Sezgin Tüzün*
Gazetelerde yazılarım, söyleşilerim, araştırma bulgularım yayımlandı. Ama gazeteci değilim.
Nevşin Mengü’nün Birgün gazetesindeki köşesinde 20 Mart’ta yazdığı “Burak’a ne oldu?” başlıklı yazısı üzerine Tuğçe Tatari’nin T24 sitesinde aynı gün yayımlanan “Kusura bakma Nevşin, ama Kabataş yalancılarından ne farkınız kaldı?” yazısı ve sonrasındaki gelişmelerden aldığım ivmeyle meslek etiğinin önemi, geliştiriciliği ve katkılarına değinmek için bu yazıyı yazıyorum.
Çarşamba günü önce Mengü’nün twitter’den özrü “Ne deseniz haklısınız”başlığıyla sosyal medyada kitlelere ulaşınca, Tatari’nin “Nevşin, ben de Kabataş benzetmesi için özür dilerim” yazısı da T24’teki yerini aldı.
Konunun ayrıntılarına girmeyi düşünmüyorum, çünkü isteyen T24 sitesine girip, sözü edilen yazıların tamamını okuyup, kendisince yargılara varabilir. Ama burada hayati önem taşıyan olay, hata ya da yanlış yapılan şey hakkında meslektaşın meslektaşı tarafından uyarılması ve bu uyarı üzerine hata yapan gazetecinin; “Bu sefer hata yaptım, hem de büyük bir hata yaptım. Kendi canımdan kanımdan kardeşime güvendim. Söylediklerini yeterince sorgulamadım. Her zaman haber yaparken yaptığım gibi kaynağı didik didik didiklemedim. Hata benim” demesi.
Buna karşılık yapılan hataya sert biçimde karşı çıkan gazetecinin de; “Yazının başlığında Nevşin ve kardeşine ‘Kabataş yalancıları’ benzetmesi yapmıştım. Nevşin’den gelen özür bu benzetmeyi boşa düşürdü… Sonuçta bir erdem göstererek özür dileyen Nevşin’den, ben de ‘Kabataş yalancısı’ benzetmesi için özür dilemeliyim diye düşünüyorum. Nevşin, ben de Kabataş benzetmesi için özür dilerim”demesi, günümüz Türkiye’sinde -alışılmadık olsa da- gazeteciler için bir örnek oluşturmalı, oluşturabilmeli.
Meslek etiği, her mesleğin uygulama sürecinde adım adım ve yıllarla biriken iş / işi yapma biçimi ve işin ahlâki çerçevesine ilişkin deneyimlerin ürünü olarak gelişen ve oluşan bir kavram. Bu kavram mesleğin yapılma biçimiyle mesleğin çıktılarının insan ve topluma ulaşımındaki kurallar bütünlüğünü özünde taşır. Her hangi bir mesleğin kendi etik kurallarına uymadan icra edilmesi, o mesleğe karşı yapılan bir suikast olmanın ötesinde, o mesleğin çıktılarından beslenenler içinse bir yanıltma / kandırma / aldatma ve hatta kimi durumlarda da yok etme aracı haline bile dönüşebilir.
Meslek etiği, sadece gazeteciler için varolan bir şey değil. Araştırmacılar için de, bilim insanları için de, öğretmenler/akademisyenler için de, doktorlar / mühendisler / hukukçular / siyasetçiler için de meslek etiği / meslek ahlâkı diye bir şey, bir kavram var. Amma….?
Türkiye’de bu aralar hergün -evet, neredeyse hergün- televizyon ekranlarına ve gazete sayfalarına yansıyan biçimiyle bir çok meslek için, etik değerlerin ayaklar altına alınışına tanıklık ediyoruz.
Kamuoyu araştırmacıları satın alınan(!) görüşü pazarlıyor, akademisyenler bilim adına siyasi yorumlar üretiyor, doktorlar hastahaneler için amaliyat kontenjanı doldurma uğraşı veriyor, gazeteciler, ‘iliştirilmişliği’ habercilik duayenliğine taşıyor, siyasiler gerçekleri boyayıp renkten renge sokuyor, ekonomistler ne çok zenginleşip ne kadar kalkındığımızı anlatıyor, istatistikçiler de modelleme kılıflarıyla gerçeği ters-yüz etme başarılarına, yeni yeni başarılar ekliyorlar.
İşte tam bu noktada, iki kadın gazeteci; yanlış ya da hata yapabiliriz ama, biz hata yaptık özür dileriz demeyi de, doğruya koşmayı da biliriz. Çünkü biz etik değer taşımayan bir habercilik anlayışının değil, etik değerler üzerine kurulu bir mesleğin yani gazeteciliğin üyeleriyiz deyince, akan sular / eriyen buzlar / kaynayan kazanlar / köpüren fitneler durdu.
İşten atılan / dışlanan / baskı altında tutulmaya çalışılan, fakat mesleki ve insani etik değerleriyle geleceğe koşmaktan alakonamayan gencecik insanlar, aslında Türkiye’nin bugününü değil, yarınını simgeliyor.
Yaptığı hatayı, yanlışı ayaklarıyla üzerine toprak atarak örtmeye kalkmayan; yanlış / hata ve geçersiz yargılarını üstlenerek düzeltmeyi başaran iki gazeteciye kendi mesleklerinin etiğine sahip çıktıkları için gazeteciler; bilgilenme haklarımıza sahip çıkıldığı için bizler, teşekkür borçlu değil miyiz? Ben kendi adıma Nevşin Mengü ve Tuğçe Tatari’ye teşekkür ediyorum. Gücümüzün doğruluk, dürüstlük ve şeffaflıktan geldiğini gösterdikleri için.
Ayrıca bu durum bize; geleceği karanlık görme yerine, geleceğe umutla bakmamızın gereğini de açıklamıyor mu?
*Bu yazı ilk kez bianet.org'ta yayımlanmıştır.