Gündem

Kılıçdaroğlu: Yargının siyasallaşması tamamlandı

Kılıçdaroğlu, Danıştay ve Yargıtay yasalarını değerlendirdi...

14 Şubat 2011 02:00

T24- CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Danıştay ve Yargıtay yasalarının yürürlüğe girmesini "Yargının siyasallaşması tamamlandı" sözleriyle yorumladı. Yazar Aslı Aydıntaşbaş'ın aktardığı görüşmede Kılıçdaroğlu, “Her şey daha kötüleşecek. Bizler için de siz gazeteciler için de. Baskı daha da artacak” dedi.

Aydıntaşbaş'ın Milliyet gazetesindeki köşesinde yayımlanan (14.02.2011) yazısı şöyle:


Önce bizi sonra sizi içeri atacaklar


Kahvaltıda güneşli bir İstanbul pazarı, öğlen yemeğinde ise kapkaranlık bir Türkiye tablosu çıktı karşıma.
CHP genel sekreteri Kemal Kılıçdaroğlu, dünkü yoğun İstanbul turunun ortasında Bağcılar’daki Doğan Gazetecilik binasını da ziyaret ederek Milliyet ve Vatan gazeteleri yazar ve yöneticileriyle bir araya geldi.
Yemekte, CHP Genel Başkanı’na bir bir gündemdeki konuları sorduk.
Yemeğin tereddütsüz en ilginç yanı, Kılıçdaroğlu’nun Haziran’daki genel seçimler sonrası oluşacak Türkiye tablosuyla ilgili karamsar sözleriydi.
CHP lideri, yeni Danıştay ve Yargıtay yasalarının yürürlüğe girmesiyle önümüzdeki dönem Türkiye’nin nasıl şekilleneceği yolundaki soruya, sakin bir üslupla “Her şey daha kötüleşecek. Bizler için de siz gazeteciler için de. Baskı daha da artacak” dedi.
CHP Genel Başkanı, önümüzdeki süreci kendi cephesinden şöyle yorumladı: 
“Cumhurbaşkanı, Danıştay ve Yargıtay yasalarını onayladı. Ben kendisine onaylamaması yolunda çağrı yaptım ama zaten aksini beklemiyordum. Artık yargının siyasallaşması tamamlandı. Danıştay ve Yargıtay ele geçirildikten sonra çekinecekleri bir şey kalmayacak. Baskı tabana yayılacak. Siz gazeteciler için de biz CHP için de durum kötüleşecek.”


“Kötüleşme” nasıl olacak?


“Kötüleşme” ile neyi kast ettiğini sorduk: “Hükümetin referandumla yaptığı değişiklikleri nasıl kişisel ve siyasi amaçlarla kullandığını gördük. Bundan sonra baskı halk tarafından daha hissedilir hale gelecek. Şu anda sesini yükselten, eleştiren bir tek CHP kaldı. Bizi de susturmaya çalışacaklar. Mesela bazılarımızın dokunulmazlıklarını kaldırıp içeri atmaya çalışabilirler. Sizler de etkileneceksiniz. Önce CHP’lileri, sonra bazı gazetecileri içeri atacaklar. En son sıra halka gelecek. O zaman halk yargıda ne kadar tehlikeli bir iş yapılmış olduğunu anlayacak. ABD ve AB de ne kadar demokrat olduklarını görmüş olacak ama iş işten geçmiş olacak.”
CHP lideri, Tayyip Erdoğan’ı eleştirmenin daha zor olacağını söyledi.
Kısacası Avrupa Birliği’ne aday Türkiye’de ana muhalefet liderinin güneşli bir haftasonu yaptığı projeksiyon, önce yeni Danıştay ve Yargıtay’ın “ele geçirilmesi”, ardından (açıkça söylemese de) Ak Parti’nin seçimleri kazanması, parlamentoda sivri muhaliflerin dokunulmazlıklarının kaldırılması, aynı hızla CHP’nin üstüne gidilmesi ve medyanın susturulması var.
Kılıçdaroğlu’nun her zamanki sakin üslubuyla anlattığı bu “En Tehlikeli Senaryo,” abartılı gözükse de iç politika açısından birkaç anlam içeriyor.
Birincisi, belli ki CHP siyasi mücadelesini önümüzdeki seçimlere değil “uzun vadeye” yaymış durumda. Kılıçdaroğlu’nun yazarlara cevabında “Bu işler kötüleşmeden düzelmez” iması var. Kötüleşmeden kast ettiği ise otokrasiye giden, demokrasiden ödün veren, siyasilerin ve muhaliflerin hapse atıldığı bir Türkiye. CHP’de ancak o zaman Ak Parti oylarının düşeceği beklentisi var.


Negatif kampanya sinyali


İkinci çıkarım ise, siyaset üslubuyla ilgili. Belli ki CHP Haziran’a kadar olan süreci başta tasarladığından daha “negatif” bir seçim kampanyasıyla götürecek. Siyasette kabaca iki tür kampanya vardır. Birincisi “Ben bunları yapacağım” diye anlattığınız pozitif kampanya, diğeri de “Rakibim şöyle böyle kötü” dediğiniz “negatif” kampanya.
Belli ki CHP, önümüzdeki süreçte Ak Parti’ye yüklenirken “korku imparatorluğu”, “baskı rejimi” gibi temalarla negatif kampanyaya ağırlık verecek.


Mısır’da kazananlar ve kaybedenler


Kazananlar


Rejim- Mübarek gitti ama Mısır ordusu Mübarek’in kellesini vererek bir anlamda rejimin bekaasını garantiye aldı. Ömer Süleyman, Amr Musa gibi ağır ağabeyler, demokrasiye geçiş sürecinde etkili olmaya devam edecekler.

Tayyip Erdoğan- Zaten Davos ve Mavi Marmara sonrasında Arap sokağında popülaritesi artan Erdoğan, Mısır’da takındığı erken ve cesur tutumuyla kazanan taraf oldu. Mübarek rejimiyle ipleri koparmak pahasına diğer Arap liderlerinin cesaret edemeyeceği güçte bir demokrasi çağrısı yaptı.

Müslüman Kardeşler- Her ne kadar rejim kendini korumaya almış olsa da Mısır’da demokratikleşme süreci başladı. Parlamenter sisteme geçişte Müslüman Kardeşler, hem meşrulaşacak hem de siyasette gücünü ispat edecektir. Ancak karamsarlığa gerek yok. İhvan, seçimlerden birinci çıkacak güçte değil. Ayrıca hareket bir dönüşüm arifesinde ve “Demokrasiye bağlıyız” diyor.

Obama- Başta Mübarek kontrolünde bir “geçiş” dönemini savunduğu için eleştirilse de isyanın son 10 gününde açıkça Mübarek’in gitmesi yönünde tavır takınarak ABD’nin namusunu biraz olsun kurtardı.  Amerikan hükümeti içindeki tartışmalarda “laik olmayan unsurları da sürece dahil edelim” ısrarıyla Müslüman Kardeşler’in dışlanmaması yolunda tavır takındı.


Kaybedenler


Mübarek-  Yaş olmuş 82. Zamanın ruhunu, Batılıların yıllardır kendisini orada tutmasına neden olan güvenlik-istikrar paradigmasının Facebook çağında artık geçerli olmadığını okuyamadı.
Diktatörler- Başta sevgili dostumuz Beşar Esad ve Yemen’de Ali Abdullah Salih olmak üzere Arap diktatörleri tir tir titriyor. Belki çok iyi bildikleri baskı/sindirme yöntemiyle iktidarlarını biraz daha uzatabilirler; ancak sonsuza kadar değil.
Avrupa- Avrupa son krizde dünya dış politikasında ciddi bir faktör olmadığını kanıtlarcasına sessiz kaldı. “Tribünden seyretmek” yetmezmiş gibi, Angela Merkel, David Cameron gibi liderler statükocu ve “Aman Mübarek hemen gitmesin” tarzında açıklamalar yaptı. Tarihin akışını okuyamadılar.
Hillary Clinton-  18 günlük krizde ABD yönetimi içindeki tartışmalarda “Mübarek yönetiminde demokrasiye kontrollü geçiş” tezini savundu, ancak Tahrir Meydanı’ndaki heyecan ve Obama’nın tavrı nedeniyle kaybetti.


"ABD, Avrupa'dan daha iyi izliyor"


Kemal Kılıçdaroğlu, Milliyet’e gelmeden önce TRT’deki uzun röportajında “Eski CHP” ile kendisinin temsil ettiği “Yeni CHP” arasındaki fark sorulduğunda, hem Türkiye hem de Avrupa’da “Eski CHP’nin her şeye itiraz eden bir kurum olduğu algısı olduğundan” söz etti.
Gerçekten de CHP’deki değişim, partinin dış dünyayla ilişkileri açısından da bir dönüm noktası oldu. Deniz Baykal döneminde CHP’de ulusalcı, izolasyonist, Batı karşıtı bir söylem hâkimdi; Avrupa Birliği ve ABD ile dostluk ise Ak Parti’ye terk edilmişti.


CHP’de Batı’yla diyalog


Kılıçdaroğlu ise, Avrupa ve dış dünyayla daha entegre bir muhalefet çizgisinde. Brüksel gezisinde AB’yle sıcak temaslar yaşandı; geçen hafta Münih’te Batı ittifakının önemli zirvelerinden birine katıldı. Demeçlerinde Batı karşıtlığını körüklemektense, Batı’ya “Bakın Türkiye’de AKP dışı aktörler de var” mesajı vermeyi hedefliyor.


Füle: Söz vermişlerdi


CHP lideri dün Milliyet binasını ziyaretinde, bir süre önce Brüksel’de AB’nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Stefan Füle ile arasında geçen ilginç bir diyaloğu anlattı. “Yargıdaki son değişiklik sonrasında Füle’yle bir tartışmam oldu. Dedim ki ‘Siz AKP’nin anayasa değişikliğinin arkasındayım diyorsunuz. Ama amaçları yargı kurumlarını ele geçirmek.’ Füle ‘Ama bana söz verdiler. Yasalar, muhalefet ve yargıyla uzlaşı içinde çıkacak’ dedi. Bunun üzerinde son görüşmemde anlattım; aksine muhalefete komisyonda 5’er dakika konuşma izni verildiğini, önerge sayısının birle sınırlandığını. Şaşırdı.”
Kılıçdaroğlu, sadece bu değil birkaç olaydan yola çıkarak Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi yeterince iyi izlemediği sonucunu çıkarmış. “Buna karşın Amerikalılar daha iyi izliyor olanı biteni. Düzenli olarak bu ihlalleri rapor ediyorlar” dedi.