Ekonomi

Kriz AB’yi çökertebilir

Şubat ayında Wall Street Journal, Le Monde, The Economist, Der Spiegel gibi uluslararası birçok yayında krizin AB’yi çökertebileceğini öngören yazılar yayınlandı.

06 Mart 2009 02:00

Özden Timur Tırıç

Şubat ayında Wall Street Journal, Le Monde, The Economist, Der Spiegel gibi uluslararası birçok yayında krizin AB’yi çökertebileceğini öngören yazılar yayınlandı.

Küresel mali piyasaların Soros’un deyimiyle ‘dağılmış’ olması ve Dünya Bankası’nın gelişmekte olan ülkelere sermaye akımlarının yarı yarıya düşeceğine ilişkin öngörülerine geçen hafta yeni öngörüler eklendi. Financial Times (22, 23. Şubat.2009), Wall Street Journal (24. Şubat.2009), Le Monde (25.Şubat.2009), The Economist, 26.Şubat.2009), Der Spiegel (27.Şubat.2009) gibi uluslararası birçok yayın söz birliği etmişçesine krizin Avrupa Birliği’ni çökertebileceğine ilişkin öngörülerde bulundu.

İngiltere Başbakanı Gordon Brown da, Doğu Avrupa’daki Polonya ve Macaristan gibi ülkelerde yaşanan devalüasyon (bir ülkedeki paranın dolar-Euro gibi dış paralara karşı değer kaybetmesi) ile ekonomik daralmanın tüm Avrupa’yı etkileyeceğini ve kısır döngü yaratacağını belirterek, Doğu Avrupa ülkelerinin bankalarına acil yardım yapılması gerektiğini söyledi. 

Doğu Avrupa krizin kaynayan kazanı

Krizdeki derinleşme söylenenlerle ve yazılanlarla sınırlı değildi. Krizin tüm dünyayı daha da derinleşerek etkileyeceğini, dünya pazarlarının küçülen ekonomilerle birlikte daha da daraldığını, dış ticaret olanaklarının sınırlandığını ortaya koyan, işsizliğin ve iflasların artacağını söyleyen başka göstergeler de vardı.

Bu göstergelerin başında sanayi üretiminin ve talebin hemen her yerde gerilemeye devam ediyor olması geliyor. Örneğin en son dış ticaret verileri, Japonya’nın ihracatının ocakta bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 46, Çin’e yönelik yüzde 45, otomobil alanında yüzde 66 gerilediğini gösteriyor. Gerileme oranları Güney Kore, Çin, Tayvan, Hindistan için sırasıyla yüzde 33, yüzde 18, yüzde 44 ve yüzde 22. Bu ülkelerin ithalat oranlarında da benzer düzeylerde, hatta daha yüksek (Çin yüzde 43, Tayvan yüzde 56) gerilemeler gözleniyor. ABD ekonomisinin büyüme hızının, 2008’in son üç aylık döneminde, Reagan’ın iktidara geldiği 1982’den bu yana en kötü performansı sergileyerek yüzde 6.2 ile ilk hesaplanan yüzde 3.8’den, piyasalarda beklenen yüzde 5.2’den çok daha sert bir düşüş gerçekleştirmesi, Asya ülkelerinin ihracatındaki ve ithalatındaki gerilemenin devam edeceğini gösteriyordu. Bütün bu rakamlar da başta AB olmak üzere gelişmiş ülke/bölge ekonomilerinin dış ticaret olanaklarının ciddi anlamda daraldığını destekler nitelikte…

Bilim adamları cephesinde de aynı hava hâkim. Kriz kâhini Nouriel Roubini, krizin L tipi bir seyir izlediğini ve daha 36 ay süreceğini tahmin ettiğini açıkladı.

Şubat sonu itibariyle, tüm dünyada ekonomik krizin artık daha da derinleşeceği inancı yayılmaya başladı. Hatta kredi derecelendirme kuruluşu Standart&Poor’s tarafından yapılan açıklamada, ABD’deki kredi kullanma oranının dramatik düzeyde düşerek 1945 seviyesinin altına indiği belirtildi. Kurum bu veriyi temel alarak kredi krizinin daha başında olduğumuz öngörüsünde bulundu.

Hem bu tarz açıklamalar hem de ABD’nin dördüncü çeyrekteki resesyonunun beklenenden daha çok olduğunun ortaya çıkması, öte yandan AB’nin hala ekonomik paketi uygulamaya koyamaması piyasaları iyice karamsarlığa itti.

Reel ekonominin gerileyeceğine ilişkin veriler, yatırımcının yeniden döviz talebinde bulunmasına yol açarak doların tüm dünyada değer kazanmasına yol açtı. Aynı süreç, Türkiye’de de doların 1,73 seviyelerine kadar yükselmesiyle sonuçlandı.

Yatırımcı cephesinin gerçek ekonomik verilerden çok, söylentiler ve beklentiler üzerinden hareket etmesi ve döviz-borsa-petrol-altın gibi yatırım araçlarının değerlerinde sık sık dalgalanmalar yaşanması, küresel krizin gerçek gidişini göstermiyor.

Çünkü, ABD’deki resesyon hakkında çıkan bir söylenti birden doların artmasına yol açarken, hemen ardından Obama’nın bir açıklaması yeniden borsada kıpırdanışlara yol açabiliyor. Piyasaların bu kadar değişken olması, ekonomik gidişin ne kadar pamuk ipliğine bağlı olduğunun bir göstergesi.

Bazı uzmanlara göreyse, yatırımcıların ve ekonomi analizi yapanların asıl dikkate alması gereken konu ABD’deki gerileme oranı ve Doğu Avrupa’daki daralma oranı…

Krizin Türkiye’ye yansıması ise ihracatın daralması - gerilemesi yoluyla oluyor daha çok. Birkaç gün önce açıklanan rakamlara göre şubat ayı ihracatı aynı ayın geçen yılki değerlerine göre yüzde 35 gerilemiş.

Türkiye’nin en çok ihracat yaptığı AB ve Rusya’daki gerileme devam ettikçe, bizim ihracatımız da artarak gerileyecek. Bu durum da ihracata yönelik yapılandırılmış ekonomide ciddi iflaslara yol açabilecek...

Dış dünyadaki gelişmeler olumsuz olmaya devam ettikçe, Merkez Bankasının faizleri indirmesi de beklenen yararı sağlamayacak gibi gözüküyor…