01 Ocak 2017 17:16
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, hapse atılan 140'tan fazla gazeteciye mesaj göndererek "Morallerini bozmasınlar, içeriyle dışarısı arasında büyük bir fark yok. Belki dolmuşa, taksiye, otobüse binemiyorlar. Dışarıda binenler de zaten ya tekme tokatla karşılaşıyor ya da düşüncelerini objektif dile getiremiyor. Orası kapalı cezaevi, Türkiye de yarıaçık" diye konuştu.
Cumhuriyet'ten İklim Öngel'e konuşan Kemal Kılçdaroğlu, "Tutuklamayı aydınlara gözdağı vermenin aracı olarak düşünüyorlar. Savcılar da siyasi otoritenin talimatlarına göre hareket ediyor. Hâkimler tutuklamazsak bizi FETÖ’cü ilan ederler diye her geleni tutukluyor" dedi.
İklim Öngel'in Kemal Kılıçdaroğlu'yla yaptığı, Cumhuriyet'te yayımlanan söyleşisi şöyle:
-Cumhurbaşkanı, temel hak ve hürriyetler dahil her konuda sınırsız kararname çıkarabilecek. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Genel kurulda kabul edilmeme olasılığının yüksek olduğunu düşünüyorum. Bir parlamento, kendi yetkilerini devretmez. Üstelik tarihsel birikim içinde elde edilmiş yetkilerin devredilmesi söz konusu olmamalı. Atatürk’e bile verilmeyen yetkileri parlamentonun kendi iradesiyle cumhurbaşkanına devretmesi düşünülemez.
-O halde AKP’den fire çıkacağını düşünüyorsunuz...
Parlamentonun sağduyusunun galip geleceği düşüncesindeyim. Gerçi bu sözlerim metni görmeden imza atanlar için değil. İmza atanların bir kısmı bilinçli olarak, bir kısmı mahalle baskısıyla imza atmıştır ama kapalı oylamada sağduyunun galip geleceğini düşünüyorum.
-Kullandıkları oyların rengini açıkça ellerinde kalan pullarla gösteriyorlar...
Bir milletvekilinin özgür iradesini anayasa değişikliklerinde kullanması kadar doğal bir şey olmamalı. Düşünün anayasa değişiklikleri konusunda partiler teklif veremiyorlar. Bu gerçekten yola çıktığımız zaman milletvekillerinin kullandıkları oyların denetlenmesi, gözetlenmesi kabul edilemez. Teklif parlamentoda görüşülürken bütün duyarlılıklarımızı ortaya koyacağız.
-MHP lideri Devlet Bahçeli’nin önceden yaptığı başkanlık karşıtı yorumları dikkate aldığımızda bir oyun kuruyor olma ihtimali var mı?
Ben şahsen Bahçeli’yi anlamış değilim, o kadar. Bugünün deyimiyle “nokta”. Demokrasiyi savunmak, Türkiye’nin bekasını, insan haklarını, parlamenter sistemi savunmaktır. Demokrasiyi savunmak demokrasi alanında yarattığımız gelenekleri savunmak demektir, onların arkasında durmak demektir. Bunların tamamı bir kenara atılıyor. Türkiye bir uçurumun kenarına getiriliyor. Binali Bey’i anlarım. Zaten bu görev dolayısıyla oraya getirildi, Saray’ın iradesiyle oldu.
-Kamuoyu anketleri yansıyor. Bir yanda AKP sıkıştırılmış bir takvim yürütüyor. Bir endişeleri mi var?
Sokaktaki vatandaşın önceliği; geçim derdi, art arda gelen zamlar, açlık sınırının altında asgari ücret, güven endeksi diplerde... Bu olayların çözülmesi gerekirken, Saray’dakinin gündemi daha farklı. Diyor ki “Ben Türkiye’de tek söz sahibi ve tek yetkili olmalıyım. Her şeyi ben belirlemeyelim.” Bizi üzen taraf, halkın oylarıyla seçilen ve parlamentoya gelen milletvekillerinin halkın sorunlarını çözmeye değil, bir kişinin beklentilerini karşılamaya yönelik çaba harcamalarıdır. Gündemi, Türkiye’nin geleceği açısından, tehlikeli görüyoruz. Terör var, dış politikada sorunlar var. Tüm bunlar bir tarafa atılmış vaziyette, her şey bir kişiye endekslenmiş durumda. Türkiye ilk kez böyle bir durumla karşı karşıya. Medya bu konuda yeterli bilgilendirmeyi yapmıyor. Tartışılması gerekiyor. Ama medya bu görevini yapmıyor, o da Saray’ın baskısı altında.
-CHP’nin yürüteceği çalışmalar dışında bir sivil inisiyatif oluşturulup çalışmalar yapılacak mı?
Sorun CHP’nin değil, Türkiye’nin. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Türkiye Barolar Birliği, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Mazlum-Der de Türkiye Gazeteciler Sendikası da bu konuda ortak çaba harcayacak. Türk-İş’i, Hak-İş’i, DİSK’i demokrasiden yanalarsa uğraşmak zorundalar. Bugün sessiz kalırlarsa, onlar da yarın kendilerini farklı yerlerde bulacakladır.
-Saray’da Batı alerjisi başladı, bu gerekçelerle, bir hedefleştirme var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Savrulan, yönetilmeyen bir Türkiye var. Kim hükümete yakın ya da uygulamalarına destek veren bir mesaj veriyorsa, Türkiye’nin o tarafa savrulduğunu görüyorsunuz. Dışardan gelen söylem kendi lehlerine ise bunu bir umut ve kurtarıcı unsur olarak görüyorlar. Aleyhineyse düşman olarak görüyorlar. Dış politikanın ülkelerin çıkarlarına göre olduğunu kimsenin unutmaması gerekiyor. İngilizlerin “İngiltere’nin dostları yok, çıkarları var” lafı... Bu temel kuralın unutulmaması lazım. Ama onlar Türkiye’nin değil kendi çıkarlarını düşünüyorlar.
-El Bab’da ne işimiz var diyen büyük bir çoğunluk var, siz ne düşünüyorsunuz?
Dış politikada yapılan yanlışların faturasını Türkiye ödüyor. Fatura siyasi iktidara çıkmıyor; gariban, yoksul çocuklarına çıkıyor. Gidip şehit ailelerine “İyi ki şehit oldu çocuğunuz, ne güzel büyük bir şerefe ulaştınız” diyenler, neden kendi çocuklarını göndermiyorlar? Onlar da biraz şerefe nail olsunlar. Silah gönderdiler TIR’larla Suriye’ye. Şimdi o silahların bir kısmı Türkiye’ye yöneldi. El Nusra’yla haşır neşirlerdi, şimdi terör örgütü ilan ettiler. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez bir terör örgütü sahiplenildi. Bu bizzat o ülkenin cumhurbaşkanı tarafından dile getirildi, Erdoğan.
-Yakılan askerler konusunda size gelen bir bilgi var mı?
Hâlâ yanıt bekliyoruz. Ortadoğu’nun lideriyim diyen kişi bu sorulara yanıt vermiyor.
-2016 Türkiye açısından zor bir yıl oldu, öte yandan direkt şahzınızın hedef alındığı bir saldırı da yaşandı.
2016 Türk siyaseti açısından zor bir yıldı. Yönetilemeyen, savrulan, git geller yaşayan bir Türkiye’nin karışacağını biliyorduk. Patlayan bombalar sonrası hükümetin sağlıklı ve tutarlı açıklamalar yapmaması, AKP’nin milletten aldığı yetkiyi değil, Saray’dan verilen görevi yerine getirdiği bir sürecin yaşanması, pek çok sorunu gündeme getirdi.
-2017’den beklentileriniz nedir?
Umarım 2016’yı aratmaz. 15 yılda tek başına bir iktidar, ekonomiden, iç politikadan dış politikaya kadar, terörden darbe girişimine kadar üniversitelerin susturulmasından gazetecilerin hapse atılmasına kadar bir süreci Türkiye’ye yaşatıyorsa ve biz bundan rahatsızlık duyuyorsak düşünmek ve gereğini yapmak zorundayız. Algılara teslim olmadan aklımızı kullanarak karar vermenin zamanı artık. 2017’nin Türkiye demokrasisi açısından çıkış yılı olmasını arzu ediyorum. Hep birlikte bunun mücadelesini vereceğiz.
-Rejim değişikliği diyorsunuz, bu rejim değişikliği yüzde 50 virgülle gerçekleşirse, meşru olacak mı, demokrasi sayar mısınız?
Demokrasi, insan hakları oylanamaz. Oylamaya kalktığınızda demokrasiye karşı çıkıyorsunuz demektir. Demokrasiyi oylatanlar geçmişte Kenan Evren ve arkadaşlarıydı, ondan önceki darbecilerdi. Bu Türkiye’yi dünyaya rezil etmek anlamına geliyor. Cumhuriyeti, demokrasiyle taçlandıralım derken, Cumhuriyeti Kuzey Kore haline taşıyoruz. Rejimi değiştirerek daha otoriter bir rejim haline getiriyoruz. El kaldırıp indirilerek bir ülkenin demokratik rejmimi totaliter sisteme döndürülemez. Kenan Evren’in 1982 Anayasası, 92.7 oyla kabul edilmişti. ‘Bu anayasa meşru değildir’ diye kendileri de söylüyor. Yüzde 92 oyu, meşru görmeyen bir yapı yüzde 51’i mi meşru görecek.
Demokrasi açısından baktığınızda bu düzenleme meşru değil. Meşruiyetini tartıştıran ilk nokta; görülmeden imza atılması. Bunun meşruiyeti dünyanın en totaliter rejimlerinde bile tartışılır. İki liderin anlaşmasıyla topluma dayatılıyor. Güçler ayrılığının olmadığı bir anayasanın meşruiyeti zaten olmaz. 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin 16. maddesinde “Bir ülkede güçler ayrılığı ilkesi yoksa, o ülkenin anayasası yoktur” denir. Biz 1789’un da gerisinde düşünüyoruz. Bunun Meclis’te görüşülmesi dahi parlamenter demokratik sisteme ihanettir ve bu anayasanın millilikle ilgisi yoktur, gayri milli bir anayasadır. Bir kişiye teslim edilen bir anayasa milli değil, kişisel bir anayasadır.
-Son alarak muhabirimiz Ahmet Şık’ı gözaltına aldılar. Şık daha öncede cezaevinde yatmıştı...
Ahmet Şık’ın gözaltına alınması, bir gerçeği tüm çıplaklığıyla toplumun önüne seriyor. Erdoğan, “Aynı menzile giden iki yapı” demişti. Aynı menzile giden iki yapının ne olduğunu bu uygulama çok net ortaya koyuyor. 15 Temmuz öncesinde aynı menzile giden yapılardan biri, Şık’ı basılmamış kitabı dolayısıyla tutukladı. 15 Temmuz sonrası aynı menzile giden iki yapıdan diğeri yine arkadaşımızı tutukladı. 15 Temmuz öncesi ve sonrasında irade de bir farklılık yok. FETÖ’nün yapmak istedikleri ile bunların yapmak istedikleri arasında tam bir benzerlik var. Buna tıpa tıp oturan örnek Ahmet Şık örneğidir. Şık o dönemde de gazetecilik yaptı, şimdi de yapıyor. O dönemde yapının bir kanadı, bu dönemde yapının öbür tarafı rahatsız oldu. Bu iki yapı farklı mıydı, aynı menzile gidiyorlardı, bu kadar basit. Totaliter yönetimlerde bedeli önce aydınlar, gazeteciler öder. 150’ye yakın gazeteci içerde.
-Necmiye Alpay, Aslı Erdoğan bırakıldı, Şık alındı. Bir doldur boşalt mı var?
Tutuklamayı aydınlara gözdağı vermenin aracı olarak düşünüyorlar. Savcılar da siyasi otoritenin talimatlarına göre hareket ediyor. Hâkimler tutuklamazsak bizi FETÖ’cü ilan ederler diye her geleni tutukluyor. Bu atmosfer, 12 Eylül sonrası yaratılanın aynısı. Aydınların tutuklanması benim kuşağımın yabancı olmadığı uygulamalar.
-İçerideki gazetecilere mesajınız nedir?
Morallerini bozmasınlar, içeriyle dışarısı arasında büyük bir fark yok. Belki dolmuşa, taksiye, otobüse binemiyorlar. Dışarıda binenler de zaten ya tekme tokatla karşılaşıyor ya da düşüncelerini objektif dile getiremiyor. Orası kapalı cezaevi, Türkiye de yarıaçık.
İsteyince yıldırım hızıyla iddianame hazırlayan savcıların, tutuklamayı cezaya dönüştürmek için iddianameyi geciktirmeleri kabul edilemez. O savcılar siyasi otoritenin talimatıyla görev yapıyor. Bu hukuka darbedir.
Doğruları söylediği için bir kişinin tutuklanması veya cezalandırılması onun geleceğe bırakabileceği güçlü bir onur belgesidir. Onların tutuklu olmaları tarihe düşülmüş en önemli nottur.
© Tüm hakları saklıdır.