Özlem Albayrak
(Yeni Şafak, 6 Nisan 2012)
Kısa bir süre Türkiye'den uzaktaydım, yine epey gürültü kopmuş. Zorunlu eğitimi 12 yıla çıkaran kanun teklifinin TBMM'de kabulünün ardından, zamanın dibine gitmesini bekleye bekleye bi-hal olduğumuz "laikçi-gerici" tartışması yeniden başını çıkartmış.
İmam Hatiplerin orta kısımlarının açılacak olmasını zaten 'şiddetle' tartışmıştık, hatırlarsınız; protestocular şimdi de Kur'an-ı Kerim ve Hz Peygamber'in hayatının ortaokul ve liselerde seçmeli ders olarak okutulacak olmasıyla "laikliğin elde gittiğini" düşünmekte ve karalar bağlamaktaymış...
İktidara geldiği günden bu yana hükümeti vatandaşların ihtiyaçlarına cevap vermek yerine sivil vesayet kurmakla suçlayanların; "özgürlük" gibi şık bir tema üzerinden muhalefet edenlerin; "ailelerin çocuklarına Kur'an eğitimi aldırma" özgürlüğüne neden bu kadar kafayı takmış durumda olduğunu, elbette hepimiz biliyoruz.
Bin kere yazdık; laikliği din düşmanlığı olarak belleyen, tam bu sebeple ülkenin demografik çoğunluğunu oluşturan dindar-muhafazakar kitleyi de savaşılması gereken düşmanlar olarak kodlayan ve bu geniş kesimle 70 yıldır durup dinlenmeksizin savaşan zihniyetin eseri bu...
Ve savaş tamtamlarını "sivil vesayet" nağmeleriyle en çok çalanlar da; ülkenin üstünde vesayet kurma ihtimali kalmamış olanlar; sabık muktedirler... Bu arkadaşlar ciddiye alınır tek bir argümanları olmadığı için, bu kadar öfkeliler...
Doğruya doğru, "laiklik elden gidiyor" tezini artık kimse yemiyor. Uğur Dündar'ın işsiz kalışının sebebi de, hükümet değil yani; namaza zararlı alışkanlık muamelesi çeken, abdest almayı kedi kesme ritüelli satanist ayinle eşitleyen, genç kızların başörtüleriyle okula gidişini, terörist eylem tonlamasıyla vurgulayan o çirkin haber dili...
Yani kimse artık, "okulda toplu namaz" haberlerini izlemiyor. Ağlamak çare değil, 'geçmiş olsun' demeye bile gönül razı değil...
Geçelim.
Benim meselem; alevi kesimin, en azından bu kesimden sesi gür çıkanların; Kemalist dili bir türlü terk edemeyişi, Kemalist jargona Allah'ın ipine sarılır gibi sarılışı. Meselem, Alevilerin kendilerini Sünnilere karşı konumlandırması ve 'Kur'an-ı Kerim okutulacaksa, Alevilik de okutulsun" diyebilmesi... En azından bir kısmının.
Dersim'de bir rivayete göre 80, Başbakan'ın da telaffuz ettiği bir başkasına göre 60 bin alevinin Kemalist rejimin topları, tüfekleri, gazları ve bıçaklarıyla öldürüldüğünü bilip de, dilini Kemalist dilden zerre miskal ayıramamanın ne tür bir şifasız hastalığın adı olduğunu bilmem.
Bildiğim odur ki, "Kur'an-ı Kerim derslerinin karşısına "Alevilik" dersleri"ni önermek; iyi niyet emaresi taşımadığı gibi, Sünni kesime mensup pek çok vicdan ve akıl sahibi insan tarafından teslim edilmiş olan "cemevlerinin statüsünün tanınması" talebine desteği bile çekinceli hale getiriyor ve tartışılır kılıyor.
Çünkü kendini Kur'an-ı Kerim'e ve Peygamber'e karşı konumlandırmak; kendini Hz. Ali'ye karşı konumlandırmak demektir. Kendini, aynı zamanda Peygamber efendimizin kızı Fatma annemizden torunları olan Hz. Hasan ve Hz Hüseyin'e karşı konumlandırmak demektir.
Bu nasıl bir Alevilik anlayışıdır ki, dedelerin sözlerini, Kur'an ayetlerine karşı önerebilmekte bir beis görmemekte; çocukların Peygamber'i öğrenebilecekleri bir ders imkanını rejim meselesine dönüştürmektedir.
Bendeniz bir grubun ya da toplumun devletten, ana akımın gündeminde olmayan bazı hak taleplerinde bulunabileceği ve bu taleplerin değerlendirilmeye alınması ve yeri geldiğinde teslim edilmesi gerektiğini düşünenlerdenim.
'Cemevleri' meselesine de böyle bakmıştım, bakıyorum. Ancak bir grubun bir başka gruba karşı konumlandırıldığı söylemleri; hem art niyetli hem de düşmanlık tohumu ekme noktasında tehlikeli buluyorum ki, Kur'an-ı Kerim karşısına Alevilik dersi önerisi tam da böyle bir şey.
Kur'an-ı Kerim'in kutsallığına inanan binlerce alevinin yaşadığı bir ülkede, Alevilik konusunda her daim söz alıp her daim zehir saçanların, bütün Alevileri temsil ediyor görüntüsü vermesi de cabası... Yanlış tam da burası..