Gündem

Karar yazarlarından "Ezana dil uzatıldı" iddiasına eleştiri: Siyasette dini kullanmak ahlaki erozyonu derinleştirir

13 Mart 2019 13:39

8 Mart Emekçi Kadınlar Günü’nde İstanbul’da düzenlenen ‘Feminist Gece Yürüyüşü’ne yönelik polisin biber gazlı ve plastik mermili müdahalesinin ardından, yürüyüşe katılan kadınların ezanı ıslıklayıp ıslıklamadığı tartışması devam ediyor. Karar gazetesi yazarları Yusuf Ziya Cömert ve Mehmet Ocaktan bugünkü köşelerinde bu iddiayı yazdı.
 
Eski AKP milletvekili Mehmet Ocaktan, din üzerinden siyaset üretmenin insalık tarihinde yıkıcı sonuçları olduğunu belirtirken "Dini hayatın dışına sürgün etmek mümkün değildir, ama dini siyasette adeta bir promosyon malzemesi olarak kullanmak da ahlaki değildir" dedi.
Yusuf Ziya Cömert'te köşesinde Yeni Şafak yazarı Fatma Barbarosoğlu ve Gerçek Hayat yazarı Cihan Aktaş'ın ifadelerini taşırken "Bu hengamenin ortasında iki ‘edibe’ kadının çıkışı dikkat çekiciydi. Üslupları da bir ‘seviye’yi yansıtıyordu" diye yazdı. 
 
Yusuf Ziya Cömert'in "Bu seçimin en etkili malzemesi" başlığıyla yayımlanan yazısının ilgili kısmı şöyle:

Seçimde her zaman ‘konserve’ malzemeler kullanılmıyor.

Taze, ne derler ‘simultane’ malzemeler de çok iş görüyor.

AK Parti milletvekili Kemal Gürpınar’ın Şanlıurfa’da “Yarın mahşerde Allah’ın karşısına çıktığınız zaman, Allah o emaneti bize verdiğinizden dolayı size hesap sormayacak” demesi böyle bir malzemeydi.

Bir ‘din istismarı’ cümlesi.

Derinine inersen şuuraltına dair çok şey söylersin ama, biz inmeyelim, hüsnü zan edelim.

CHP ve siyasetin ‘muhalif’ tarafında duranlar tepe tepe kullandı.

AK Parti tarafı üzerinde durdu mu?

Durmadı. Durup da karşı tarafın ekmeğine yağ mı süreceksin?

Bence birileri çıkıp, “Bu söylem bize yakışmıyor” diyebilse AK Parti’ye faydası olurdu.

Feministlerin 8 Mart’ta Taksim de yaptıkları gösteri de seçim için etkili bir malzeme üretti.

Gösteri sırasında yatsı ezanı okunmuştu.

Yatsı ezanıyla feministlerin ıslıkları eşzamanlı olarak kameralara yansıdı.

Bir tarafta ezan okunuyor, aşağıdaki kalabalık da ıslık çalıyor.

Eh, CHP’nin mazisinde de ezanla ilgili sorunlar var. Bilhassa Türkçe ezanla ilgili.

Demirel, senelerce CHP’nin bu konudaki ‘sabıka’sından yararlanarak siyaset yaptı.

“Bayrak inmez, ezan susmaz.”

Arada ‘Ezanın Türkçe olması lazım’ diyen CHP’liler de çıkınca  CHP, geleneksel sağın ve mütedeyyin kitlenin ‘olağan şüpheli’si haline geliyor.

Kıyamet koptu sosyal medyada.

Ezan paylaşımları, ezana sahip çıkma paylaşımları ayyuka çıktı.

Bu görüntünün insanları etkilemesi doğaldır. Etkiledi.

***

‘Ezan protestosu’ Cumhur İttifakı seçmenini motive edecek önemli bir ‘malzeme’ olarak rağbet gördü.

Seçimin şu ana kadarki en etkili malzemesi diyebilirim.

Feministler, ezanı değil polisi protesto ediyorduk dediler ama ok yaydan çıktı bir kere.

Bu hengamenin ortasında iki ‘edibe’ kadının çıkışı dikkat çekiciydi.

Üslupları da bir ‘seviye’yi yansıtıyordu.

Biri Fatma Barbarosoğlu. Nazikçe, şöyle diyordu:

“Kadınlar günü yürüyüşünü lütfen ezanı protesto ettiler diye etiketlemeyelim. Ezan okunurken protestoya devam etmek ile ezanı protesto etmek aynı şey değil. Bu vatanda hep beraber saygı mesafesini koruyarak yaşamayı başarmak zorundayız. Olaylara rikkat ile dikkat ile yaklaşalım.”

Cihan Aktaş’ın cümlelerinde de benzer hassasiyet.

“Bilgi toplumu değil hurafeler çağı adeta. Kadın örgütleri ezana karşı bir kasıtları olmadığını söyledikleri halde bu açıklamayı duymazdan gelerek suçlamayı sürdürmenin anlamı nedir? Ezan bu ülkede provokatörlerin eline düşürülmeyecek kadar hassas bir ortak değer.”

Ama, şu hercümercin içinde kaç kişi duyar bu cümleleri?

Ben duydum ve altını çizme ihtiyacı hissettim.

Şimdi ben böyle demekle CHP’yi mi desteklemiş oldum?

Hayır, böyle bir şey yok.

Sadece, hepimize lazım olan bir hassasiyetin altını çizmiş oldum.

Eski AKP milletvekili Mehmet Ocak'tan'ın "Siyasette dini kullanmak ahlaki erozyonu derinleştirir" başlıklı yazısı şöyle:

Tarihin bütün dönemlerinde dinin siyasette araç olarak kullanılması, her zaman ahlaki erozyonun derinleşmesine sebep olmuş ve toplumların çözüm üretme kabiliyetini zayıflatmıştır. Oysa bir rahmet olarak gönderilen din, insanlığın zihninde müstesna bir yere sahiptir ve yaşanabilir bir dünya oluşturmada müracaat edilecek tek mercidir. Onu iktidar kavgalarının aracı haline dönüştürmek, evrensel mesaja karşı yapılabilecek en büyük haksızlıktır.

Unutmayalım ki din üzerinde siyaset üretmenin ya da dinin araçsallaştırılmasının insanlık tarihindeki yıkıcı sonuçları hâlâ toplumların hafızasında bütün canlılığı ile yer almaktadır. Din eksenli siyaset sadece İslam toplumlarında değil, İslam dışı toplumlarda da hep yıkıcı sonuçlar yaratmıştır.

Biliyoruz ki Ortaçağ, Hristiyanlıkta kanlı din savaşlarının, bölünmelerin, cepheleşmelerin doruğa çıktığı bir dönemin adıdır. Mesela, Müslümanlığın yayılmasını durdurmak için oluşturulan Haçlı orduları 1204 yılında Mısır’a doğru yolu çıkmışken fikir değiştirerek İstanbul’a yönelmişler ve burada yaşayan Ortodoksları kılıçtan geçirmişler, din adamlarını asmışlardır. Bu zulmün ardından Ortodoksluk ve Katoliklik arasındaki uçurum bir daha asla kapanmayacak şekilde açılmıştır.

Yine kilise, otoritesini sağlamlaştırmak, imparatorluk üzerindeki siyasi nüfuzunu güçlendirmek için elinde bulundurduğu dini silahlarını kullanmaktan çekinmemiştir. Zamanla otorite kaybından endişelenen kilise, dinin gücünü kullanarak bilime karşı da şiddetli bir savaş başlatmıştır. Mesela İskenderiye Kütüphanesi yakılmış ve ünlü astronom Theon’un kızı matematikçi Hypatia halk tarafından taşlanarak öldürülmüştür. (Adnan Adıvar, Tarih Boyunca İlim Ve Din)

***

Hükümranlık alanını din üzerinden tahkim eden kilise, iktidarını sorgulayanlara karşı engizisyon silahını kullanmıştır. Öyle ki bu mahkemelerde mahkum suçunu kabul edene kadar işkence görürdü. Eğer suçunu kabul etmezse işkenceden ölür, kabul ederse de hapiste çürürdü. (Adıvar, a.g.e)

İslam toplumlarında dinin ilahi ve evrensel amaçları dışında, siyasi iktidar kavgalarında destekleyici bir unsur olarak kullanılmasının tarihi çok eskidir ve İslam’ın ilk nesillerine kadar uzanmaktadır. İslam tarihinde ilk büyük kavga, sünnetin ruhuna fazla itibar etmeyen Muaviye ile İslam’ın evrensel mesajını esas alan Hz. Ali arasında yaşanmıştır. Bu kavganın acı sonuçları, bugün bile hâlâ Müslümanlar arasında derin kırılmaların yaşanmasına vesile olmaktadır.

Bugün başta Türkiye olmak üzere İslam dünyasının önemli bir bölümünde yöneticiler siyasal meşruiyetlerini İslam ya da İslam’ın farklı yorumlarını benimsemiş bulunan tarikatlar üzerinden sağlamaktadırlar.

Dinin araç olarak kullanılmasının ahlaki olmadığı şeklindeki bir hassasiyetin altını çizerken bir gerçeği de ifade etmekte yarar var; gerek Batı, gerekse Müslüman dünyada toplumların ve devletlerin dini dışlayarak salt seküler bir devlet projesi üretmek mümkün değildir. Yaşadığımız reel dünyadaki örnekler de göstermektedir ki, her iki dünyada da ahlaki ve dünyevi kalkınmanın gerisinde her zaman dinin motivasyonu var olmuştur.

Evet bu bir gerçektir ve dini hayatın dışına sürgün etmek mümkün değildir, ama dini siyasette adeta bir promosyon malzemesi olarak kullanmak da ahlaki değildir. Son günlerde AK Parti milletvekili Mehmet Kasım Gülpınar’ın siyaset yaparken dini kullandığı için göğsünü adeta gere gere övünmesi hüzün vericidir. Bilindiği gibi Gülpınar 31 Mart’ta sandık başına gidecek halkı uyararak, “Allah o emaneti bize verdiğinizden dolayı, size inşallah hiçbir hesap sormayacak” demişti. İşte bu beyanlarından sonra sayın vekil kendisini dini siyasete alet etmekle suçlayanlara öyle bir cevap veriyor ki, gerçekten ibret verici: “Neden kullanmayayım ki arkadaşlar? Sen de kullan. Din benim tekelimde olan bir şey değil. AK Parti’nin tekelinde olan bir şey değil. Bunu herkes kullanabilir.”

Allahtan dini kullanmanın sevap olduğunu belirten ayet ve hadisler okumamış!..