Gündem

Koptaş: Türkiye, Ermenistan ve Diaspora'nın gücünü çok büyütüyor

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Rober Koptaş: Ermeni sorunu, eninde sonunda 1915’e bağlandığı için ve çok daha büyük bir sorun olduğu için, “Erdoğan çözer” tavrını pek görmedim Türkiyeli Ermenilerde

24 Nisan 2013 14:15

Fatih Vural

[email protected]

 

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Rober Koptaş, “Ermeni diasporasının ve çeşitli lobilerinin faaliyetleri, Batı ülkelerini soykırım noktasında bir pozisyon almaya itiyor; ama bu tavır sonuç alıcı yaptırım noktasına hiçbir zaman gelmiyor. Bu baskılar Türkiye’yi çok fazla sıkıştırdığı anda korumacı bir refleks devreye giriyor, Türkiye’nin istediğini yapma eğilimi ağır basıyor” dedi.

 

Abdullah Öcalan’ın Newroz’da yaptığı açıklamada Anadolu Uygarlığı vurgusu vardı. Bu vurguda Ermeniler de, Rumlar da yer alıyordu. Kürt sorununun, geldiği noktada Ermeni sorunuyla nasıl bir ilişki var?

O konuşma bana şunu düşündürttü: Türkiye’de iki tane güçlü ve eleştirel Cumhuriyet Tarihi okuması var. Bunlardan biri muhafazakâr, İslami okuma. Diğeri de Kürt okuması. Sol-sosyalist okuma da buna dâhil olabilirdi ama o zaten büyük ölçüde Kemalizm’le malul olduğu için güçlü ve eleştirel bir tarih okuması olamadı. Orada resmi tarihle büyük paralellikler var. Ama Müslümanların ve Kürtlerin okumaları, resmi okumayı sarsıcı nüveler barındırıyor.

Öcalan’ın konuşması bana, bu iki alternatif tarih okumasının birbirine çok yaklaştığı duygusunu verdi her şeyden önce. Müslümanlarla Kürtlerin tarih okuması birbirine iyice yakınlaştı. Bunun Türkiye’ye söylemesi gereken çok şey var. Ben, Cumhuriyet tarihinin kendisini köklü şekilde eleştirmeden, bir yeniden yazıma tabi tutmadan, Türkiye’nin tam anlamıyla yeni bir paradigma içine gireceğini düşünmüyorum.

AK Parti bunu belirli noktalara getirdi; ama hala vesayetten, eski rejimden korkuluyor. Onun yeniden dirilebileceğinden, yeniden siyasi iktidarın ayağını kaydırabileceğinden korkuluyor. Ayrıca o eski tarih okuması öyle veya böyle her kesimin zihnini biçimlendirdi. Bu yüzden tarihsel eleştiri çok bölük pörçük, bazen yararcı bir şekilde yapılıyor. Başbakan’ın Dersim için yaptığı açıklama çok önemli. Ama bunu daha ziyade CHP’ye karşı bir koz olarak kullanıyor. Dersim’in gerektirdiği daha genel bir eleştiriye teşmil etmiyor, yaymıyor oralara. Toplum da henüz bu kadar net bir okumaya, Cumhuriyet tarihinin bu kadar keskin bir eleştirisine hazır değil. Dolayısıyla Erdoğan’ın tavrını anlayabiliyorum, ama yine de daha cesur ve tutarlı olması gerektiğini düşünüyorum.

Kürt sorununda barış, Öcalan’ın açıklaması ve bunun şiddetsiz safhaya girme ihtimali, bu eleştirinin daha köklü şekilde yapılma ihtimalini doğuruyor. Barış gerçekten de Yeni Türkiye’yi kurmaya yarayabilir.

 

'Ermenice kitaplarda Ermeni ismi bulamıyorsunuz'

 

‘Yeni Türkiye’ kavramına inanıyor musunuz?

İnanıyorum. Şu an bile bazı anlamlarda yeni bir Türkiye’den söz edilebilir bence. Ama paradigma tam anlamıyla değişmedi. Paradigma değişimi bence ancak eski Türkiye’nin eleştirisinin çok daha net yapılmasıyla mümkün olacak.

Paradigmanın neden tam anlamıyla değişmediğine dair bir örnek vereyim. 7-8 yaşında kuzenlerim var. Ermeni okuluna gidiyorlar. Ermeni okulları Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı ve ders kitapları Talim Terbiye Kurulu’ndan geçiyor. Daha önce Ermenice ders kitabı basımı konusunda hep zorluklar çıkarıldı. Mesela benim lisede okuduğum Ermenice Edebiyat ders kitabı, 1905’te basılan ders kitabının tekrar tekrar basılmış haliydi. Çünkü yenisine izin verilmiyordu. AK Parti Hükümeti, 4-5 yıl önce bir karar aldı ve diğer okulların yanı sıra azınlık okullarına da bedava ders kitabı verdi.

Lozan’ın sağladığı imkân gereği, ilkokulda ‘Hayat Bilgisi’ ders kitabını Ermenice okutma imkânımız var. Hükümet bedava ders kitabı dağıtma kararından sonra bir ileri adım daha atarak, bazı ders kitaplarını bizzat devlet bütçesinden Ermenice olarak bastı. Biz bunu çok takdir ettik. Agos olarak da alkışladık. Milli Eğitim bir komisyon kurdu ve mevcut kitaplar Ermeniceye çevrilerek okullara dağıtıldı. Kuzenlerimde gördüm o kitabı ve açtığım anda büyük hayal kırıklığına uğradım. Ermenice ders kitabının her sayfasında Atatürk, pek çok sayfasında Türk bayrağı ve çok milliyetçi bir söylem vardı… Hatta konularda geçen çocukların isimleri de Ayşe, Ahmet, Hakan şeklinde. Ermenice çocuk isimleri bile yoktu. Çok ucube bir ders kitabıydı. Türk milliyetçiliğini Ermeniceyle yapan bir kitap. İyi bir şey yapılmak isteniyor, eşitlikçi bir şey yapılmak isteniyor; ama eski hâlâ o kadar güçlü ki, aynı sembollerle, söylemlerle hareket ediliyor. Eğer o ders kitabı gerçekten Ermenice basılabilir ve içinde çoğulcu, Ermenileri de içine alan, ayrımcı olmayan bir söylem olabilirse, o zaman yeni bir Türkiye’ye varmış olacağız. Ben bu anlamda kötümser değilim. Sabırlı, temkinli, ama iyimserim.

Öte yandan, bu kadar büyük bir değişim sadece bir siyasi iktidarın meselesi olamaz. Mevcut baş aktör bunu belli noktalara getirebilir; ama karşıtları çok sert oldukça, karşıtlarının suçlamaları ‘ihanet’e vardıkça, ister istemez değişimin çıtasını düşürmek zorunda kalıyor. Bunu da anlıyorum. Ama bu noktada yapılması gereken, o toplumsal uzlaşma zeminini aramak, yaymaya çalışmak. Böylece bunun dışında kalanların meşruiyet zeminini ortadan kaldırmak.

 

'Çözümün ekonomik, siyasi getirisi yok'

 

Kürt sorununun çözümü noktasında ‘akil insanlara’ ihtiyaç duyması, iktidarın, bu toplumsal algıyı aşma girişimi olarak okunamaz mı?

Yakın zamana kadar o kaygı çok güçlüydü. Siyasi iktidar, muhalefetin tepkilerini, milliyetçi çıkışları dikkate alma ihtiyacı hissediyor. Ama artık çözümün sağlayacağı kazanç ve çözmemenin maliyetinin çok büyük olacağı bilinci yerleştiği için daha rahat yol alınabiliyor. Kürt meselesinde durum bu ama Ermeni meselesinde böyle değil. Türkiye’nin oy dengelerini gözetmek zorunda olan siyasi iktidarın gözleriyle baktığımız zaman Ermeni meselesini çözmek, şu anda hiçbir şey kazandırmayacak gibi görünüyor. Oy kaybedecek, karşılığında ne kazanacak? Kazanacağı bir şey yok. Ermenistan, Türkiye’ye çok büyük bir yarar sağlamayacak. Geçmişiyle yüzleşti diye dünya belki Türkiye’yi alkışlayacak; ama bunun ekonomik ve siyasi bir getirisi yok.

 

Avrupa Birliği?

AB için bu mesele önemli olsaydı, bugüne kadar başka bir siyaset izleyebilirdi Türkiye’ye karşı. Daha talepkar olabilirdi. Bugüne kadar olmadığına göre bu konunun AB için çok önemli olmadığını söyleyebiliriz. Orada da yönetenler aynı hesapları yapıyorlar. Kefenin bir tarafına Türkiye’yi, bir tarafına Ermenileri koyuyorlar. Kefede hangisinin ağır bastığı ortada. Bu dengede diasporanın, Ermenistan’ın hiçbir zaman ağır basmayacağını düşünüyorum.

 

'Türkiye istediğini yaptırıyor'

 

Neden? Çok mu büyütülüyor o güç?

Çok büyütülüyor. Somutlar üzerinden gidelim… Türkiye-Fransa ilişkilerinin en kötü olduğu dönem, Sarkozy dönemiydi. Bir daha seçilemeyecekti muhtemelen. Son bir siyasi jest olarak, muhtemelen de kendi Türkiye karşıtı duygularının yansıması olarak, Soykırım Tasarısı’nı senatoya getirdi. Senatodan geçti; ama ne hikmetse Fransız Anayasa Mahkemesi yasayı iptal etti. Bir siyasetçi Ermenilere yaranmak için adım da atsa, orada dahi devlet son raddede el koyuyor. Yasayı iptal ediyor. Obama başkan olduğu güne kadar 1915’i soykırım olarak adlandırdı. Şu anda, ‘Benim tavrım belli, ama ABD’nin çıkarları ve Türkiye-Ermenistan yakınlaşmasını göz önüne alarak, soykırım dememeyi tercih ediyorum’ diyor. Zaman zaman, konjonkturel olarak ve iç politika gereği, Ermeni diasporasının ve çeşitli lobilerinin faaliyetleri, Batı ülkelerini soykırım noktasında bir pozisyon almaya itiyor; ama bu tavır sonuç alıcı yaptırım noktasına hiçbir zaman gelmiyor. Bu baskılar Türkiye’yi çok fazla sıkıştırdığı anda korumacı bir refleks devreye giriyor, Türkiye’nin istediğini yapma eğilimi ağır basıyor.

Bu yüzden de diasporadaki çabanın, kongrelerde, senatolarda bu kanunu geçirmek yerine, bunun için zaman, para, emek harcamak yerine daha yapıcı, Türkiye’deki değişimi destekleyici, bu anlamdaki bilinci artırıcı çalışmalara yönlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bence diaspora sınırlı olan gücünü hem boşa harcamış oluyor hem de yaptıklarıyla Türkiye’deki milliyetçiliği ve resmi tezlerin hakimiyetini güçlendirici bir etki yaratıyor. Çünkü zaten resmi ideoloji, bunun bir Batı yalanı olduğu tezleri üzerine kurulu. Bunu Batı üzerinden zorla, dayatmayla kabul ettirmeye çalıştığınız zaman, o resmi pozisyonu çok rahatlatmış oluyorsunuz. Halbuki Ermeni meselesini kabul ettirmenin tek yolu, Türkiye’deki o resmi söylemin, ideolojinin ve tarihin sarsılmasından geçiyor. Siz onu sarsmayıp aksine destekliyorsunuz. Ama diaspora maalesef bunu görebilecek noktada değil; çünkü Türkiye’yi çok iyi tanımıyorlar.

 

Bu resmi ideoloji, Hrant Dink’le sarsıldı mı?

Bugüne kadar belli bir noktaya geldiysek -ki bence geldik, Hrant Ağabey sayesinde oldu büyük ölçüde. Agos sayesinde oldu. Bunların dirsek teması içinde olduğu aydın sınıfı, gazeteci sınıfı, akademi camiası, bu konuyla Agos ve Hrant Dink sayesinde tanıştı. Uyandı. Yaşananlara daha iyi vakıf olduktan sonra da mahcubiyetle bu işe dört elle sarıldı; bu davanın Türkiye’deki savunuculuğunu yaptı. Kolay da değildi.

 

Hrant Dink’in yaptığı bir Don Kişot’luk muydu?

Büyük ölçüde öyle. Çünkü Agos’un başladığı dönem itibariyle, 80 küsur yıldır söylenmiş ve anlatılmış bir tarih var. Bu tarih, gerçeklik üzerine kurulu olmasa da çok etkili. İnsanları ikna etmiş. İnsanlar ona inanmışlar. Bir gün birisi çıkıyor ve ‘Bizim hikayemiz aslında budur. Bunları yaşadık. Bu aynı zamanda sizin de tarihinizdir. Gelin bu tarihe birlikte bakalım’ diyor. Bakmaya başladıkça, önce kendiniz bilmediğiniz şeyleri öğreniyorsunuz. Kendi hayatınız için kritik bir değişim yaşayıp sonra da bunu kalabalıklara anlatmaya çalışıyorsunuz. Devlet aksini anlatmaya devam ederken. Eğer Türkiye’de 100 kişiden 5’i, bu konuda biraz olsa resmi tarihi sorgulamaya başladıysa, ya da bu konuda yalan söylendiğine inanıyorsa, bu önemli bir toplumsal taban demek, Ermeni meselesinde.

Dünyada en fazla 7-8 milyon Ermeni var. Ermenistan’da 2 milyon Ermeni yaşıyor, Rusya’da 2 milyon Ermeni yaşıyor. Farklı ülkelerde de 3-4 milyon Ermeni var. E Türkiye’de 75 milyon insan yaşıyorsa, bunların yüzde 10’u bu konuda açıksa, bu da dünyadaki Ermenilerin konuşabilecekleri 7 buçuk milyon Türkiyeli var demektir. Bu az bir şey değil! Günden güne de genişleyecek.

 

'Diaspora, Dink’e ‘ajan’ bile dedi'

 

Diaspora ve Ermenistan, Türkiye’deki bu değişimi fark edebildi mi? İlişki kurabildiler mi?

Giderek fark ettiklerini düşünüyorum. Öncesini de biliyorum. Hrant Ağabey’in diasporayla karşı karşıya geldiği noktaları anımsıyorum.

 

Mesela?

Yurtdışındaki toplantılarda ya “Sen, Türkiye’de esir statüsündesin. O yüzden böyle düşünüyorsun. O yüzden Türkiye’de iyi şeyler olduğunu anlatıyorsun. Sana dayatılanı anlatıyorsun.” türünden çıkışlar yapıyorlardı. Ya da “Sen Türk devletinin ajanısın. Seni, bizleri ikna etmek, kandırmak için görevlendirdiler. O yüzden böyle söylüyorsun.” diyen insanlarla karşılaştı. Ama yılmadı ve anlattı. Gittikçe de daha fazla ikna edici oluyordu. Diaspora, Hrant Dink’in cenaze töreninde o değişimi gördü. Ne talihsizlik ki onun öldürülmesi noktasında Türkiye ile gerçek bir temas kurabilmiş oldu. Yüz binlerce insanın sokağa dökülmesi, diasporaya ‘Kim bunlar? Nasıl oluyor da Türkler Hrant için yürüyor?’ sorusunu sordurttu. Bu şaşkınlıkla, Türkiye’ye daha gerçekçi bakmaya başladılar. Bu süreç devam ediyor. Ben hala kurumsal düzeyde, politika düzeyinde çok olgun bir noktaya gelindiğini düşünmüyorum. Ama tekil örnekler, aydınlar, gençler çok daha yakından takip ediyor Türkiye’yi. Bu nedenle temaslar da daha yoğun oluyor. Her gün, her hafta bunları yaşıyoruz.

 

'Diaspora, Ergenekon’u anlayamadı'

 

Ergenekon davasına nasıl bakıyor, Türkiye’deki Ermeniler ve Diaspora? Bu davada, Hrant Dink’i tehdit eden ulusalcı kanadın birçok aktörü tutuklu konumunda. Dava dosyasında içinde Mutafyan’ın da bulunduğu suikast planları ortaya çıktı. …

Türkiye’deki Ermenileri olumlu etkiledi. Bunun etkilerini Agos olarak da yaşadık. Hrant Ağabey zamanında açılan davalar, soruşturmalar, gelen tehdit mailleri, mesajları, çok planlı bir şekilde yapılmıştı. 2004’ten sonra hızla artan bir boyuta ulaşmıştı. Son bir yılında 1500’e yakın tehdit ve küfür mesajı aldı Hrant Dink. Buna dayanmak çok zordu. Hangi haleti ruhiyede olduğunu da son yazılarında ifade etmişti. Bunların birçoğu tek merkezden yürütülüyordu. Şu an Ergenekon’dan içerde olan malum çevrelerle çok ilişkiliydi. O insanların cezaevine girmesi, 2008’den sonra ortamın değişmesine yol açtı.

Yurtdışından bu sürecin çok iyi anlaşıldığına kani değilim. Diaspora için Ergenekon Davası çok karışık. Ne olduğunu kolay kolay anlayamayacakları çok kaotik bir süreç. Onlar süreci biraz da ‘AK Parti hükümeti geldi. Türkiye geçmişten biraz farklı şeyler söyleme başladı’ şeklinde okuyor. Aydınlar düzeyindeki değişimi daha açık görüyorlar. İsmen tanıdıkları, televizyonda gördükleri, kendi kentlerine gelen aydınları görüyorlar. Bu, onlara bir şeyler söylüyor. Bir süredir her hafta Ermenistan’dan bir internet sitesiyle Skype üzerinden röportaj yapıyoruz. Onlara Türkiye’de olan biteni anlatıyorum. Her ‘Ergenekon’u konuşalım’ dediğimde, “Ya bu konu bizim için çok karışık. Bizim takipçimiz bunu anlayamaz. Başka zamana bırakalım’ diyorlar.

2015, soykırımın yüzüncü yılı. Türkiye üzerine baskıların daha yoğun olacağı bir dönem olacak. Türkiye bunun kaygısını şimdiden duyuyor aslında. Elçilerin, Dışişleri Bakanı’nın sözlerinden bir savunma haline hazırlık görülüyor. “Diaspora, bizim diasporamızdır. Anadolu’nun da diasporasıdır. Büyükelçiliklerimiz onlarla da temas kuracaktır.” gibi ılımlı sözler kadar, yine Davutoğlu’nun söylediği “1915, bizim için Çanakkale’dir” cümlesi de var.

 

'2015’te bir kırılma olmaz'

 

2015 bir kırılma olur mu?

Ben olacağını düşünmüyorum. Bu konuyu daha çok tartışmak anlamında bir fırsat sağlıyor; ama 2015’e doğru gerginlikler artarsa, dış baskılara bağlı olarak hükümet savunmacı sürece girerse, ön alıcı ve diyaloga açık olmazsa, Türkiye’de bu konuyu konuşanların işi daha zorlaşır. Eğer Türkiye daha yumuşak ve olgun biçimde bu konuyu tartışmaya hazır olursa, diasporaya ve Ermenistan’a yönelik adımlar atarsa, dışarıdaki baskıları da kıracaktır. O zaman bunu bir fırsata çevirebilir. Ama bu meselenin 2015’te kapanacağını sanmıyorum. Daha çok yol var bence.

Ermeni Konferansı’nı da bir kırılma olarak görebilir miyiz? Ardından gelen protokoller sürecinden sonra herkes umutlanmıştı ki, süreç dondu.

Bence de önemli bir kırılmaydı. Artık bu meseleyi kendi içimizde, toplumsal düzeyde, medyada özgürce tartışabiliriz damgasını vurdu. İlk başta doğru tavır almayan Hükümet sonradan bir kapı açtı ve o kapıdan da girildi. Ermenistan’la yakınlaşma siyaseti bu süreçle ne kadar alakalı bilmiyorum. Ama Türkiye’nin komşularla ‘sıfır sorun’ hedeflediği, dış politikada daha aktif olduğu bir dönemin ürünüdür. Ermenistan da buna hazır ve arzuluydu. Orada dış politika anlamındaki kırılma, Başbakan’ın, Azerbaycan tarafından bu kadar sert tepki beklemiyor olmasından kaynaklandı.

Tepki çok sert olunca, iki kaygıyla geri adım atıldığını düşünüyorum. Birincisi, Azerbaycan’dan alınan doğalgaz. Türkiye, Rusya ve İran’dan aldığının yarı fiyatına alıyor doğalgazı, Azerbaycan’dan. Bu, çok önemli. İkincisi de Azerbaycan’ın milliyetçi cenah üzerindeki etkisinin oy kaybettireceği korkusu, Başbakan’ı, Davutoğlu’nun açtığı kapıyı kapatmaya itti. Para ve oy kaybetmeyi göze alamadı, Başbakan.

Türkiye ekonomik anlamda, Azeri doğalgazına bağımlılığından kurtuldukça, oradaki politika belki değişebilir. Bir ihtimal 2015 öncesi, Ermenistan’la yeniden bir yakınlaşma dönemine girilebilir. Türkiye bu adımlarla, gelecek muhtemel baskıları savurabilir.

Yarım yamalak da olsa Dersim özrüyle birlikte, Cumhuriyet tarihinin yeniden okunmasına yönelik başlamış olan trend, kökten bir okumaya varırsa, 1915’i anımsamayı da kaçınılmaz olarak beraberinde getirecek. Başbakan CHP’yi eleştirirken,  özellikle tek parti dönemini eleştirirken “İttihatçı zihniyet ve onun Türkiye’ye yaşattıkları” vurgusunu sıkça kullanıyor. Bunu parçalı yapıyor ve iç politikada kendisine çıkar sağlayacağı anlarda yapıyor. Bazen gündemi değiştirmek için yapıyor; ama bunun farkında olması, Ermeni meselesinde de çok şeyin farkında olması gerektiğini söylüyor. Muhtemelen Başbakan şunun da farkında: O eleştirdiği pozitivist, tek tipçi, İttihatçı tek parti zihniyeti; Dersimlilere reva gördüğünü, 1915’te de Ermenilere reva gördü.

 

Yani?

Söyleşinin başındaki soruna gelirsek, Kürt meselesine bakış, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve bu konuların daha özgürce konuşulabilmesi; İttihatçıların ve tek parti döneminin yaptıklarının daha özgür yazılıp çizilebilmesi, nihayet bunların müktesebat ve müfredat haline gelmesi sonucunda Ermeni meselesi doğru anlaşılabilir. Bu uğurda, Türkiye’nin attığı her adım, Ermeni meselesi hanesine bir kazanç olarak yazılıyor.

Bence Türkler için iyi olan, Ermeniler için de iyidir. Türkiye’nin özgürleşmesi, demokratikleşmesi, daha çoğulcu bir yapıya kavuşması, toplum tasavvurunun hepimizi içine alacak şekilde genişlemesi; Türkü, Kürt’ü, Müslüman’ı, Gayrimüslimiyle hepimiz için iyidir. Böyle olması Türkiye’yi güçlendirir. Ve ancak böyle bir Türkiye’de, 1915, Ermeni meselesi özgürce konuşulabilir. Türkiye içine kapalı oldukça, iç barışını sağlayamadıkça, daha milliyetçi ve devletçi oldukça, daha güvensiz ve kavgalı oldukça, Ermeni meselesinde hiçbir gelişme bekleyemeyiz. Dolayısıyla Türkler ve Kürtler için iyi olan her şey Ermeniler için de iyidir.

 

'Erdoğan, meseleyi anlama çabası içinde değil'

 

Türkiye’deki Ermeniler de, Leyla Zana’nın “Kürt sorununu ancak Erdoğan çözer” gibi “Ermeni sorununu ancak Erdoğan çözebilir.” diyorlar mı?

AK Parti’yi destekleyen epey Ermeni var. Destek oranının Türkiye ortalamasının altında kalmadığını tahmin ediyorum. Bazı noktalarda üstüne bile çıkıyor olabilir. Ama şüpheli olanlar da var. Laik kanadın kaygılarını taşıyanlar var. Bugüne kadar ‘Ermeni meselesini ancak Erdoğan çözer” gibi bir tavrı, cemaatin içinde görmedim. Vakıfların mal-mülk sorunları, geçmiş haksızlıkların telafi edilmesi noktasında AK Parti’ye inanç var; ama Ermeni sorunu, eninde sonunda 1915’e bağlandığı için ve çok daha büyük bir sorun olduğu için, “Erdoğan çözer” tavrını pek görmedim Türkiyeli Ermenilerde.

Erdoğan çok güçlü bir lider. İkna kabiliyeti çok yüksek. Kürt meselesinde hangi söylemi kullandığında toplumda ne tür etkiler ortaya çıkardığını son aylar içinde çok net gördük. Çok geniş bir toplum kesimi üzerinde ikna ediciliği var. Ermeni meselesinin çözümü de önümüzdeki 10 yılı düşündüğümüzde bir anlamda Erdoğan’a bağlı tabii ki. Ama Erdoğan‘ın “Bu meseleyi iyice anlayayım” diye özel bir çaba içine girmediğini düşünüyorum. Kendi vatandaşı olan Ermenilere karşı ayrımcı bir zihniyet taşımıyor. Ama genel olarak Ermeni meselesinde, Ermenistan ve diaspora da işin içine girdiğinde, sorunu tam anlamıyla idrak etme çabası içine girmiş değil. Ama nihayetinde tabii ki çözümün kilidini elinde tutuyor.

 

'Ermenistan onursuzca bir barışı kabul etmez'

 

Ermenistan’ın yaşadığı ciddi bir sıkıntı var. Toplumsal anlamda ve ekonomik anlamda çok ciddi bir uçurum var. Kapının açılması, ticaretin canlanması ne kadar önemli, bu soruna dair?

Hem önemli, hem önemsiz. Oraya gittiğimde insanların anlattıkları şu: “Biz tabii ki sorunun çözülmesini istiyoruz. Türkiye, AB’ye girmek istiyor. Biz de AB’ye komşu olmak istiyoruz.”

Türkiye kanalıyla AB ile ilişki kurarak, Rusya’nın tek hakim olduğu bir Ermenistan’dan ziyade, daha dengeli bir dış politikaya kapı açmak istiyorlar. Bunun için sınırın açılmasını istiyorlar.

Bir yandan da önemsiz. Çünkü şunu da söylüyorlar: “Türkiye sınırın açılmasını büyük propaganda malzemesi yapacak, bizim için kabul edilemez koşullar öne sürecek, bizi onursuz bir barışa itecek kadar ileri götürürse, bu kabul edilemez. Biz zaten 20 senedir iki taraftan ambargolu bir şekilde yaşıyoruz. Ama bir şekilde hayatımıza devam edebildik. Elektriksiz, susuz, ısınmak için ormanları kesmek zorunda kaldığımız en zor günleri de görebildik. Şimdi o günlere göre çok daha iyi durumdayız. Bir şekilde İran’la, Gürcistan’la, Rusya’yla bir denge tutturup zor da olsa bu hayatı sürdürebiliyoruz ve sürdürebiliriz. Eğer Türkiye bu kadar katı olacaksa, bizim için de yapacak bir şey yok.”

 

Peki ya oligarklar?

Evet, oligarklar çok güçlü. Evet, ekonomide tek söz sahibiler. Evet, ekonomide çok yol kat edilmiş değil. Evet, gelir farklılıkları var. Ama bir yandan baktığında da dünyanın birçok yerindeki sorunlardan çok da farklı sorunlar değil. Rusya’nın güvence sağlaması ve ona bu kadar bağımlı olmak, Ermenistan için bir yandan kötü. Ama bir yandan da özellikle askeri ve güvenlik anlamında, kimsenin Ermenistan’a ilişemeyeceğine dair bir bilinç oluşturuyor ve onları rahatlatıyor.

Benim açımdan bakarsam; Elbette ki sınırın açılması, iki halkın birbirini tanıması anlamında çok önemli. Ermenistan’ın Rusya’ya bağımlılığından kurtulmasını isterim. Daha demokratik bir ülke olmasını isterim. Türkiye’yle aynı birlikler içinde yer alan bir Ermenistan görmek isterim. Bu da öncelikle sınırın açılmasından geçiyor.

Ama bunun bir yolu da Karabağ sorununun çözümünden geçiyor. Umarım orada da Ermenistan ve Azerbaycan, ufak da olsa bazı adımlar atar ki Türkiye’nin eli de rahatlar ve üçlü bir barışı kurabilirler.

 

'Azerbaycan, Agos’u istemedi'

 

Offshore skandalı, Türkiye’nin Azerbaycan’a bakışını etkiler mi?

Azerbaycan’ın Türkiye’ye etkisi açısından sınırları zorladığını düşünüyorum. ‘İki devlet, tek millet’ söyleminin elbette bir alıcısı var. Ama Aliyev rejiminin, Türkiye’de Ermenilerle ilgili her şeye müdahale eder pozisyona gelmesinin, iktidarda bir antipati yarattığını seziyorum. Türk Hava Yolları’nın Atatürk Havalimanı’nda Agos Gazetesi bulundurmasına itiraz edecek noktaya geldi, iş. Azerbaycan Dışişleri Bakanlığı Basın Sözcüsü, bunu kınayan bir açıklama yaptı. Türkiye’nin içişlerine bu kadar müdahale, bir yerden sonra ters tepecektir.

Offshore skandalıyla, Aliyev rejiminin içyüzü de ortaya çıkmış oldu. Bilinen; ama Türkiye’de çok konuşulmayan bir şeydi. Azerbaycan’da Ekim ayında bir seçim var. Muhalif bir kaynama da var. Dolayısıyla Azerbaycan’ın çıkarları olarak savunulan şeyin, Aliyev’in çıkarları olduğu daha aşikar kılınıyor. Aliyev rejimine bu kadar körü körüne destek, Türkiye’nin Kafkasya denkleminde rolünü kısıtlıyor.