01 Aralık 2011 02:00
T24 - PKK liderlerinden Murat Karayılan, Öcalan'ın avukatları aracılığıyla talimat verdiği iddiasını yalanladığı açıklamasında "Elimizde devlet tarafından bize verilen Öcalan'ın kendi eliyle yazdığı 10'a yakın mektup var" dedi.
Karayılan'ın PKK'ya yakınlığı ile bilinen Fırat Haber Ajansı'na yaptığı açıklama özetle şöyle:
'KCK devletsiz bir toplum modeli, örgüt değil ki üyesi olsun'
Karayılan KCK operasyonlarını eleştirirken, "KCK, devlet olmayan bir toplum modeli olan bir tasarım, bir sistemdir; bir örgüt değil ki üyeleri olsun. Kim, nerede bir KCK üyesinin olduğunu ispatlayabilir ki? Öyle bir şey yok. Çünkü bir örgüt değil. Nasıl ki bir sistem olarak var olan sosyalizm gerçeğine dayanarak herhangi bir kimseyi “sosyalizmin üyesisin” diyerek Türkiye’de yargılayamazsan, aynı şekilde “KCK üyesisin” diye de kimseyi yargılayamazsın" dedi.
KCK'yı Dersim'e benzetti
Abdullah Öcalan'ın avukatlarına yönelik KCK gözaltılarının diyalog sürecini bitirdiğini belirten Karayılan, KCK operasyonlarını Dersim'e benzetti. Karayılan, "Belki Dersim’deki gibi teslim olmuş olan aşiretler dahil herkesi hedeflemeyebilir; teslim olmuş olanları yanına çekmek istiyor. Zaten “o zaman Kemalist devlet hata yaptı; teslim olmuş aşiretleri de kırımdan geçirip, sürgün ettiler. Biz böyle yapmayacağız” diyorlar. “Biz teslim olmuş olanları yanımıza alacağız, direnenleri ezeceğiz, o biçimde sonuca gideceğiz” demektedirler. Bu çok tehlikeli, katliamcı; ateşle oynayan faşist bir zihniyete sahip, ırkçı-sömürgeci bir anlayıştır. Özellikle toplumun tüm kesimlerini hedefleyerek, akademisyenleri, siyasetçileri, eğitimcileri, köylüleri, işadamlarını, giderek hukuk çevrelerini yani Kürt toplumunun sosyalitesine yönelme söz konusudur. Ekonomisine, siyasetine, varlığına yönelme söz konusudur. Amaç, Kürt toplumunu güçsüz bırakmak, etkisiz kılmak ve böylece bir parandaya dönüştürmek; ona-buna yamalanabilecek, kapıda bekçilik yapabilecek bir konuma getirmektir" dedi.
Abdullah Öcalan'ın 4 aydır kimseyle görüştürülmediğini hatırlatan Karayılan, "Türkiye'de özel yasa çıkarılmasına gerek yok, Başbakan'ın sözleri kanun yerine geçebiliyor" dedi.
'Elimizde devletin bize verdiği Öcalan'ın 10'a yakın mektubu var'
“Avukatlar aracılığıyla savaşı ve örgütü yönetiyor, talimatları gönderiyor” deniliyor. Öcalan'ın bulunduğu cezaevi koşullarında örgütü yönetme, örgüte talimat verme durumunun söz konusu olmadığı defalarca belirtilmiştir. PKK'nın kendi sistemi, kendi yönetimi zaten vardır. Talimatların ve mektupların gönderildiği iddia ediliyor. Öcalan'ın bizzat kendi eliyle yazılmış olan 10’a yakın mektubu var. Fakat bu mektupların hiçbirisi de bu avukatlar tarafından bize ulaştırılmış değildir. Hepsi, bizzat devletin heyeti tarafından bize ulaştırılmış mektuplardır. Avukatların haberleri bile yoktur. Anladığım kadarıyla, ancak son dönemlerde avukatlar kendileri dışında farklı bir kanalın işlediğini sezdiler. Eğer kuryelikten bahsedilecekse, kuryeliği yapan devlet adına hareket eden heyettir. O zaman savcı gidip onları yargılayabilir. Bunu da yapamayacakları açık. Neden? Çünkü durum farklı bir şeydir. Burada hukuktan ziyade siyasal bir durum söz konusudur. Şimdi ben bazı hassasiyetleri çok kurcalamak istemiyorum ama bu ne biçim devlet, buna anlam veremiyorum. Devletin, yaptığı işi, hiçbir etik kuralı tanımadan, kalkıp başka insanlara yüklemesi karşısında bunları söylemek zorunda kalıyorum. Öcalan'dan bize avukatların ilettiği tek bir yaprak bile yoktur. Bir kere İmralı sisteminde avukatlar içeriden hiçbir şey alamıyor. Orada, kendi yazdıkları notları bile alamıyorlar. Kendi müvekkillerinin nelerden bahsettiğini daha sonradan yazıp, ailesine, yakınlarına iletmelerini de suç sayacaklarsa onu bilemem; gündeminin ne olduğunu, nelerden-nasıl bahsettiğini aktarmayı herhalde suç sayamazlar."
'Eylül 2006'da hükümet nasıl İmralı'ya gitti'
"2006 yılının Eylül ayında, avukatların görüş günü olmayan bir Cumartesi günü siz devlet ve hükümet olarak, şimdi tutukladığınız avukatlardan birisini Abdullah Öcalan'la görüştürmek üzere İmralı’ya götürmediniz mi? Özel bir talimat ve uygulamayla Cumartesi günü söz konusu avukat gidip Öcalan ile görüşüp, o görüşme sonuçlarını bize aktarmadı mı? Bunu siz sağlamadınız mı ve o görüşme sonucu 1 Ekim 2006’dan itibaren bir ateşkes süreci gerçekleşmedi mi? Gerçekleşti. Peki, siz o insanları ne yüzle tutukladınız, onu nasıl suçlayacaksınız? Bunu anlayamıyorum. Bu ona karşı yapılan bir kalleşliktir. Siz kendiniz onu gönderdiniz; şimdi de yok sen suç işlemişsin diye tutukluyorsunuz."
'Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar avukat tutuklanmadı'
Dünyanın neresinde bir kerede 33 avukatın tutuklandığı görülmüştür? Bu, ilk kez Türkiye’de olan bir olaydır. Hitler Almanya’sında tutuklanmıştır ama hepsi öyle bir günde tutuklanmamışlardır. Dünyada ilk kez Türkiye’de 33 kişilik bir avukat grubu “siz müvekkilinizle görüşüp, örgüt üyesi olmuşsunuz” diye tutuklanmaktadır. Bunun tutarlı hiçbir tarafı yoktur. Savunulacak hiçbir mantığı yoktur."
'AİHM neden sessiz?'
"Tutuklamalarla aynı zamanda Öcalan'ın en temel hakkı olan savunma hakkını da elinden almış bulunuyorlar. Şimdi AİHM’de davaları da var. Peki, avukatlar görevlerini nasıl icra edecekler? Açık ki avukatların tutuklanmış olmasında ilgili uluslararası kurumların da sorumluluğu vardır. Başta AİHM ve CPT olmak üzere uluslararası kurumların hiçbir ses çıkarmamaları onları da suç ortaklığı konumuna düşürüyor. Eğer AKP hükümeti bu kadar şımarıklaşmasaydı, uluslararası kuruluşların tutumlarından cesaret almasaydı, bu yönelimleri yapamazdı."
'KCK operasyonlarını Gülen cemaati AKP'ye önerdi'
KCK operasyonlarının Gülen cemaati tarafından yapıldığına dair bize ulaşan çeşitli bilgi ve duyumlar var. Gülen cemaatiyle AKP’nin aynı şeyler olmadığını biliyoruz ama AKP, Gülen cemaatine dayanarak devlete hakim olmayı esas almaktadır. Gülen cemaati de AKP’ye dayanarak devlet içinde kendi sistemini kurmaktadır. Dolayısıyla Gülen cemaatinin inisiyatifinin etkili olduğu açık ve bu KCK adı altında yürütülen operasyonların da bu cemaat tarafından AKP’ye önerildiği, AKP’nin de onayladığı biçimindeki bazı bilgilere sahibiz. cemaatin çeşitli biçimlerde doğrudan bize yansıyan mesajları daha farklıdır. Bize farklı şeyler yansımışsa da esasında Gülen cemaatinin bu süreçte etkin bir rol oynadığı yönündeki kanaatler ön plandadır.
'AKP ve cemaat 'önümüzde diz çökeceksiniz' diyor'
Şimdi AKP ve Gülen cemaati, muhafazakâr milliyetçiliğin temsilcisi olarak bugün iktidara gelmiş bulunuyorlar. Devleti ele geçirdiler ve Cumhuriyet’in kuruluşundan günümüze kadar olan bütün süreci aslında eleştiriye tabi tutmak istiyorlar; fakat kaçak oynuyorlar. Bunu çok açık, çok net ifade etmeseler de özünde bu geçmiş uygulamaların birçoğunu sahiplenmiyor ve eleştirerek, kendi çizgisinin daha doğru olduğunu iddia ediyorlar. Ancak bu yeni iktidar anlayışı -milliyetçi-muhafazakar anlayış- Kürtler açısından milliyetçi-ulusalcı anlayıştan pek farklı olmadığını da ortaya koymuştur. Halbuki kendileri de dönem dönem bu devletin uygulamalarından dolayı mağdur hale gelmişlerdi. Ama şimdi kendileri iktidara geçtiler ve önlerine gelene yöneliyorlar. Esas aldıkları taktik, aktif olma, sürekli karşıtının üzerine giderek hakimiyet sağlamaktır. “Herkes önümde diz çöktü, siz de önümde diz çökeceksiniz” demektedir. Tam bir hakimiyet sağlamak istiyor.
'Beyaz Ergenekon ile yeşil Ergenekon arasında ciddi farklar yok'
Bizim açımızdan Beyaz Ergenekon ile Yeşil Ergenekon arasında bazı nüans farklılıkları olsa da, şimdi uygulamada görüyoruz ki çok ciddi bir farkları yoktur. Beyaz Ergenekon bize karşı yıllarca savaştı. En ahlaksız yöntemlerle saldırılar geliştirdi. O şimdi başarısız kaldı, sonuç alamadı. Yeşil Ergenekon, Beyaz Ergenekon’un ifade ettiği gibi “herkes Türk’tür” değil, “Kürtler de var, Araplar da var, Lazlar da, Abhazlar da, Çerkezler de, Türkler de var ama bunların hepsi Türk milleti içerisinde yer alan unsurlardır. Yani siz varsınız ama tebaamızsınız” hesabından hareketle bir farklılık arz ediyor. Aslında, “şimdiye kadar hiç kimsenin konuşamadığı şeyler bizim dönemimizde konuşuluyor, tabuları biz kırdık” demesinin nedeni budur.
'Beyaz Türkçülük her şeyi reddediyordu, yeşil Türkçülük 'her şey benim' diyor'
"Beyaz Türkçülük, her şeyi reddeden, ‘sadece ben varım’ diyen bir anlayışa sahipken, Yeşil Türkçülük de ‘her şey benim’ diyor ‘ama diğer kesimler de var, bunların hepsi benim tebaamdır’ diyor. Yoksa o da tekçi anlayışa sahiptir. Sonuç aynı kapıya çıkıyor; biz Kürtler açısından aynı kapıya çıkıyor. Ha beyaz Türkçülük, ha yeşil Türkçülük; ikisinin de Kürtlere karşı uyguladıkları, faşizmdir. Biz, sömürgeciliğin hep faşist yüzünü gördük. Bazı Kürt kesimleri belki “Kemalizm’e karşı olduğunu söyleyen Fethullah-AKP anlayışı iktidar oldu, Kürtlere de kol-kanat gerer ya da Kürt sorununu çözer” söylemlerine aldandılar ama şimdi anlaşıldı ki al birine, vur ötekine. Kürt sorununu çözme değil, Kürt sorununu çözme adı altında Kürt halkını beyaz katliama tabi tutma politikası vardır. Şimdi uygulanan şey bu olmaktadır. Bu açıdan hesaplaşma ciddi bir hesaplaşmadır. Tarihi temellere dayanan bir hesaplaşmadır. Aslında bizim, bu yeni iktidara gelmiş, Kemalizm’e karşı olduğunu söyleyen anlayışın Kürt sorununa doğru-gerçekçi yaklaşması halinde illa ‘bu anlayışa karşı mücadele edelim’ diye bir derdimiz yoktur. Biz, Kürt halkının temel haklarını inkar eden, Kürt toplumunu Türk devlet sistemi içerisinde köleleştirmeyi öngören ırkçı-milliyetçi-sömürgeci anlayışa karşı mücadele ediyoruz. Ama şimdi gördük ki yeni gelenler de Türk devletinin sömürgeci-milliyetçi çizgisini aynen yürütmekte ve bunu her gün Kürt toplumuna farklı bir dille ve farklı yol ve yöntemlerle de olsa dayatmaktadırlar.
Bu açıdan cemaatin rolü var mı, yok mu bu o kadar önemli değil. Anlayış ortadadır. Anlayış, en azından ikisinin de ortaklaştığı bir anlayış durumundadır ve bunun Kürdistan'daki mevcut sömürgeci sistemi yenileme, onu yeniden canlandırma, iflas etmiş-bitmiş sömürgeciliği bu biçimde yenileyerek, restore edip tekrardan hakim kılma çabasının olduğu görülmektedir."
'Barzani'nin Türkiye ziyaretinden sonra bazı gelişmeler olabilirdi ama...'
"Son günlerde “görüşmeler var, çözüm olacak, vb.” bazı psikolojik savaş söylemleri de çeşitli basın-yayın organlarında servis ediliyor. AKP hükümeti, bu tür girişimlerle çözümün bütün zeminlerini ortadan kaldırıyor. Ne çözümü! Tek yol bırakıyor: Direnme yolu. Bir taraftan bu kadar saldırı varken, öbür taraftan çözümden bahsetmek gerçekle örtüşmüyor.
Örneğin; Mesut Barzani de Türkiye’ye gitti. Belli ki orada bir takım tartışmalar olmuş. Eğer süreç normal gitseydi Sayın Mesut Barzani’nin dönüşünden sonra belli bazı gelişmelerin yaşanması belki olası olurdu ama Erdoğan, Kürt heyetiyle -Sayın Mesut Barzani ile- her ne konuşmuşsa onu yolculadıktan sonra hem tehditler savurdu, hem de operasyonlara hız vererek özellikle de en son Öcalan'ın avukatlarını da hedefleyerek yumuşamanın tüm zeminlerini tasfiye etti. Bu da AKP’nin niyetini açığa vuran bir durumdur. Bence Sayın Barzani, Sayın Talabani ve bütün gözlemci çevreler bunu iyi görmeli. Yani bir taraftan biz Kürtlere mesaj verilmekte; ‘silah bırakılırsa şu bu olur’ denilmekte, öbür taraftan da var gücüyle saldırılar geliştirilmektedir. Bütün Medya Savunma Alanlarına yüzlerce sorti yapılarak uçak saldırıları gerçekleştirildi; avukatlara saldırı oldu. Bunlar ne zaman oldu? Kürt heyetinin Türkiye’den dönüşü ardından oldu. Bu, “Siz Kürtler gidin, tartışın, danışın; PKK teslim oluyorsa olsun, yoksa ben hepinizi hedefleyeceğim” demektir. AKP’nin yaptıkları bu anlama geliyor.
Sayın Talabani’nin ifade ettiği “Genel af ve anayasal tarif” hususları tartışmalar sonucunda kendisinin çıkarmış olduğu bir yorum olabilir. Biz doğrudan öyle bir şeyi ifade etmekten ziyade, soruna daha geniş bir çerçeveden yaklaşıyoruz. Yani Kürt sorununun çözümü ve silahların tümden devre dışı bırakılması için toplumsal bir uzlaşma projesinin uygulanmasına ihtiyaç vardır. Bunun anayasal boyutu, tutukluların özgürleştirilmesi kadar, ulusal haklar çerçevesindeki boyutları da vardır. Yani birçok boyut söz konusudur. Bunların hepsi tabii birbiriyle bağlantılıdır. Biz sorunun çözümünü daha geniş bir perspektifle bir toplumsal uzlaşma projesi olarak koyuyoruz. Bunu belki de kendisi öyle yorumlamıştır. Ben ona bir şey demem ama çözüm çerçevesini biz çok çeşitli vesilelerle ortaya koymaktayız. En son devlete sunduğumuz protokollerde de çözüm çerçevesi vardır. Tabii ‘her şey tek bir seferde, aynı anda olur’ diye bir şey yok. Bir süreçtir; önemli olan, gerçekten sorunları şiddetle değil diyalogla çözme çizgisine gelmedir. Bu konuda biz PKK olarak her zeminde tutumumuzu koyduk. Biz sorunu diyalog ve demokratik yöntemlerle çözmekten yanayız. Ancak öncelikle bu tutumun devlette de gelişmesi gerekmektedir. Belki de Sayın Talabani’nin “ikna ettim” dediği husus bu tutumumuzu görmüş olması olabilir."
© Tüm hakları saklıdır.