Gündem

"Kriz Brunson ile değil, 13 Mayıs'ta başladı"

Kadri Gürsel: Kendi krizimizi Trump'ın arkasına gizlemeye çalışmak en kötüsü

17 Ağustos 2018 11:29

Cumhuriyet yazarı Kadri Gürsel, Türk Lirası'nın dolar ve diğer para birimleri karşısında değer kaybetmesiyle başlayan kur krizinin, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın 13 Mayıs'ta Londra ziyaretinden önce Bloomberg televizyonuna verdiği demeçten kaynakladığını öne sürdü. Gürsel, "Erdoğan o yayında, 24 Haziran’dan sonra “yürütmenin olmazsa olmaz başı” olarak Merkez Bankası’na daha güçlü biçimde müdahale edeceğini, reel faizi sıfırlamak istediğini, faizin sebep, enflasyonun netice olduğunu söyledi. Bu sözleri, uluslararası yatırımcıların Erdoğan’a duyduğu kuşku ve güvensizliği daha da artırdı" ifadesini kullandı. 

Gürsel, " gün Türkiye’nin yatırım yapılabilir ülke olma vasfı, kurumsal yatırımcıların nokta-i nazarında daha da azaldı. Türk Lirası bir günde yüzde 4 değer kaybetti; ABD Doları 4.3 iken 4.5’e fırladı. Ardından 5’i gördü" dedi. 

"ABD ile olan krizin Türkiye’nin kendi tam teşekküllü krizine fevkalade kötü etkileri oluyor, olabilir" diyen Gürsel, "Ama en kötüsü, kendi krizimizi Trump’ın arkasına gizlemeye çalışmaktır" yorumunda bulundu. 

Gürsel'in Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan yazısı şöyle: 

"ABD Doları geçen nisan başında 4.0’ı görmüştü. Papaz Brunson o zaman da tutukluydu. Ama ABD’yle ayyuka çıkmış bir “Brunson krizi”miz henüz yoktu. 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Londra’ya gittiği 13 Mayıs’ta ABD Doları/TL kuru 4.3 seviyesindeydi. Erdoğan, Bloomberg TV’ye serbest bir mülakat verdi. “Serbest” derken, söyleşinin kontrolü gerçek sorular soran gazetecideydi, onu kastediyorum. Gerçi bütün sorular Erdoğan’ın seçimleri kazanacağı varsayımına göre hazırlanmıştı... Erdoğan o yayında, 24 Haziran’dan sonra “yürütmenin olmazsa olmaz başı” olarak Merkez Bankası’na daha güçlü biçimde müdahale edeceğini, reel faizi sıfırlamak istediğini, faizin sebep, enflasyonun netice olduğunu söyledi. Bu sözleri, uluslararası yatırımcıların Erdoğan’a duyduğu kuşku ve güvensizliği daha da artırdı. O gün Türkiye’nin yatırım yapılabilir ülke olma vasfı, kurumsal yatırımcıların nokta-i nazarında daha da azaldı. Türk Lirası bir günde yüzde 4 değer kaybetti; ABD Doları 4.3 iken 4.5’e fırladı. Ardından 5’i gördü. 

Bu, yurtdışı kaynaklı bir operasyon muydu? 

Hayır, Türk Lirası’ndaki bu ani değer kaybına vahim bir iletişim hatası yol açmıştı. Aşırı kırılganlaşmış bir ekonominin başındaki kişilerin Londra’daki kurumsal yatırımcılara en son duymak isteyecekleri şeyleri söyleme lüksü olamazdı. Olursa, işte böyle sonuçları da olurdu. 
Peki, bugünlerde Türkiye’yi hedef alan bir ticari/mali operasyon söz konusu mudur? 

Evet, öyledir. Türk-Amerikan ilişkilerinin tarihte yaşadığı en derin, en karmaşık, en kapsamlı, en büyük krizin vardığı noktada ABD, Türkiye’ye yaptırım uyguluyor. Ticaret ve dolar silahını kullanmaya çok heveskâr Trump yönetimi, Türkiye’nin yumuşak karnı olan ekonomisine vurarak kendi iradesini Ankara’ya kabul ettirmeye çalışıyor. 

Sonuçta Türk Lirası yine büyük değer kaybetti. ABD Doları/TL kuru 7’yi görüp döndü; feci dalgalandı. Kur son iki gündür nihayet biraz durulur gibi oldu. Dün 14.40’ta 5.79 idi ve buna sevinecek haldeydik. 

Şu açıdan bakalım: Uzmanların birkaç yıldır dikkat çektiği Türk ekonomisindeki bu artan kırılganlık ve nihayet “ani duruş riski” olmasa, Cumhurbaşkanı’nın Londra’da doğru zannettiği yanlış şeyleri söylemesi ya da ABD Başkanı’nın Türk çelik ve alümin-yumuna gümrük vergisini iki katına çıkarması, kuru tepetaklak etmeye yeter miydi? 

Hayır yetmezdi. Ama Türkiye, iyi yönetilen bir ülke olsaydı bu zikrettiğim etkilerle zaten karşı karşıya kalmazdı. 
Asıl sorunlar ülkenin içinden kaynaklanıyor. Bunlar içeride ve dışarıda olumsuz sonuçlar üretiyor. Sonra iktidar ancak bu sonuçları idare etmeye çabalıyor. Elinden sadece bu geliyor çünkü sorunların nedeni, bizatihi kendisi. Yönetim anlayışı, siyasi kültürü, ideolojisi... 

Bir Türkiye ki ekonomisi, vadesi yaklaşan ağır dış borç yükü ve büyük cari açık baskısı altında kırılganlaşmış...
Üretmemiş, tasarruf etmemiş, borçlanarak tüketmiş... 
Bulduğu dış kaynağı rekabetçi bir sanayi yaratmak yerine, toplumsal-siyasal hâkim sınıf inşası için kaynak aktarımına uygun lakin verimsiz altyapı projelerine harcamış... 
İthalata bağımlı hale getirilmiş ihracatı, yeterli katma değeri üretemiyor... 

Ve bütün bunlar iktidarın siyasi tercihi olarak tezahür etmiş... 
Bu Türkiye’nin krizi yapısaldır. 
Kökeninde bir rejim ve devlet krizi vardır. Tam teşekküllüdür. 
Rejim ve devlet krizini ekonomide bir felaketin takip etmesi mukadderdi. 

Bu Türkiye’de Sayıştay ve Meclis işlevsizleştirilmek yoluyla bütçe denetimi engellenmiştir. Halktan toplanan vergilerin nasıl harcanacağı konusunda yetki tek kişiye kontrolsüz biçimde bırakılmıştır. Kamu harcamalarındaki aşırı artışın ardındaki neden siyasidir. 

Yargı bağımsızlığı ortadan kaldırılmış, etkinliği sıfırlanmıştır. Hukuk güvencesi yoksa, kontrat güvencesi de yoktur. Kaliteli dış yatırım gelmez. 
Bilgi ve ehliyet sahibi bürokrasi dışlanmış ya da tasfiye edilmiş, liyakatin yerini körü körüne sadakat almıştır. 
Denge ve denetleme mekanizmaları çalışamaz hale getirilmiş, güç tek elde yoğunlaşmıştır. 
Ana akım medyanın ıskatı ve gazeteciliğin öldürülmesi neticesinde ülkede gerçekte nelerin olup bittiği hakkında sağlıklı ve güncel haber almak neredeyse imkânsızdır. 
Bu şartlarda rejim ve devlet krizinin, sonunda kendi ekonomik krizini de yaratarak ülkeyi derinden sarsan tam teşekküllü birkrize dönüşmemesi mümkün değildi. Üstelik Türkiye, kötü yönetimi tazmin ve telafi etmeye yarayan rant gelirlerinden de yoksun. Petrolü ve doğalgazı yok. Dolayısıyla ülkemiz bu krizle oyalanarak, sürgit yaşayamaz. 
Türkiye’nin bir beka problemi varsa işte budur; kendi iç krizidir. 
İç ve dış politika ayrımı yapılamaz olsa bile, iç ve dış krizlerimiz arasında ayrımı doğru yapmak gerekiyor. ABD ile olan krizin Türkiye’nin kendi tam teşekküllü krizine fevkalade kötü etkileri oluyor, olabilir. Ama en kötüsü, kendi krizimizi Trump’ın arkasına gizlemeye çalışmaktır."