Ekonomi

Krizden etkilenmeyen tek sektör biyoteknoloji

Biyoteknoloji sektörü dünya ölçeğinde krizden etkilenmeyen tek sektör olarak açıklandı.

27 Şubat 2009 02:00

Amerika'da yapılan araştırmalar tüm sektörlerin az ya da çok krizden etkilendiğini gösteriyor. Petrol devleri ile gıda şirketleri de bu etkileşimin içinde. Diğer ülkelerde tablo farklı değil.

Referans gazetesinde yer alan bir haberde dünyadaki gelişmeler gözönüne alındığında "biyoteknoloji sektörü" dünya ölçeğinde krizden etkilenmeyen tek sektör olarak açıklanırken biyoteknoloji, üniversitelerin araştırma sahasından özel sektöre doğru kayıyor. 

Biyoteknolojide "moleküler biyoloji"den "gen teknolojisi"ne kadar çok sayıda yeni faaliyet alanı var. Sektör yeni olmasına rağmen istihdam olanakları oldukça geniş. Yalnız biyologlara değil bilgisayar mühendislerine bile çeşitli kademelerde iş imkânı sunuyor.

Konya Ovası sebze-meyve üretim üssü olabilir

Bitki ve hayvanlar başta olmak üzere mikroorganizmaların genetik yapısını değiştirerek insanların bundan sonraki ihtiyaçlarına çözüm aranması bu sektörün ana faaliyeti. İncelikli çalışmalarda hemen her şey fayda esasına dayandırılmış. Ahlaki olmayan ve insan sağlığına zarar verecek işlerle uğraşılmaması temel ilke.

"Tıbbi biyoteknoloji" ve "gıda biyoteknolojisi" en çok ilgi gören alanlar. Biyoteknoloji yalnız sağlık ve gıda alanında değil, tüm endüstrilerde geçerli bir konu. Yakın bir gelecekte "tarım biyoteknolojisi" üzerinde de ihtiyaçlarımızı değiştiren girişimler olacak. Dünyadaki gelişmeleri kendimize adapte ederek söylemek gerekir ise örneğin Tuz Gölü civarında endüstriyel bitkilerin büyük bir bölümü rahatlıkla yetiştirilebilecek.

Keza Konya Ovası da açık bir sera alanı haline getirilebilir. Soğuğa ve kuraklığa olağanüstü dayanıklı yeni sebze türlerini biyoteknoloji imkânlarıyla yetiştirmek de mümkün.

Bugün ekosistem dengesini bozmayacak biyoteknoloji girişimleri şaşırtıcı biçimde artıyor. Ama en ilginç sonuçlar "farmasötik biyoteknoloji" alanında. Yakında akıllı ilaçlarla hastalık etmenleri tamamen yok edilecek. Hatta cerrahi kesilerle yapılan birçok operasyon (ameliyat) tarihe karışacak.

Yeni keşfedilen aşılar ise sistemik yoldan (kan yoluyla) organ onarımına imkân veriyor. Daha da önemlisi biyoteknolojik yöntemlerle elde edilen "terapötik proteinler" yarının majör ilaçları arasında yerini alacak. Bu konuda Türkiye'nin de kayda değer çalışmaları var.

Bu kadar politik hırgür arasında Türkiye'nin biyoteknolojide aldığı mesafelerden kamuoyunun pek haberi yok. Kısacası yakın bir tarihte Türkiye'de insan ve gıda sağlığına yönelik bazı gelişmeler olacak.

En azından şunun bilinmesi yararlı: Üniversitelerimiz bu alanda dünya çapında mesafeler kat etmiş durumda. Halen hemen hayata geçmeye hazır patentli çalışma niteliğine sahip yüzlerce ilginç proje var.

Kısacası girişimcilerimizin sadece klasik yatırım alanlarıyla değil, bu krizin menfi etkilerini beklemeden biyoteknoloji konusuyla ilgilenmelerini öneriyorum.

Tarımsal biyoteknoloji Türkiye'de gelişecek

AB bünyesinde bu konuyla ilgili onlarca kuruluş Türkiye'yi de içine alan çalışmalar yapıyor. Çünkü ekolojik açıdan Türkiye bir laboratuvar niteliğine sahip.

Gerekli teknik ayrıntıları öğrenmek isteyenler FESPB "The Federation of European Societies of Plant Biology" (Avrupa Bitki Biyolojisi Birliği), EAAP "European Association for Animal Production" (Avrupa Hayvan Üretim Kurumu) ve EFB "European Federation of Biotechnology" (Avrupa Biyoteknoloji Federasyonu) gibi örgütlerle temasa geçebilir.
 
Fakat her şeyden önce AB'nin yayımladığı son "Çerçeve Programı"na dikkatle göz atılmasında yarar var. Bu işin yarınlar itibariyle Türkiye açısından oldukça önemli bir yatırım alanı olacağı unutulmamalı.

Türkiye biyoteknoloji yarışında geri kalamaz

Bugün biyoteknoloji sektörü yalnız ABD ve Avrupa ekonomilerini değil, Hindistan ve Çin gibi ülkeleri de stratejik kararlar almaya zorluyor. Hatta biz ucuz politik konularla uğraşırken beğenmediğimiz İran bile tarımsal biyoteknoloji konusunda dikkate değer çalışmalar yapmış.

Güney Kore, İsrail, Brezilya, Meksika, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi ülkeler de biyoteknolojiyi stratejik kalkınma planı içine aldılar.

Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin çoğu son 20 yıl içinde biyoteknolojinin belirli alanlarında büyük mesafe kat ettiler. Daha da ilginci, bu ülkelerde özel sektör biyoteknoloji alanına hissedilir ölçüde yatırım yaptı. Rusya bile enerji ve tıp alanına yayılmış biyoteknoloji projelerini topluluk ülkelerine ihraç etmeye başladı.

Eğer Türkiye 21. yüzyılın teknolojisi olarak öne çıkan bu sektörde stratejik bir yol haritası çizebilirse en azından tarım ve hayvancılık konusunda dünya çapında ihtisaslaşmış bir ülke haline gelebilir.