açısından baktığına bağlı.
Peki, iyinin propagandası kötü değil midir?
D.T: Kime göre iyi, neye göre iyi... Ayrıca propaganda ile sanat bir arada pek yürümüyor bence. Olmaz değil elbette ama iyinin ya da kötünün propagandası değil tabii. 67’de Vietnam savaşında gerilla tiyatrolarından söz edilirdi... Fransa’da, İtalya’da, Türkiye’de de sokak tiyatroları vardı. “Devrim İçin Hareket Tiyatrosu” örneğinde olduğu gibi. Bunlar propaganda tiyatrolarıydı. Ancak bir dönemde yapıldı ve bitti...
L.M: Felsefi bir tartışmaya kayıyoruz. (Gülüyor)
Evet, erkek tarafından ciddi bir baskı sistemi var. Ama Türkiye’deki anne profiline baktığımız zaman genelinde annelerle oğulları arasında hastalıklı bir ilişki olduğunu görüyoruz.
D.T: Bu annelik meselesi hep yanlış ifade edilir. Ya melektir anneler ya da katil! Erk’in yüceltilmesiyle ilgili bir mesele... Ailenin yapısı, toplumun yapısı, anneye oğullarıyla farklı bir ilişki önerir. Bu annelerin değil egemen olan patriarkanın önermesi. Ama değişiyor. Değişecek eğer her meselede kadınları suçlayacak bir şey bulmazsak...
Kadının bir bilmece olarak tanımlanması sizi rahatsız ediyor mu?
D.T: Kadınlığın erkeklik tarafından bilmece olarak tanımlanması beni rahatsız etmiyor. Haklı buluyorum. Erkeklik düz, kadınlık karmaşık... O taraftan bakınca bilmece gibi görünüyor olabilir.
Nasıl bir kadını canlandırmak istersiniz?
L.M: Günlük hayatın içindeki gerçek bir kadını canlandırmak istiyorum.
D.T: Ben oyuncuyum, dünyadaki bütün kadınlık hallerini ve bütün kadın rollerini oynamak isterim elbette.
Son olarak Türkiye gündemiyle ilgili neler söylemek istersiniz?Siz nasıl bir duygu içindesiniz günümüz Türkiye’sinde?
D.T: Her zaman olduğu gibi umutlu, benim dünyamı karartmak isteyenlere inat aydınlık ve heyecanlı... L.M: Adalet olmayan, insan haklarının ihlal edildiği, doğa ve tarihe saygının kalmadığı bir toplumda insan kendini nasıl hissedebilirse ben de öyle hissediyorum.
Salondaki konuşmalarda kadının erkeğin ötekisi olarak görüldüğü vurgulandı. Kadın neden erkeğin ötekisi oluyor?
D.T: Ötekileştirmek çok farklı bir şey... Kadın erkeğin ötekisiyse erkek de kadının ötekisi... Yani insan türünün iki farklı cinsiyeti... İdeolojik olarak ötekileştirmekten söz ediyorsanız bence kavram kargaşası olmuş. Erkek egemen ideoloji, kendi ölçülerine göre güçsüz olarak nitelediği her şeyi ezmeye, üzerinde iktidar kurmaya yönelik bir ideoloji...
Özgürlüğünüzün sınırı var mı?
D.T: Özgürlüğün sınırlarını “vicdan” koyar.
L.M: Türkiye’de kadın mezbahasında yaşıyoruz.
Siz bir feminist olarak kadınların edilgenlikten kurtulması için neler önerirsiniz?
D.T: Ben formüller öneremem. Her kadının kendi hayatındaki rolüne bakıp düşünerek bulacağı yöntemleri vardır ve olmalı... Önemli olan farkındalık, üzerine düşünmek diğer kadınlarla konuşup tartışmak
Panelde sessiz şiddetten bahsedildi. Sizce sessiz şiddet nedir? Nasıl uygulanır? Buna karşı ne yapılmalıdır?
D.T: ‘Sessiz şiddet’ten kasttetiğiniz; genel geçer kurallarla aile içinde, sokakta, işyerinde yani kısaca sosyal alanlarda uygulanan, kabul edilmiş, “şiddet” olarak tanımlanmayan aşağılanmalar ise; buna karşı yapılacak en önemli şey ses yükseltmek, deşifre etmek, kısaca “ses vermek” olmalıdır.
Sanatçıların davranışlarıyla toplumu cesaretlendirmesi gerekmez mi? Bu dönemde pek çok sanatçıyı çekimser görüyoruz. Gerek ülke gündemi gerek özgür yaşam konusunda... Siz ne dersiniz?
D.T: Ben sanatçılara görev yüklemenin çok manalı bir şey olduğunu düşünmüyorum. Sosyal ve politik konularda birçok sanatçı sesini yükseltiyor zaten. Her bir sanatçının kendi kişisel kararıdır bu...
L.M: Muhalefetin bir kısmı hapiste, bir kısmı beceriksiz diye sanatçılara bir misyon yükleniyor. Ama onlar da nispeten suskunsa insanların özgürlük kaygısını da anlamak lazım.
Günümüzde kadınlara yazılan rolleri nasıl buluyorsunuz? Bu konuda ne gibi eksiklikler var?
D.T: Bir sürü harika kadın rolleri de yazılıyor, berbat kadın rolleri de... Çok güzel senaryolar, oyunlar da yazılıyor, berbat şeyler de... Bu konuda söyleyecek bir şey yok... Daha çok okumak, daha çok düşünmek, daha çok tartışmak gerekiyor her konuda...