19 Ocak 2020 23:30
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisine mesafeli muhafazakâr kesimlerle düzenli yaptıkları toplantıları anlatırken, "Bazen kendilerine takılıyorum; siz kendinize muhafazakâr diyorsunuz ama muhafazakâr değilsiniz. Asıl muhafazakâr bizdik, yıllar yılı değişmemek için direndik' diyorum" açıklamasını yaptı. CHP lideri, üç yılı aşkın bir süredir tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın cezaevinde yazdığı "Devran" kitabı için sahnelenen okuma tiyatrosunu izlerken eşi Selvi Kılıçdaroğlu, Başak Demirtaş, Dilek İmamoğlu ve CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu'nun birlikte verdiği görüntü için "Kadınların birliğini, gücünü gösteren çok güzel bir fotoğraftı" dedi.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İstanbul'da T24 yazarları ve yöneticileriyle buluştu. Buluşmaya İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, CHP Genel Başkan Yardımcıları Tuncay Özkan ve Faik Öztrak, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, Genel Başkan Danışmanı Okan Konuralp, Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç ve CHP Sarıyer İlçe Başkanı Sevim Yalınkılıç da katıldı.
Kılıçdaroğlu; T24 Genel Yayın Yönetmeni Doğan Akın ile T24 yazarları Hasan Cemal, Murat Belge, Yalçın Doğan, Aydın Engin, Fikret Bila, Şirin Payzın, Tayfun Atay, Soli Özel ve Murat Sabuncu'nun gündemdeki konulara ilişkin sorularını yanıtladı.
CHP lideri Kılıçdaroğlu, Türkiye'nin içinde bulunduğu sıkıntılara karşı tavır konusunda bir işveren örgütü eleştirilecekse, bu örgütün TÜSİAD'dan önce Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) olduğunu vurguladı. "Yassıada'yı TOBB'a yaptırdılar. Kimse sormuyor orada ne oluyor, TOBB ne kadar kaynak harcıyor, kimin kaynağını harcıyor? TOBB acaba toplanan paraların nereye gittiğini, Yassıada'ya harcanan paraları kendi üyelerine anlatabildi mi" diye sordu. Kılıçdaroğlu TOBB'un yanı sıra Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu'nu da (TESK) eleştirirken, "İkisinin de demokrasiye bağlılıkları konusunda endişelerim var. İki kurum da Erdoğan'a bağlanmış durumdalar" dedi. CHP lideri, MÜSİAD ve Hak-İş'e de, "Kardeşim sen bu ülkede yaşamıyor musun" diye tepki gösterdi. Kılıçdaroğlu'nun, T24 yazarlarının sorularını yanıtlarken yaptığı açıklamalar özetle şöyle:
"Yarın seçim, olsa her yönüyle seçimlere girecek şekilde sandığa hazırız. Çalışmalarımız, seçimlerin tüm boyutlarını kapsayacak şekilde detaylı olarak sürüyor. Örneğin, bir kentin muhafazakâr dünyaya ya da merkez sağ siyasete yakın kanaat önderleriyle, 30-35 kişilik küçük buluşmalar gerçekleştiriyoruz. Toplantılarımızın temel kuralı, tüm katılımcıların bana özgürce, istedikleri soruları sorabilmeleri esasına dayalı. Onlara “Genel başkanı ‘kırar mıyız, üzer miyiz, yanlış anlaşılır mıyız veya tepki görür müyüz’ diye düşünmeyin. İstediğiniz soruyu, istediğiniz şekilde sorulabilirsiniz? Ben de sizin her sorunuzu büyük bir samimiyetle cevaplayacağım. Bundan da emin olmanızı istiyorum.” diyerek toplantıyı açıyorum. Bu buluşmaları, toplantıları 30-35 kişi ile sınırlı tutmamızın nedeni de bu. Bana istedikleri soruları sorabilsinler, ben de onların tüm sorularına samimi olarak yanıt verebileyim. Bu toplantılar bazen 3-3,5 saat sürüyor. Tabii biz de onlara soruyoruz 'Neden bize oy vermiyorsunuz?' diye. Dolayısıyla bu toplantılar sayesinde birbirimizi karşılıklı olarak daha yakından, daha iyi tanımış oluyoruz. Bu toplantılar ağırlıklı olarak da basına kapalı oluyor, haliyle de daha rahat bir tartışma, tanışma ortamı sağlanıyor."
"Aslında bu toplantılara 16 Nisan 2017 Referandumu kapsamında yürüttüğümüz kampanya döneminde başladık. Fakat kabul etmemiz gerekir ki örgütlerimiz o dönem daha bu türden buluşmalara henüz hazır değildi. Kanaat önderleri buluşması adı altında, zaten referandum tercihini “Hayırdan” yana yapmış ya da yapacak olanlarla buluşmalar şeklinde gerçekleşti toplantılar. Fakat sorunun ısrarla üzerine gittik. Referandumda tercihleri “Evet” olan ya da “Evet”e yakın olan kanaat önderleriyle buluşmanın önemini örgütlerimize sabırla anlattık. Onlara “Benim olmam şart değil. Siz de bize oy vermeyen, bize uzak duran muhafazakar dünyanın kanaat önderleriyle buluşun. CHP’yi rahatlıkla eleştirebildikleri, CHP’ye yönelik düşüncelerini özgürce ifade edebilecekleri toplantılar düzenleyin” diyoruz. Şunu da anımsatmam gerekir, 15 Temmuz 2016 FETÖ Darbe girişimi sonrasındaki süreçte ortaya çıkan KHK mağduriyetlerine de demokrasi, insan hakları, adalete ulaşım hakkı bağlamında baktık. Bu nedenle, CHP’nin kapısından içeri girmemiş kişiler, bize mağduriyetlerini iletmeye başladılar."
"Kısa sürede istediğimiz noktaya geldi, örgütlerimiz. Kabul edelim ki günümüzde miting yapmanın bir anlamı kalmadı. Kutuplaştırılmış bir toplumda, zaten size oy vermeye karar vermiş bir seçmen kitlesine, kendinizi anlatmanın bir anlamı yok. Önemli olan size uzak duran ama tanımak da isteyen ve hatta tanıdıkça politik tercihini değiştirebilecek olan, bu değişimle birlikte çevresini de etkileyecek olan isimlere ulaşmak. 16 Nisan Referandumunda uygulamaya başladığımız yeni kampanya yönteminin meyvelerini 31 Mart yerel seçimlerinde aldık. Örgütlerimiz de bu kampanya tarzını memnuniyetle benimsedi. Bu zamana kadar kapısını çalmadığı, çalmaktan çekindiği toplumsal kesimlerle buluştukça ve bu buluşmaların olumlu sonuçlarını aldıkça daha da sahiplendi bu yönteme. Bu toplantılara katılıp da mutsuz ayrılan, mutsuz olanı görmedim. En azından, 'İsteğimiz soruyu, hiçbir tepki görmeksizin sorabilmemiz ve sizin tüm sorulara yanıt vermeniz bile tek başına çok anlamlı' diyorlar."
"Bu çalışmaların bir mitingden çok daha etkili ve yararlı olduğunu düşünüyorum. Kanaat önderleriyle yapılan toplantıların bir başka önemli örneği de kadın vaizeler ile yapılan toplantıdır. Son derece önemli ve faydasını gördüğümüz bir toplantı oldu. Bir başka toplantı örneği ise CHP’ye hiç oy çıkmamış köylerin muhtarlarıyla yaptığımız toplantı. Bir sonraki seçimlerde bize oy çıkar/ çıkmaz beklentisine girmeksizin, o köylerin muhtarlarına kendimizi anlattık. Eminim ki onlar da köylerine döndüklerinde bizi anlatmışlardır. Mersin’de, Antalya’da, Adana’da ise örneğin yörükler ve yörüklerin kanaat önderleriyle buluştuk. Bu tür toplantıların sonuncusunu Aksaray’da yaptık. Önce basına açık olarak muhtarlar buluşması gerçekleştirdik. Çok yoğun bir muhtar katılımı oldu. Biliyorum ki büyük bir çoğunluğu CHP’ye oy vermemiş ya da muhtarlıklarında CHP’ye çok az oy çıkmış muhtarlardı. Onlara muhtarlık kurumuna yönelik yapılması gerekenleri, iktidara geldiğimizde yapacaklarımızı anlattım ve ardından da Türkiye’nin temel problemlerinin çözümüne yönelik önerilerimi aktardım. Ardından da Aksaray’ın kanaat önderleriyle bir araya geldik. Bana göre son derece önemli bir toplantıydı."
"Daha önce bizim toplantılarımıza katılmakta çekince gösteren, kendisi katılmayıp temsilcisini gönderen bazı sivil toplum örgütleri olurdu, oda ve borsa yönetimleri gibi. Nedenlerini tahmin edersiniz. Bu toplantıyla, korkunun da yıkıldığını, CHP’yi ve CHP’nin özellikle demokrasi ve ekonomi konularındaki görüşlerini, benim ağzımdan dinlemek isteyen kanaat önderlerinin sayısının arttığını Aksaray ölçeğinde de görmüş olduk."
"Bu tür toplantılar için ağırlıklı olarak aralarında Ankara ve İstanbul’un da olduğu 14 ili hedef olarak belirledik. Bizim sorularımızdan (Neden CHP'ye oy vermiyorlar? / T24) ortaya çıkan sonuç ise CHP’nin bu isimlere ve bu isimlerin temsil ettiği toplum kesimlerine yönelik tepeden baktığı yönünde bir yargının olduğu. Üzülerek ifade edeyim, bizim halka tepeden baktığımız, küçümsediğimiz gibi bir algının yerleştiğini gördüm. Eğer biz böyle görünüyorsak, bunun sorumlusu biziz. Ama şunu da görüyorum, toplantıların sonunda bu yargı büyük ölçüde kırılmış oluyor."
"Gözlemlerimiz ise demokrasi ve ekonomik gelişmeler bağlamında AKP’den uzaklaşmanın hızla arttığı yönünde. Bu tablo, daha çok gözün CHP’ye yönelmesine neden oluyor. Bu durumu örneğin Aksaray'da açıkça gözlemledik. Bizim geçmişte, ekonomiyi yönetme konusunda iyi bir sınav vermediğimiz bir gerçek. Ama şimdi AKP kadrolarını en az üç kez katlayacak son derece nitelikli kadrolarımızla Türkiye'yi yönetmeye hazırız. Türkiye'yi yönetecek güçlü, donanımlı ekiplere sahibiz."
"Din elbette önemli bir faktör. Seçimlerden çok önce CHP'ye sıfır oy çıkan köylerde, ağırlığı Karadeniz Bölgesi'ne vererek muhtarlarla toplantılar yaptığımızı söylemiştim. Bu toplantılarda da 'CHP'nin dine mesafeli olduğu, inançlarla sorunlu olduğu' gibi yanlış bir kanaatin yaygın olduğunu görmüştüm. Kadın vaizeler ile yapılan toplantıda da benzer bir kanaat öne çıkmıştı. Toplantıda baktım bir katılımcı soru soracak ama zorlanıyor. 'CHP dinsiz parti mi, demek istiyorsun' dedim. Gülerek 'Tam da onu soracaktım' dedi" (Gülüyor)
'Merkez Bankası'nın dini nedir?' diye sordum. Yanıt vermedi. 'Kurumların dini olmaz, olamaz. Din, iman, inanç Allah ile kul arasında, insan arasında' dedim. 'Haklısınız' dedi. 'Bu ülkede Diyanet İşleri Başkanlığı’nı CHP kurdu. İlk imam hatip okullarını, ilahiyat fakültelerini açan CHP’dir. Kuran-ı Kerim’in tefsir ve mealini, Elmalılı Hamdi Yazır Hoca’ya yazdırtan Atatürk’tür' dedim ve diğer benzer örnekleri verdim."
"Özetle, tüm örgütlerimize diyoruz ki 'Karşınızda kim olursa olsun önce onları dinleyeceksiniz. Dinledikten sonra da ilk sözünüz ‘Haklısınız’ olacak ve ardından ‘Beni de dinler misiniz?’ diye soracaksınız. Karşınızdakine, size yönelik ne derse desin, samimiyetle dinleyeceksiniz. O zaman insanlar, 'CHP beni samimi olarak dinledi, dinliyor' diyecek.
"Partimizin tabanında 'emekli öğretmen' diye özetleyebileceğim bir kesim var, zaman zaman bize çok kızıyor, bize ders veriyor. Elbette onları da dinliyoruz. Haklı-haksız eleştirileri, insanların CHP hakkında ne düşündüklerini dinlememiz çok önemli. Bu vesile ile biz kendimizi anlatıyoruz. Elbette bize oy vermeleri şart değil. Ama CHP'yi anlatmak önemli. Bizim örgütlerimizde eleştirilere hemen cevap verme refleksi zaman zaman oluyor, diyorum ki, 'Acele etmeyin, sabredin ve önce dinleyin.”
"Muhafazakâr kesimlerle yaptığımız toplantılarda bazen kendilerine takılıyorum, 'Siz kendinize muhafazakâr diyorsunuz ama muhafazakâr değilsiniz. Asıl muhafazakâr bizdik, yıllar yılı değişmemek için direndik' diyorum." (Gülüyor)
"Zaman içinde demokrasi için kurduğumuz ittifakın büyüyeceği kanısındayım. Bugün geldiğimiz noktada Türkiye'de biz göre bir sağ-sol siyaseti yok. Demokrasiden yana olanlar - otoriter rejimden yana olanlar var. Temel ayrım bu. Sağ – sol ayırımının çok daha ötesinde öncelikle demokrasiyi hep birlikte inşa etmeliyiz, bu ortak payda üzerinde açacağımız yoldan bu ülkenin tüm demokratları yürümeli. Çok sık tekrarlıyorum. Cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmalıyız…"
"Erdoğan'ın temel stratejisi Millet İttifakı'nı bölmek, ayrıştırmak parçalamak. Ama demokrasi gibi insanımızın vazgeçemeyeceği bir çimento, ittifakın güçlenmesini sağlıyor. Bu da bir başka siyasal gerçek. Çünkü Millet İttifakı'nı oluşturanlar demokrasiyi savunuyorlar."
"CHP olarak söylemlerimizde ne Aleviliği, ne Sünniliği, ne de başka bir inancı öne çıkarıyoruz. Bu nokta bizim için çok önemli."
"Eski CHP Genel Merkezi'ni 'Bülent Ecevit Parti Okulu' olarak düzenledik. Rahmetli Rahşan Ecevit'e gittik, (Ankara Çevre Sokak'taki/T24) 'Bu binanın önüne Sayın Ecevit'in heykelini dikeceğiz' dedik. Rahşan Hanım, 'Bülent'in parkalı bir fotoğrafı var, onu çok severdi. O parkalı halinin heykelini dikmenizi isterim' dedi. O fotoğrafı bize verdi. Biz o fotoğrafı aldık Ahmed Arif'in oğlu Filinta'nın Anakara’daki atölyesine gittik, fotoğrafı verdik. O fotoğrafa göre heykel yapıldı, ancak öncesinde Rahşan Hanım görmek istedi. Gitti, gördü ve yüz bölgesinin biraz şişman yapıldığını söyledi, haklıydı da. İşaret ettiği düzeltmeler de yapıldı ve o heykeli Bülent Ecevit Parti Okulu'nun önüne diktik. Yaklaşık 20 gün önce Emrehan Halıcı bize geldi, Rahşan Hanım'ın durumunun iyi olmadığını söyledi, rahatsızlığından haberimiz vardı."
"Selvi Hanım ile Dilek Hanım’ın, Başak Hanım’la yaz sonu gibi buluştu. Selvi hanımın davetiyle gerçekleşti buluşma. Sayın Dilek İmamoğlu da Selvi Hanım’a eşlik etti. Başak Hanım’ın doğum günü vesilesiyle. Bu buluşma vesilesiyle yaşanan samimi tanışıklık ikinci fotoğrafı doğurdu. Başak hanım da eşinin, Selahattin Demirtaş’ın bir eserinden uyarlanan okuma tiyatrosu için eşlerimizi davet etti. Eşlerimizin kendi aralarındaki tanışıklığın bir sonucudur bu. İl Başkanımız Sayın Canan Kaftancıoğlu da bu buluşmaya katıldı. Ve ortaya o fotoğraf çıktı. Bu fotoğrafa saldırılar oldu. Tabii şaşırmıyoruz bunlara, ama bu saldırıların hiçbir etkisi olmadı. İki fotoğraf da çok güzeldi. Kadınların birliğini, gücünü gösteren çok güzel fotoğraflardı..."
Canan Kaftancıoğlu: Ben o fotoğrafı dört kadın üzerinden okumuyorum. O fotoğrafın öncesinde "bir araya gelelim" kurgusu yoktu. Başak Hanım davet etmiş, ben de gittim, katılanları orada öğrendim. O fotoğraf, yaklaşık 20 yılda bağımsız lider eşi figürünün topluma unutturulmasına karşı da önemli bir anlam ifade ediyor.
"Erdoğan özellikle muhalif Kürtleri AK Parti'ye çekmeye çaba harcıyor. Ama bu fotoğrafların Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde Kürt seçmenleri yanına çekme çabasını aksattığını düşünüyor olmalı ki onun medya militanları saldırıyorlar. Dolayısıyla şaşırmıyorum. Şunu da söylemeliyim, ben her konuda samimiyim. Örneğin bütçe konuşmamda Selahattin Demirtaş'ın tutukluluğunu da, seçilmiş belediyelere kayyım atamalarını da eleştirdim."
"Biz Doğu ve Güneydoğu bölgesinde ve özellikle İstanbul’da muhafazakâr Kürt seçmenlerle önemli buluşmalar gerçekleştirdik. Bazen saatlerce bir evin salonunda, bazen saatlerce bir derneğin toplantı salonunda oturduk konuştuk. Bölgeden çok sayıda Kürt kanaat önderiyle de görüştük. Bu görüşmeleri seçimlerden önce de yaptık, şimdi de sürdürüyoruz. Onların oyunu alırız almayız, hiç önemli değil. Önemli olan başta da söylediğim gibi anlamlı bir tanışma, içten, samimi bir yeniden tanışma. Bu toplantıların sonucunda gördüğümüz şudur ki Kürt kökenli muhafazakâr seçmen de AK Parti’den kopmuş durumda. Özellikle de Kürt kökenli muhafazakâr gençler. Zaten gençlerin genelinde AK Parti’den kopuş var. Çünkü AK Parti, gençlerin özgürlük taleplerinin gerisinde kaldı."
"Erdoğan ne yaparsa yapsın; sakin, dikkatli, özenli bir dil kullanacağız ve biz kazanacağız. AK Parti içinde de gidişattan rahatsız olan ciddi bir kesim var ve bunu bizim arkadaşlarımızla da zaman zaman paylaşıyorlar. Son olarak yaptığım bütçe konuşması nedeniyle, milletvekilli görevini sürdüren onlarca AK Partili isimden destek mesajı aldım, AK Parti’ye yakın isimlerin tebriklerini iletti arkadaşlarım."
"Kuzey Suriye'ye asker gönderilmesine ilişkin tezkereye 'evet' diyeceğimizi İyi Parti, Saadet Partisi ve HDP'ye de söyledik."
"Sayın Bahçeli'nin yaklaşımının, ekonomik göstergelerin kötüye gitmesiyle sıkıntıya düşen kesimlerin oylarının AKP'den MHP'ye yönelmesi şeklinde olduğunu düşünüyorum."
"Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu'na 'Suriye sınırından gelecek bir milyon kişiyi sınırda tutabilir misiniz?' diye sordum, yanıtı 'Hiçbir güç bir milyonluk bir kitleyi tutamaz' şeklinde oldu. Yeni göç dalgasının Türkiye için sorun yaratacağını bize söylediler. Dış politikada söylemlerimizi deneyimli bir kadro ile belirliyoruz. Sayın Ünal Çeviköz sağolsun bir kurul oluşturdu. 'Dış Politika Danışma Kurulu' belli aralıklarla toplanıp durum değerlendirmesi yapıyor, Türkiye’nin çıkarları doğrultusunda görüş belirliyoruz."
"Türkiye'nin Rusya'ya bağımlılığı giderek artıyor. Biz bu konuda önemli bir çalışma yaptık. Elbette Rusya ile iyi-dengeli ilişkilerden yanayız. Ancak şu anda Rusya'ya doğal gazda bağımlıyız, nükleer santralı da onlara verdik ve enerji bağımlılığımız neredeyse yüzde 60'lara varan bir düzeye ulaştı. Bunu yanlış buluyoruz. Tüm bunlara ek ve daha önemli bir gelişme olarak ortaya çıkan bir başka gerçek de şudur: Türkiye’nin dış politikasını Putin yönlendirmeye başladı. Bir süredir bunu dillendiriyorum. Özelikle Suriye ve Libya konusunda Putin’in dedikleri oluyor."
"Laiklik elbette cumhuriyetimizin ve CHP'nin temel değerlerinden birisi. Laikliğin söylemimizde öne çıkmadığı yolunda bazı haksız değerlendirmeler oluyor. Aksine laikliğin, Türkiye’nin temel problemlerine yönelik önermelerimizde önemli bir yeri var. Çünkü din ve vicdan özgürlüğünün, fikir ve ifade özgürlüğünün önündeki engellerin kalkması ve cumhuriyetimizin demokrasiyle taçlandırılması, laik, seküler bir bakış açısıyla ancak sağlanabilir."
"Öte yandan, bize oy vermeyenlerin de bu konuda neler düşündüğü çok önemli. Haliyle de onların neler düşündüklerini de anlamaya çalışıyoruz. Sadece bize oy versinler diye değil, bizi yani, CHP'yi de dinlesinler istiyoruz. Bu konuda odak grup çalışmaları yaptırıyoruz. Geri dönüşler arasında 'Seçmene demokrasi, özgürlük dediğinizde andan itibaren insanlar sizi dinlemeye kapanıyor', 'Cümleye laiklik ile başladığınızda dinleme tak diye kesiliyor' gibi görüşler de var."
"Şunu söylemek; istiyorum, laiklik elbette temel değerimiz. Toplumun bütün kesimleri için, demokrasimiz için tartışılmaz değerimiz. Bu değeri, siyasal görüşü ne olursa olsun hepimizin ortak çabayla koruması lazım. AK Parti'nin izlediği yolun yol olmadığı, inançlara saygının değeri ve inancın siyasete alet edilmemesinin önemi bugün çok daha iyi anlaşılıyor. Özellikle de kentli modern muhafazakâr ailelerin çocukları…"
"Bir işveren örgütü eleştirilecekse, o TÜSİAD'dan önce Türkiye Odalar ve Odalar Birliği'dir (TOBB). Örneğin Yassıada'yı TOBB'a yaptırdılar. Kimse sormuyor orada ne oluyor, TOBB ne kadar kaynak harcadı? Kimin kaynağını harcıyor? TOBB kamusal nitelikte bir örgüt, şirket sahibi insanlar yasal zorunluluk olarak aidat ödüyor ve bu aidatların toplamı büyük meblağlara ulaşıyor. TOBB acaba toplanan paraların nereye gittiğini kendi üyelerine anlatabildi mi? Medya da bu sorunun cevabının peşine düşmeli.
Bir de TESK (Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu) var. İkisinin de demokrasiye bağlılıkları konusunda endişelerim var. İki kurum da Erdoğan'a bağlanmış durumda.
MÜSİAD'a (Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği) ve HAK-İŞ'e de sorulması lazım; kardeşim sen bu ülkede yaşamıyor musun? Anadolu'nun içini boşalttılar. Trabzon'da, Diyarbakır'da, Erzurum'da, Aksaray'da okuyan gençler mezun olunca iş bulmak için İstanbul'a geliyor. İstanbul'dakiler de yurt dışına gidiyor. Bu kurumlar, bu örgütler, Türkiye bu hâldeyken ne yapıyorlar, sormak lazım. Tüm yatırımların ağırlıklı olarak ülkenin bir bölgesine yapılması ne kadar doğru? Bayburt’ta Bitlis’te, Hakkâri’de, Diyarbakır’da çalışacak insanlar yok mu? Bu insanları niçin metropollerin varoşlarında ekmek arar hale getiriyoruz? Bunu sadece benim değil, bölge halkının da, TOBB’un da, TESK’in de, MÜSİAD’ın da sorması gerekir."
"Bana göre Kanal İstanbul'u yapamaz, hangi parayla yapacak? İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız Ekrem İmamoğlu, İstanbul'dan sorumlu. Kanal İstanbul kararı uygulanmaya başlanırsa ilk açıklamayı doğal olarak başkanımız yapacak. Bugün Kanal İstanbul konusunda özellikle de sivil toplum örgütlerinin duyarlılığı had safhada. Bizim sivil toplumun önüne geçmememiz lazım. Bir sivil toplum hareketinin bir siyasi parti hareketine dönüşmesi doğru değil. Kanal İstanbul sorununu bir parti sorunu haline getirmek yanlış. Elbette bize danışan sivil toplum örgütlerine görüşlerimizi söylüyoruz, İstanbul Büyükşehir Belediyesi önemli çalışmalar, açıklamalar, başvurular yapıyor."
"İki önemli adım atıyoruz. Eğitim konusunda bütün bileşenlerle bir çalıştay düzenledik. Ayrıca bu çalıştay ilk çalıştayımız da değil. Öte yandan uygulama alanında da bir çaba gösteriyoruz. Bütün belediye başkanlarına dedik ki, 'Öncelikle gelir düzeyi düşük yoksul mahallelerden başlayarak her mahallede kreş açacaksınız.' Bu kreşlerde sergilenecek yaklaşım, verilecek eğitim aileyi de mutlu edecektir. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız sadece İstanbul'da 150’ye yakın kreş açacak, ki 20 bin çocuğumuzun erişeceği bir kapasiteden söz ediyoruz."
"Eğitim konusunda bir diğer önemli görüşümüz de şu… Köy Enstitüleri'nin 21. yüzyıl versiyonunu yakalamak istiyoruz. Bütün Organize Sanayi Bölgeleri'nde yatılı teknoloji liseleri kurulmasını istiyoruz. Seçim bildirgemizde bu hedef yer alacak. Bu meslek liselerinde sanayi ve teknoloji için eğitimli gençler yetişecek, üniversiteye devam etmek isteyenlere de örneğin artı beş puan desteği ile üniversite sınavına girme hakkı/ teşviği kazanacak. Buna ayrıca iş garantili eğitim diyoruz."
"İşsizlik Türkiye’nin en yakıcı sorunudur. Bu soruna karşı Saray İktidarının ciddiyetsiz bir yaklaşımı var. Anneler, işsiz eşleri ve çocuklarıyla birlikte bir yaşam mücadelesi veriyor. Özellikle de ailede kadın evi, yuvası yıkılmasın diye uğraşıyor. '2019’da 2.5 milyon istihdam' diye yola çıktılar, TÜİK verileriyle bile bir yılda yaklaşık 600 bin kişi, işsizler ordusuna katıldı. Türkiye üretmeden, katma değeri yüksek ürün üreten bir ülkeye dönüşmeden bu işsizlik sorununu aşamaz. Bu işsizlik sorununu aşamadığı müddetçe de ne yazık ki Türkiye huzura kavuşamaz. İntiharlar, uyuşturucu kullanımı, boşanmalar, parçalanan aileler, psikolojik sorunların artmasının en önemli nedenlerinden biri işsizlik. Hâl böyleyken saray ve bir avuç yandaşı zenginliklerine zenginlik katmaya devam ediyor. Tank Palet Fabrikası’nın özelleştirilmesinden, dövize endeksli geçiş garantili, hasta garantili, yolcu garantili ihaleler bu yağma düzeninin örnekleri. Böyle süremez, sürmemeli."
"Çare var, çare CHP’nin ortaya koyduğu dört aşamalı plan. Birinci aşama demokrasi, öncelikle demokrasi. Darbe hukukundan arınmış bir hukuk düzeni, yargı bağımsızlığı, can ve mal güvenliği… Özetle demokrasiyle taçlandırılmış bir cumhuriyet. İkinci aşama planlı bir üretim. Tarladan fabrikaya, sanattan üniversiteye kadar her alanda üretim. Türkiyenin yumuşak gücü de kendini her alanda göstermeli… Üçüncü aşama güçlü bir sosyal devlet. Hiç kimsenin aç ve açıkta kalmadığı bir sosyal devleti inşa etmek. İnsanca ve hakça üretim ve paylaşım... Ve son aşama demokraside, ekonomide, sosyal devlette dünyadaki tüm gelişmeleri izleyerek sürdürülebilirliği sağlamak…"
© Tüm hakları saklıdır.