Gündem

'Kürt hareketinin sesini kesmek mümkün mü?'

Vatan gazetesi yazarı Ruşen Çakır, "Acıdır, aradan geçen süredeki belki de tek fark 'yargısız'ların yerini 'yargılı' infazların almış olması" dedi

27 Mart 2012 11:06

 

Ruşen Çakır
(Vatan, 27 Mart 2012)
 
Bir ülkede siyasi atmosfer bu kadar hızlı ve köklü bir şekilde değişebilir mi? Ülke Türkiye, konu Kürt sorunuysa, cevap “kesinlikle evet” olacaktır. Bundan bir buçuk yıl önce Abdullah Öcalan’ın avukatları, yanlarında Özgür Gündem yazarı Cengiz Sapmaz ile birlikte farklı siyasi çizgilerden köşe yazarlarını dolaşıp İmralı ile kamuoyu arasında bir tür köprü olmaya çalışıyorlardı. 
 
O görüşmelerinden birinde Cengiz’e, Kürt sorununun çözümünün olmazsa olmazlarından birinin güçlü bir Kürt medyası olduğunu söylediğimi iyi hatırlıyorum. Aradan geçen sürede Öcalan’ın dış dünyayla ilişkisi hemen hemen kesildi, avukatlarının önemli bir bölümü cezaevine konuldu, Cengiz’in de dahil olduğu çok sayıda gazeteci tutuklandı. Son olarak mahkemenin Özgür Gündem Gazetesi’ni kapatma kararıyla devletin Kürt siyasi hareketinin sesini kesmede epey kararlı olduğunu gördük.
 
Peki bu mümkün mü? Tabii ki değil, hele sosyal medyanın bu kadar yaygın ve etkili olduğu şu dönemde. Kaldı ki geçmişte de devlet özgürlükleri genişletmek yerine baskı politikalarını tercih etmiş ama hiçbir sonuç elde edememişti. Tansu Çiller’in başbakanlığı dönemi bu açıdan çok çarpıcı bir örnektir. Yargısız infaza kurban giden gazeteciler, gazete dağıtıcıları ve nihayet bir sabah Özgür Gündem Gazetesi’nin İstanbul’daki merkezinin havaya uçurulması... Ama bugün Çiller’in neyle uğraştığını kimse bilmiyor, galiba merak da etmiyor. Çiller’in partisi bile tarihe karıştı ama onun yok etmek için yasadışı yollara bile başvurduğu hareket daha güçlü bir şekilde yoluna devam ediyor.
 
Acıdır, aradan geçen süredeki belki de tek fark “yargısız”ların yerini “yargılı” infazların almış olması. Bu arada ilginç ama düşündürücü bir ayrıntı: Dün Çiller’e bu akılları verenler, bugün hiçbir şey olmamış gibi varlıklarını sürdürüyor ve kafalarını kızdıranları, kendilerini özel yetkili savcılara şikayet etmekle korkutmaya çalışıyorlar!
 
 

PKK'yı eleştirmek

 
 
Önceki akşam Trabzonspor maçı öncesi Ali Sami Yen Arena’da genç bir görevli yanıma yaklaştı ve heyecanlı bir şekilde bir şeyler anlattı. Özetle söylemek gerekirse, benden, Kürt sorunu bağlamında değerlendirmeler yaparken Kürt siyasi hareketine karşı pozitif ayrımcılık yapmamı rica etti. Yıllar boyunca devleti az, mümkünse hiç; PKK’yı ise çok, mümkünse hep eleştirmem yolunda telkinlerle, hatta üstü örtülü veya açık fark etmez, tehditlerle karşılaştım ki bunlar hâlâ sürüyor. Kürt hareketinden de özellikle son dönemde benzer tepkiler alıyordum ama bunların hiçbirisi o delikanlınınki kadar açık, net ve daha önemlisi samimi değildi.
 
Defalarca söyledim, bu vesileyle tekrarlayayım: Kürt sorununun kalıcı bir şekilde çözümünü istemek, yani Kürtlerin temel hak ve özgürlükler, demokrasi taleplerinin yanında olmak (bu bağlamda Kürt medyasına ve gazetecilere yönelik baskılara karşı çıkmak) ile Öcalan’ın lideri olduğu, PKK’nın başını çektiği Kürt siyasi hareketini desteklemek bambaşka şeylerdir. Kürt sorununun çözümü, bunun tüm taraflarını eleştirmekten, hepsine mesafeli olmaktan geçer.
 
Eğer samimi bir şekilde demokrasiden yanaysak, demokrat olmak istiyorsak öncelikle Kürt sorunu konusunda iyi bir sınav vermemiz gerektiği muhakkaktır. Ama bu sınav sadece Kürt olmayanlar için değil, Kürtler, özellikle onlar adına siyaset yapma iddiasındakiler için de söz konusudur. Bu sınavda kimin geçip kimin kaldığını saptayacak olansa tarihtir. Dolayısıyla demokrasiyle ilişkileri hayli şüpheli birilerinin insanlara demokrasi ve insan hakları savunuculuğu konusunda not dağıtmaya kalkmalarının hiçbir inandırıcılığı yoktur.
 
 

PKK'nın suç ortaklığı

 
 
Bugün Kürt sorununun barışçıl çözümünü samimi olarak isteyenler, devletin açılım çizgisinden sapıp baskı politikalarına yönelmesini sistemli bir şekilde eleştiriyorlar. Ama açılımın yarıda kalmasının tek sorumluluğunu devlete yüklemek gerçekçi ve doğru olmaz. Çünkü ortada bir suç varsa ki var, burada devlet ile PKK bir şekilde suç ortaklığı içindedir.
 
Hadi Güneydoğu’da askerlere yönelik baskınları bir kenara bıraktık diyelim, Batı’da Reşadiye, İskenderun, Kastamonu saldırılarının, büyükşehirlerde doğrudan sivilleri hedef alan kör terör eylemlerinin, hem yasal Kürt hareketinin hem de devlet içindeki güvercinlerin elini kolunu bağladığı, dolayısıyla açılımı dinamitlediği açık değil midir? PKK’nın bunlar hakkında kapsayıcı, samimi ve tatminkâr bir özeleştirisini görmeden berbat gidişat nedeniyle sadece devleti suçlamak, bu “kirli savaş”ın bir parçası olmak anlamına gelmez mi?