Gündem

Kürşat Bumin: Celal Bayar adının geçmesini nasıl anlamalı

Yeni Şafak gazetesi yzarı Kürşat Bumin Başbakan Tayyip Erdoğan'ıın Dersim için devlet adına özür

26 Kasım 2011 02:00

T24 - Yeni Şafak gazetesi yazarı Kürşat Bumin, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Dersim katliamı için devlet adına özür dilediği konuşmasında Celal Bayar'ın adını kullanmasını yorumladı. Bayar isminin geçmesini "AK Parti'nin 'atalarını' tekrar gözden geçirmeye başladığının işareti" olarak yorumlanabileceğini belirten Bumin, yeni tutumun AKP'nin geleneksel 'Türk sağı' ile olan ilişkisini tekrar gözden geçirmeye niyetlenmesi olarak anlaşılması gerektiğini savundu.


Bumin'in "Celal Bayar adının geçmesini nasıl anlamalı" başlığı ile yayımlanan bugünkü (26 Kasım 2011) yazısı şöyle:


Geri kalmamak için ben de tekrarlayayım: Başbakan'ın Dersim katliamına ilişkin devlet adına özür dilemesi memleketimizde bugüne kadar rastlanmayan bir jest olduğu için hepimizi çok sevindirdi doğrusu... Demek ki bu memlekette de "devlet kültü"nün zaman içinde aşınabilmesi mümkünmüş. Ama doğrusu söz konusu jestin bir defalık olmayıp arkasının gelmesini, hatta alışkanlık kesbetmesini diliyoruz. Tamam, özür bekleyen dosyaların cesametini hatırlayıp haklı olarak, "Hükümet özür işini iş edinirse bütün vaktini bu işe harcasa bile altından kalkamaz!" diyerek açılan bu yeni yolun geleceğine ilişkin umutsuzluğa düşebiliriz. Ama unutmayalım ki devletin "kibir"i bir kere çatlamıştır. "Bir, iki üç, daha fazla özür!" diyenlerin sesi bundan sonra daha gür çıkacaktır. Çünkü anlaşıldı ki, bu devlet -"bizim devlet" de yani- pekâla özür dileyebiliyormuş!

Gelelim Başbakan'ın jestinde benim de özellikle çok dikkatimi çeken hususlara:

Bu hususlardan ilki ile -görebildiğim kadarıyla- sadece Doğan Akın'ın (T24) konuya ilişkin değerlendirmesinde karşılaştım. Akın, "Katliamda Celal Bayar'ın adını ilk kez telaffuz etti" ara başlığı altında şöyle yazıyordu:

"Erdoğan, Dersim konusunda tek parti rejiminin partisi CHP'yi katliamla yüzleşmeye ve özür dilemeye çağırırken Başbakan olarak devlet adına özür dileyerek, bu konuda en doğru tutumu gösterdi. Zira dönemin bütün siyasi aktörlerini bünyesinde barındıran tek parti rejiminin kadroları, Dersim katliamı konusunda devlet adına da bir muhasebe yapmayı gerektiriyor. Nitekim Erdoğan da, hem özür dileyerek, hem de AKP'yi mirasçısı saydığı Demokrat Partinin kurucusu ve ilk genel başkanı Celal Bayar'ın adını Dersim katliamı belgeleri eşliğinde ilk kez telaffuz ederek bu muhasebeyi yaptığını gösterdi."

Akın, bu sözlerini takiben Celal Bayar'ın 1936'dan itibaren yer aldığı ve kurduğu hükümetleri sıralıyor: 6. ve 7. İnönü Hükümetleri, 8. ve 9. Celal Bayar Hükümetleri.

Demek ki Başbakan'ın "AKP'yi mirasçısı saydığı Demokrat Parti'nin kurucusu ve ilk genel başkanı Celal Bayar'ın adını Dersim katliamı belgeleri eşliğinde" telaffuz etmesi Ak Parti'nin "atalarını" tekrar gözden geçirmeye başladığının bir işareti olarak yorumlanamaz mı?

Ben bu "yenilik"i çok gecikmiş bir "tarih anlayışı"nın nihayet ortaya çıkmaya başlaması olarak yorumluyorum. Yani özetin özeti olarak bu yeni tutum Ak Parti'nin geleneksel "Türk sağı" ile ilişkisini tekrar gözden geçirmeye niyetlenmesi olarak anlaşılmalıdır.

Ben bu köşede bugüne kadar bu konuya ilişkin birçok yazı yayımladım. Bu yazıların ana fikri şu idi: "Kemalist sol" gibi "Türk sağı" da varlıklarını CHP'ye borçludur. "Kemalist sol"un "laik cumhuriyetçi", "Türk sağı"nın ise Müslüman seçmenlerin gönlünü yapmaya çalışan cumhuriyetçi olması sonuç itibariyle aralarında bir duvar olduğunun delili olamaz. "Türk sağı" toplumun Sünni kesiminin hassasiyetine ("dini hassasiyetini" demiyorum, çünkü gerek Aleviler gerekse gayrimüslimler bu "muhabbet bağı"ndan nasiplerini alamadıkları gibi...) tamamen "araçsal" çerçevede yaklaşmış ve kullanmıştır. Ama özünde CHP'lidir.

Bu konuya ilişkin akıl yürütmemin vardığı nokta da şu idi: CHP ("Kemalist sol" ve "Türk sağı" olarak) Erbakan'ın siyasete girmesiyle karşısında kendisi ile ilişkisi bulunmayan ilk partiyi bulmuştur... Bu yeni siyasal hareket artık toplumun Sünni kesiminin hassasiyetini "Türk sağı"nın dolayımına gerek kalmadan doğrudan temsil etmeye başlamıştır. Erbakan'ın başında bulunduğu siyasal partiler de muhakkak ki "Türk sağı"nın başta "milliyetçilik" olmak üzere "geleneksel" mevzularına uzak durmamıştır. (En başta "Milliyetçi Cephe Hükümetleri"nde yer almak ya da sonradan MHP ile yapılan seçim işbirliği mesela.) Bu partiler -temsil etmeye çalıştıkları siyaset çok uzun bir dönem "gün yüzü" göremediği ve gelişemediği için- deyim yerinde ise "olur olmaz" çok şeyi savunmuş ve yapmışlardır da. Ancak sonuç olarak dayandıkları kesimin "Türk sağı" tarafından "rehin alınan" oyları artık büyük ölçüde özgürlüğüne kavuşmuştur... Milli Nizam, Milli Selamet, Refah, Fazilet ve nihayet Ak Parti'nin siyasetteki yerini kabaca böyle anlıyorum ben. Aralarındaki farkları unutmadan tabii ki... Hatırlarsanız Fazilet de seleflerinden epeyce farklı bir parti idi. Ak Parti'nin farklarını ise hatırlatmaya bile gerek yok...

Dönelim tekrar Celal Bayar adının (özür dilenen bir konuyla ilgili olarak) ilk kez telaffuz edilmesi konusuna:

Görünen o ki, Ak Parti Celal Bayar ile arasını açmıştır. Bu durumda "sırada" kim-kimler ya da hangi siyasal oluşumlar vardır acaba? Aslında bu sorunun cevabının bir bölümü hepimizin malumu: AK Parti Celal Bayar'a gelmeden çok önce "Türk sağı"nın "duayeni" Demirel ile köprüleri tamamen atmıştı zaten. (Demirel -biraz önce özetlediğim "tezimi"(!) doğrular biçimde- son genel seçimde ana yurduna, yani CHP'ye geri dönmemiş miydi!) Bu durumda Demirel öncesinin "Türk sağı" olarak elde kalıyor Demokrat Parti ve onun önemli mensupları. Demokrat'ların Celal Bayar'ı da Dersim'e bağlandığına göre sıra kime geldi acaba?

Başbakan'ın devlet adına özür dilemesi konusuna tekrar döneceğiz. Ancak bugün için son olarak şu hatırlamayı yapmakla yetineceğim:

Başbakan'ın (bir kere daha!) atıfta bulunduğu Necip Fazıl Kisakürek de çok eskiden, -yani bugün adı anılan 1969 basımı kitaptan çok önce- 1950 yılında yayımladığı Büyük Doğu'nun 3 Şubat 1950 ve 10 Şubat 1950 tarihli sayılarında yayımladığı "Doğu Faciası" başlıklı iki yazısında facianın "2 nci ve 3 üncü numaralı" mesulleri içinde Celal Bayar'ın adını anıyordu. Peki ya "3 üncü mesul" kimdi? Necip Fazıl cevap versin:

"2 nci ve 3 üncü numaralılar da şanlı demokrat Celâl Bayar ile, maalesef görünüşüyle içi ve mazisi birbirine uymayan Mareşal Fevzi Çakmak'tır. Öbür numaraları kaydetmeye bile değmez."

Gördüğünüz gibi açılan yol'un devamı taşlarla dolu... "Mareşal" da nereden çıktı şimdi? Onun da adını telaffuz edersek kime sıra geliyor acaba?

Konu önemli, "arkası yarına" diyelim...