Geçen aralık başlarında bir grup arkadaş, içlerinden birinin; “İktidarın cumhuriyet değerlerini değiştireceği inancının yarattığı kutuplaşma sonucu, kurulu düzen taraftarlarının militanları ile Kürt açılımını sabote etmek isteyen Kürtlerin, ülkeyi kaosa götürmek istedikleri” tanısıyla ileri sürdüğü ‘Bizim gibi olanlar neler yapabilirler, neler yapmalıdırlar?’ sorusu üzerinde görüşlerini paylaşmak üzere toplandılar.
İlk toplantıda, Kürt sorununda kamuoyunu çözüm için duyarlı kılma yolları ve etkileşim kanalları arama gereğinde birleşildi. Yöntem üzerindeki tartışmalardan sonra, toplumda kanaat önderi olanların katılımıyla geçen şubat ve mart aylarında iki soru konferansı düzenlenmesi kararlaştırıldı.
Soru konferansına katılan kanaat önderlerinin, bu topraklarda yaşayan insanların, sahip oldukları maddi ve gayrı maddi kaynakları, toplumsal çıkarlar yönünde kullanmak ve hiçbir tür sömürüye izin vermemek amacında birleştikleri varsayıldı.
Toplantılarda, kemikleşmiş olabilecek fikirler arasında uzlaşılar aramak yerine, onları oluşturan parçalar arasında ortaklıklar arandı.
Önce, her sorun gibi Kürt sorununun da önemli yapı-taşlarından olan ‘neleri istemiyoruz?’ ve/veya ‘neleri istiyoruz?’ları seçip onlar üzerinde çalışılmıştır. Nelerin istenip istenmediği pek çok fikrin ve sonuçta sorunun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Soru konferansında üretilen soruların cevapları üzerinde uzlaşı aranmış, cevaplamak mümkün olamıyorsa, bazı
ipuçları üreterek zamana bırakılmıştır.
Bu yöntem uygulanarak, iki toplantıda bazı sonuçlara varıldı:
AB normlarıyla uyumlu yeni anayasada, yönetimde yerindenlik ilkesi benimsenmeli, kimlikler ve farklılıklar arası eşitlik sağlanmalı, anadilde eğitim yasağı kaldırılmalı ve Anayasal vatandaşlık esasları kabul edilmelidir.
Bu bağlamda anayasada, herkesin kimliğini, inancını, kendisinin seçebilmesi, vazgeçebilmesi, reddedebilmesi; seçtiği kimliği yaşayabilmesi, ifade edebilmesi;
seçtiği kimlik üzerinde tehdit hissetmemesi, seçtiği kimliğin diğer kimlikler üzerinde üstünlük oluşturduğu algısına yol açmaması birey haklar arasında sayılmalıdır.
Anadilde her düzeyde, eğitim ve öğretim herkesin yurttaşlık bağından kaynaklanan hakkı sayılmalıdır. Resmi dil Türkçe’dir. Devlet Türkçe öğretmek için her türlü tedbiri almalı ve Türkçe bilmemenin mağduriyete yol açmaması için yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
Bunların dışında uygulamaya dönük konularda aşağıdaki sonuçlarda birleşilmiştir: 1/Siyasal temsil önündeki engeller kaldırılmalı, seçim barajı düşürülmeli, seçim ve siyasi partiler yasaları demokratikleştirilmeli, 2/Kürtlerin çoğunlukla yaşadığı yerlerin seçilmiş temsilcileri, sorumluluklarını tam olarak üstlenmeli ve başkalarının iradesiyle hareket etmemeli, 3/Köklü bir zihniyet değişimiyle barış dili egemen kılınmalı ve şiddet siyaset aracı olarak kullanılmamalı, 4/Bölgedeki yerel yöneticileri ve sivil toplum önderlerine yönelik hukuki uygulamalarda daha özenli, adil ve hızlı çalışan bir anlayış uygulanmalı, 5/Değiştirilmiş yer isimleri iade edilmelidir.
Bu günlerde varılan sonuçların bazılarını bir mektupla, çoğunu tanıdığınızı sandığım Aydın Uğur, Cem Kozlu, Hasan Ersel, Murat Belge, Nimet Beriker, Rıza Türmen, Tarhan Erdem, Tarık Ziya Ekinci, Tınaz Titiz, Tosun Terzioğlu, Üstün Ergüder’den oluşan Düzenleme Kurulu üyeleri tanıdıklarına ulaştırmaktadırlar.
Umudumuz, etkileşim kanallarının oluşması ve genişlemesidir.
Tarhan Erdem, Radikal