03 Aralık 2012 10:23
BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak, BDP’li 9 milletvekilinin dokunulmazlıklarının kaldırılması için verilen fezleke hakkında“Bizim dokunulmazlıklarımızın kaldırılması Türkiye’ye bir şey kazandırmayacak. Tam tersine Türkiye’ye çok şey kaybettirebilir. Daha mahkûmiyete kalmadan büyük bir siyasi kriz yaratacak bu durum” dedi.
Açlık grevlerinin ardından Kürt sorununun konuşarak çözüleceğine inandıklarını belirten Kışanak, dokunulmazlıkların kaldırılmasının gündeme gelmesiyle ‘Hayır konuşmayalım. Temsilcilerini de cezaevine atalım’ deniyor” diye konuştu.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da gündemi sürekli gerdiğini söyleyen Kışanak, “Bu konuyu Başbakan açtı, konuyu kendisi kapatsın. Siyasi bir kriz mi yaratmak istiyorlar ya da siyasi krizi önlemek mi istiyorlar karar versinler” dedi.
Taraf gazetesinden Neşe Düzel’in “Büyük siyasi kriz geliyor” başlığıyla yayımlanan (3 Aralık 2012) Gültan Kışanak söyleşisi şöyle:
Açlık grevlerinin Öcalan’ın isteğiyle sona erdirilmesinden sonra siyasette bir yumuşama belirmişti. Şimdi birdenbire Başbakan, BDP’li milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırmaya karar verdi. Ne oldu arada?
Ne olduğunu bilmiyoruz. Başbakan artık öngörülemez bir hâle geldi. Onun siyasetinin ne olduğunu, ne olacağını sadece biz değil AKP de kestiremiyor. En yakın çevresi bile Başbakan’ın bir saat sonra ne yapacağını, ne söyleyeceğini tahmin edemiyor. Bir başbakanın bu kadar öngörülemez olması ülke için büyük bir tehlike arz ediyor.
Başbakan neden siyaseti gerecek böyle bir karar aldı sizce?
Acaba Başbakan gerçekten bir karar aldı ve bu kararını kararlılıkla uygulayacak mı? Yoksa Başbakan tartışma yaratarak siyaseti bir süre bu konuyla gerecek ve sonra bu konudan vaz mı geçecek? Çünkü geçmişte bunu çok yaptı. Mesela idam tartışması... Bu kadar altı boş bir siyaseti Türkiye’nin gündeminde çok uzun süre tuttu ve siyaseti idam üzerinden iyice gerdi. Acaba gene aynı yolu mu izliyor?
Sizce hangisi?
Bunu tam bilemiyoruz ama şunu biliyoruz. Elindeki bütün kozları baskı unsuru olarak kullanma ve topluma, Kürt siyasetine ve bize böyle bir şantaj yapma tarzı var Başbakan’ın. Muhtemelen gene böyle bir yöntemle, dokunulmazlıklar konusunu gündeme taşıdı.
İmralı’yla ya da Kandil’le bizim bilmediğimiz gizli görüşmelerin olması ve o görüşmelerde herhangi bir aksaklığın ortaya çıkması üzerine böyle bir karar alınmış olabilir mi? Dokunulmazlıkların kaldırılması kararı bir şantaj olarak kullanılıyor olabilir mi?
Görüşme var mı, bu görüşmeyi kimler yapıyor, görüşme hangi aşamada kesinlikle bizim bir bilgimiz yok. Dokunulmazlık konusu bu yüzden bir şantaj olarak ortaya konuyor mu, konmuyor mu bilmiyoruz. Ama toplamında, Başbakan’ın söylemi ve bu politika, Kürt siyasetine ve bize karşı bir şantaj kokuyor. Gerekirse cezaevi tehdidiyle bizi etkisizleştirmeyi, devre dışı bırakmayı, bizi politika yapamaz hâle getirmeyi içeriyor.
Başbakan, “yargıya talimat verdik” diyebiliyor. İktidarla yargının ilişkilerinin ne olduğu da bilinmiyor. Bu şartlarda Başbakan’ın sizi mahkemeye göndermesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Başbakan, sürecin başından beri hukuka aykırı bir yol izliyor. Mesela, “Gerekli talimatı verdik” dediğinde, ortada fezleke falan yoktu. Savcılık soruşturmasını yürütmüş ve bizimle ilgili bir fezleke ortaya koymamıştı. Ama Başbakan bu sözleriyle, “talimat verdim, savcılık fezleke hazırlayacak” demek istedi. Yasaların kendisine verdiği yetkilerin de ötesinde yetkilere sahip olduğunu varsayan bir başbakan var ortada. Öyle ki, dokunulmazlık tartışmasını açarken de, “Fezlekeleri parti olarak konuşacağız, tartışacağız ve gerekeni yapacağız” dedi. Bu da hukuka aykırı çünkü Meclis İç Tüzüğü’nde, “Dokunulmazlıkla ilgili konular parti kararı olarak tartışılamaz. Milletvekilleri bu konuda bireysel iradeleriyle karar verirler” diyor.
Bu sürecin sonunda bir mahkûmiyet kararı çıkabileceğini düşünüyor musunuz?
Süreç bu mantıkla yönetilirse en nihayetinde bunun sonu cezaevidir, mahkûmiyettir! Çünkü en nihayetinde bu dokunulmazlık meselesi hiç de bazılarının dediği gibi sadece yargı yolunu açan bir durum olmayacak. Birçok deneyden yola çıkarak biliyoruz ki, bu iş cezaevine kadar gidecek.
Dokunulmazlıklar ne kadar zamanda kaldırılır?
Meclis komisyonlarını çalıştırma konusunda çoğunluk AKP’de olduğu için buna AKP karar verecek. İsterse, bu işi bir buçuk ayda tamamlar.
Dokunulmazlıkları kalkan milletvekilleri hemen cezaevine mi girerler?
Tabii. Dokunulmazlık kalkarsa, kaçınılmaz sonuç budur. Fezleke bizimle ilgili “yardım, yataklık” diyor. Biliyorsunuz Terörle Mücadele Yasası’nda “örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt üyesi olmak gibi” bir kıstas var.
Anlamadım...
Bu madde insanın gözünün içine baka baka, “evet sen örgüt üyesi değilsin ama ben sana gene de örgüt üyesi cezası vereceğim” diyor ve cezayı veriyor. Bu kadar hukuk dışı olan bir yasa var ortada yani. Örgüt üyesi olmanın cezası 15-18 yıl ise örgüt üyesi gibi olmamanın cezası da sekiz-dokuz yıl. Yardım yataklığın cezasının da bundan pek bir farkı yok. Yargı, konu önünde geldiğinde hangi maddeyi işletecek bunu da bilemiyorsunuz. Kısacası bu ülkede hukuk da öngörülemiyor.
BDP’li 10 milletvekili mahkûm olursa bunun siyasi sonuçları ne olacak?
Bizim dokunulmazlıklarımızın kaldırılması Türkiye’ye bir şey kazandırmayacak. Tam tersine Türkiye’ye çok şey kaybettirebilir. Daha mahkûmiyete kalmadan büyük bir siyasi kriz yaratacak bu durum. Bakın... Meclis’te şu anda dokunulmazlıklarla ilgili 850 dosya var. Bunların 650’si bize ait, geri kalan 200’ü de diğer partilerin milletvekillerine ait. Hepsi de daha önce gelmiş olmalarına rağmen, bu fezlekelerin içinden sadece bizimkini seçip özel bir tutum almak tam bir siyasi operasyondur.
Böyle bir mahkûmiyet hâlinde partiniz ne yapacak?
Bizim fezlekeleri Meclis Genel Kurulu’na sevk etme kararlılığında olurlarsa... BDP blok milletvekilleri bu siyasi operasyona sessiz kalmazlar. Bu siyasi operasyona karşı 35 milletvekili bir bütün olarak başka bir siyasi tutum alırlar. Zaten siyasi kriz de bu aşamada çıkar.
Meclis’ten çekilmek gibi radikal kararlar var mı gündeminizde?
Bizim iki parametremiz var. Bu iki parametre, bizim nasıl hareket edeceğimizi değerlendirmek için yeterli. Birincisi, bu bir siyasi operasyondur. İkincisi, bu siyasi operasyon hepimize yapılmış bir operasyondur. Bizim de cevabımız siyasi olacak ve toplu olacak! Türkiye’nin demokrat kamuoyu ve AKP’de kendisini demokrat olarak tanımlayan Kürt, Türk herkes bu iki parametre üzerinden bu konuyu tartışmalı.
Siz artık bu konuyu tartışmayacak mısınız?
Bu konuyu Başbakan açtı, konuyu kendisi kapatsın. Siyasi bir kriz mi yaratmak istiyorlar ya da siyasi krizi önlemek mi istiyorlar karar versinler. Biz o gün geldiğinde onurlu bir duruşu tercih edeceğiz. Biz BDP blok milletvekilleriyle grubumuzda bu konuyu konuştuk.
Neye karar verdiniz?
“Bu bir siyasi operasyondur cevabımız da siyasi olacak. Bu, tek tek arkadaşlarımıza yönelik değildir. Bu, siyasi geleneğin kendisine, hepimize yöneliktir. Ne yapacaksak birlikte yapacağız. Otuz beşimiz beraber hareket edeceğiz” dedik.
Bu konuyu artık AKP Grubu tartışsın diyorsunuz. Bu tartışmadan ne çıkmasını bekliyorsunuz?
AKP’nin içinden itiraz eden bir damarın çıkması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü sadece Başbakan’a bakarak siyaset yapmak, kimseyi sorumluluktan kurtarmaz. Yarın bu fezlekeler gündeme gelir ve milletvekillikler AKP grubunun oylarıyla düşürülürse, kimse halkın nezdinde ve tarih nezdinde, “Başbakan istedi onun için oldu” diyemeyecek. Herkesin bireysel sorumluluğu var. Herkesin hem halka hem tarihe karşı sorumlulukları var. Herkes kendi tutumunu ve siyasi duruşunu sorgulasın. AKP Grubu bu konuyu kendi içinde tartışsın. Bu, onları ilgilendiren bir sorun.
Güneydoğu’da Başbakan’ın bu kararı nasıl karşılandı?
Uzunca bir süredir Başbakan’ın bu tür çıkışları, Başbakan’ın siyaset yöntemi ve dili, AKP dışındaki Kürt kamuoyunda büyük bir öfke ve tepki uyandırıyor. AKP’ye yakın duranlarda ise Başbakan!ın dili ve siyaset yöntemi mahcubiyet yaratıyor. Ben şimdiye kadar Başbakan’ın bu tür çıkışlarının arkasında açıkça duran tek bir Kürt görmedim. Kimse çıkıp onu savunamıyor.
Peki, ne diyorlar?
“Başbakan böyle söylüyor ama aslında başka bir şey vardır” gibisinden gerekçeler bulmaya çalışıyorlar. Açlık grevindeyken bize destek ziyaretine gelenlerin içinde AKP’ye oy verdiğini bildiğimiz insanlar da vardı. Onlar da “biz insani ve vicdani olarak çok zorlanıyoruz” diyorlardı. Anlayacağınız AKP’nin içinde de böyle bir noktaya geldi iş.
Peki, Kürtlerde, “bizi siyasetten tasfiye ediyorlar” türünden bir endişe var mı?
Çok ilginçtir... Bu endişe geçen genel seçimlerde AKP zemininde siyaset yapmak isteyenlerde de başladı. “Bizi aslında tasfiye ediyorlar” duygusu onlarda da çok güçlendi. Kürt kimliğine değer veren kesimlerin AKP içinde devre dışı bırakılmaya çalışıldığını hissettiler ve bunu konuştular. Onların bu algısı, daha sonra Başbakan’ın her uygulamasında ve söyleminde daha da pekişti. Başbakan’ın söyleminin ve politikasının milliyetçi ve ayırımcı bir politika olduğu değerlendirmesi artık giderek yaygınlaşıyor. Başbakan’ın ayırımcılık yaptığı düşünülüyor.
İktidar partisiyle aranızda şu sıralarda görüşmeler oluyor mu?
Hayır. Açlık grevi sırasında da görüşmelerin tamamı bizim talebimiz ve hatta ısrarlarımız sonucunda gerçekleşmişti. Başbakan dokunulmazlık konusunu iki, üç ay önce ilk ortaya attığında biz birçok AKP’li yetkiliyle bu konuyu konuştuk. Türkiye’de siyaseti germenin kimseye faydası olmadığını anlatmaya çalıştık, bütün uyarılarımızı yaptık. BDP olarak söyleyeceğimiz bir şey kalmadı. Bizim yeni bir görüşme talep etmeye ihtiyacımız yok. Ama hükümet görüşmek isterse tabii ki görüşürüz.
Siyasi iktidar sizden herhangi bir talepte bulundu mu?
Hayır bulunmadı. Bu konuyu konuşalım diye onlardan gelen bir yaklaşım yok şu anda.
BDP’lilerin dokunulmazlığının kaldırılmasının genel olarak Türkiye’de siyaseti nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?
Açlık grevleri sürecinde bir çözüm umudu doğdu. Çünkü çok büyük bir kesim açlık grevi yapanların taleplerini sahiplendi. Taleplerin özeti de şuydu: “Kürt sorununu konuşarak çözelim. Özgürlükleri genişletelim.” Fezlekelerle ise şimdi bunun tam tersi bir yola girildi.
Hangi yola girildi?
“Hayır konuşmayalım. Temsilcilerini de cezaevine atalım” deniyor. Bu nasıl bir siyasi akıldır, bu neye hizmet eder, anlamak mümkün değil. Kürt siyasetini etkisizleştirmek ve çalışamaz hâle getirmek için zaten uzunca süredir pek çok adım atıldı. Şu anda on bin insan cezaevinde. Mesela belediye başkanı cezaevinde... Yerine vekâleten seçilen de cezaevinde... Silahı tasfiye edeceğim derken siyaseti tasfiye eden bir süreç işletiliyor. Üç yıldır feveran ediyoruz biz. Siyaseti tasfiye ederek silahı tasfiye etmek mümkün değil.
Siyaset tasfiye edilebilir mi peki?
Bu yolla ne siyaset ne de silah tasfiye edilebilir. Tek tek bireyleri, bizi tasfiye edersin ama yerine daha radikal bir siyaset gelişir. Bu tasfiye hamleleri, çatışmaları derinleştirmenin ve siyaseti radikalleştirmenin işine yarar. Üstelik, kişileri tasfiye etsen de ortada güçlü bir Kürt siyasal potansiyeli var. İşte bunu tasfiye etme şansın yok. KCK operasyonları bunu gösterdi. Dünya tarihinde görülmemiş bir şeydir. Bir siyasi hareketin on bin çalışanını, kadrosunu alıp cezaevine koyuyorsun ama bu hareket gene de siyasal bir varlık gösteriyor. Demek ki burada bir toplumsal hareketle karşı karşıyayız. İşte bu toplumsal hareketi tasfiye etmek mümkün değil!
Başbakan, BDP’nin aslında tabanının olmadığını, silah tehdidiyle bölgede oy aldığını ileri sürüyor.
BDP tehditle oy alıyor demek saçma sapan bir şeydir. 2011 genel seçimlerinde sandıkların başında özel harekât timlerini bekleten, BDP’ye oy verme potansiyeli olan köylerin sandıklarını götürüp korucu köylerine, Jandarma’ya yakın yerlere koyan devletin kendisi. İnsanları baskı altında tuttular. AKP’ye oy verilsin diye Siirt kent merkezinde bile bütün sandıkların başında özel harekât timleri durdu. Ama ilginçtir. Korucu köylerinin bir kısmı bütün bu baskılara rağmen BDP’ye oy verdi. Korucuların büyük kısmı AKP’ye oy verdi ama...
BDP koruculardan oy mu alıyor?
Çok oy aldık. Mesela geçmişte sıfır oy aldığımız, ilçe teşkilatı bile açamadığımız, tamamının koruculaştığı Siirt’in Şirvan ilçesinde son seçimde bin 800 oy aldık.
Ahmet Türk yıllar önce kendisiyle yaptığım bir röportajda, “Bizim PKK ile tabanımız aynı” diye açıklamıştı. Hâlâ aynı mı?
Bire bir aynı değil. BDP’ye oy verenlerin tamamı PKK’ye de sempati duyuyor diye bir varsayımda bulunamayız. Dediğim gibi bize oy veren korucular da var. Ancak şu da bir realite, PKK küçük, lokal bir örgüt değil. Genelkurmay’ın açıkladığı rakamlara göre, 1984’ten bu yana 40 bin militan yaşamını yitirmiş. Bu çok büyük bir rakam! Üstelik...
Evet...
Bunların annesi, babası, teyzesi, halası, kardeşleri var. Şimdi arkada kalan bu insanların, onlara devletin gözüyle bakıp “bunlar teröristti, ölümü hak ettiler” diyeceğini düşünmek mümkün mü? Devlet dedi diye kim kendi çocuğuna terörist der? Demediler. Bu insanlar şimdi BDP’ye oy veriyorlar. O anlamda bir çakışma var tabanda. Zaten o nedenle diyoruz. PKK sadece dar, küçük silahlı bir örgüt olarak tanımlanamaz.
Sizce PKK nasıl tanımlanır?
PKK aynı zamanda siyasal ve sosyal zemini olan bir örgüt. Aksi takdirde bitirilebilirdi. Genelkurmay Başkanı da “beş kere bitirdik, dağlar gene doldu” diyor. Bir grup silahlı militandan ibaret bir örgüt olsaydı, şimdiye kadar PKK on kere, yüz kere bitmişti. Bitmiyor. Sosyal zeminden, halk zemininden sürekli yeni militanlar katılıyor. Bu büyük savaşa ve bu kadar büyük ölümlere rağmen bu örgüt varlığını sürdürüyor. O nedenle PKK’ye, “dar bir terör örgütü bu. Vururuz, öldürürüz, bitiririz, marjinalize ederiz” diye yaklaşılamaz.
Öcalan’ın dokunulmazlıkların kalkması konusunda nasıl bir tepki göstereceğini düşünüyorsunuz?
Yorumlanması çok zor bir konu bu.
Niye zor? Türkiye’de siyaset hiç yaratıcı değil. Aynı şey defalarca tekrar ediyor bu ülkede. Geçmişte de Kürt milletvekillerinin topluca dokunulmazlıkları kaldırıldı.
Bugünkü atmosfer daha öncekilere hiç benzemiyor. Şu anda dokunulmazlıkları kaldırma hamlesi çok büyük bir hamle olur. Geçmişteki gibi olmaz. Çünkü artık ne Türkiye 1994’ün Türkiye’si, ne de Kürtler 1994’ün Kürd’ü. Ayrıca ne bölgesel gelişmeler ne Türkiye’nin iç dinamikleri ne de Kürtlerin siyasallaşma boyutu 1994’teki gibi. Hiçbir şey 1994’ü bu ülkede yeniden tekerrür ettirmez. Birileri böyle bir yanılgı içindeyse bu çok büyük bir yanılgı olur. Meclis’ten aldık, götürdük, cezaevine koyduk ve böyle bir süreç yürüdü gitti... Olmaz artık.
Ne olur?
Bugünkünün sonuçları çok çok daha ağır olur. Bugünkü yanlış çok daha büyük bir yanlış olur. Bir siyasi kriz olur. Oysa gerçek şudur. Kürt sorunu ancak diyalog ve müzakere yoluyla çözülebilir. Bu yolu kapatmak, çözümsüzlüğü dayatmak demektir.
Bu yol, Oslo müzakereleriyle açılmıştı. PKK’nın Silvan saldırısıyla bu yol kapandı.
Başbakan bunun böyle olmadığını kendisi açıkladı. “Görüşmeleri biz kestik. Silvan sonra oldu” dedi ve Silvan’la ilgili tartışmaya noktayı koydu. Bakın... Devletin KCK’li diye tutuklayıp cezaevine koyduğu on bin insan eğer müzakere başlasın diyorsa ve bunun için daha yeni açlık grevine gitmişse, sorarım size, bu devlet daha neyi bekliyor? Devlet müzakere için adım atarsa, bu talebin karşısına kim çıkabilir?
© Tüm hakları saklıdır.